Karnımın derinliklerinde yavaştan bir ağrı başladı. Acelesi olmayan, inatçı ve genellikle mevsim geçişlerinde musallat olan ağrıyı andırıyor. İyi bilirim bu sinsiyi. Kolay kolay geçmek bilmez, kararlıdır; kıvrandırır insanı, iki büklüm eder. İlaca karşı dirençlidir, uyku haram olur.
Karın ağrısı konusunda tecrübeliyim. Ağrı ne zaman, hangi şartlarda kapıyı çalar, nasıl gelir geçer aşinayım. Çocukluktaki bağırsak kurdundan beri alıştım karın ağrısıyla yaşamaya. Mide sorunlarından mütevellit ağrıyla ahbaplığımız ilerledi, spastik kolonla da berkittik. Beslenme ya da mekân değişikliğinde hatta ayağımı üşüttüğümde mutlaka uğruyor. Teşriki Mesai yapıyoruz. Gecikirse güceniyorum, beklenti oluşturdu bende. Ne yapalım bu da bizim yaşam biçimimiz.
Hâlbuki mevsim yaz. Gaz sancısı olarak telâkki ettiğim uğursuzun mevsimi değil. Yediğim yiyecekler mi dokundu acaba? Düşünüyorum, dün sebze, meyve ve pilavdan başka bir şey yemedim. Sabah kahvaltısında da peynir, zeytin, yumurta, bal. Midemi bozacak, gaz sancısına neden olacak bir şey yediğimi hatırlamıyorum. Ayaklarımı üşütecek bir durum da yok. Temmuzun ortasındayız. Bu illet yazın beni yakalamamıştı hiç. Yoksa her mevsim bu azabı çekmek zorunda mıyım? Ara mevsimleri ve kışı anlıyorum ama yazın da bunu çekeceksem vay halime! İşin kötüsü gaz giderici ilaç almadan geçmiyor. İlaç bir haftadan önce etkisini göstermiyor.
Tatilde kalacağımız yeri ayarladık. Hafta sonu Allah'tan bir şey olmazsa yola çıkacağız. Çıkacaktık daha doğrusu. Bu inatçı sancı vücut bulmasaydı. İnatçıdır, yakamı bırakmaz ki. Yolda yolakta ne yaparım. Sekiz on saatlik yol karın ağrısıyla daha da uzar, huzur vermez. Belki şüphemde yanılıyorumdur, olamaz mı? Teşhis için acele etmeyeyim. Yaz ayında gaz sancısı mı olurmuş canım? Evhamlanıyorum yaşım ilerledikçe. Belki bağırsağım bozulmuştur, ya da hava yutmuşumdur, kavara çeker kurtulurum. Emin değilim. Karnımda hafif şişkinlik hissediyorum, gaz çıkarmaya çalışıyorum, ıkınıyorum, sıkınıyorum ama mümkünü yok. Her neyse işime bakayım.
Öğlen sonu karnımdaki ağrı orta şiddette katlanması zor da kolay da olmayan bir hâl aldı. Kesintisiz, kararlı. Ter basmasına, sıkıntıya sebep oluyor. Dikkatimi toplayıp bir işle meşgul olamıyorum. Uyusam geçer mi acaba? Geçmez, gaz sancısı ilaç almadan geçmez. Biraz daha bekleyeyim olmazsa eczaneye gider gaz giderici ilaç alırım, başka çare gözükmüyor.
Evde meyve, sebze, kahvaltılık gıda ve et azalmış. Hanım, "Markete gidelim, pişirecek bir şey bulamıyorum," diyor. Beni pişir, etim kartlaşmadan ye diyesim geliyor, diyemiyorum tabii. Başımın etini yediği için sıra diğer yerlere geldi. Göğüs eti, kaburga fena olmaz hani. Ye yiyebildiğin kadar.
Evle uğraşmaktan gözü başka bir şeyi görmeyen hanım nihayet bana nazar etti. Duruşumdan, bakışımdan, hâlimden anladı. "Yine mi karnın ağrıyor?" Hâlbuki neremin ağrıdığını söylemedim. Karnımı tutmadım, feryat figan etmedim. Ama o beni tanır, hem de iyi tanır. Bitki çayı demleyecektir şimdi. "Ben şimdi güzel bir nane çayı demlerim bir şeyin kalmaz." Kalmaz mı? Kalır kalır. Kaçıncı deneme bu kim bilir. Hiç faydası olmadı. Bir fincan bitki çayıyla karın ağrısı geçer mi a benim canım? O da bilir geçmeyeceğini ama kılını kıpırdatmak ister, ilgilenmek, derdime derman olmak ister. Kış olsa sıcak su torbası koyar böğrüme ya da ayaklarıma. "Canın ne çekiyorsa hemen pişireyim," der. Çocuk muamelesi yapar, hoşuma gider doğrusu. Daha ne yapsın?
Bir bardak nane çayı demlemiş. Kokusu güzel. Sıcak havada gitmez ama mecburen içeceğiz. İçmemek saygısızlık olur. Emek var, ilgi var. Çayı soğutarak içtim. Şimdi daha iyi miyim? Değilim ama iyi diyelim iyi olalım.
Ağrı kararlı. Beni gözüne kestirdi, kıvrandıracak. "Bir an önce gidelim de şu alışverişi yapalım. Kıvranıp kalırsam alışveriş işi yatar." "İyi değilsen erteleyelim." "Yok canım nane çayı iyi geldi. Fena sayılmam." Neredeee! Ağrı taş gibi oturdu karnıma, yerinden kıpırdamıyor, inatçı meret.
Giyinip çıktık. Market, alışveriş, fiyatlar, yüzümüze gülen taze meyve sebze derken ağrıyı unuttum. Sahi unuttum mu? Unutmadım ama kendimi dinlemediğim için önceliğim değil. Dışarıda hayat var, capcanlı, akıp gidiyor. Sokaklarda caddelerde ağrı yok. Hasta yok, hastalık yok. Kadınlar var, şuh, güzel kokulu, hayat dolu kadınlar. Aaah ah! Bana ne bunlardan canım, önceliğim alışveriş. Ağır poşetler,- ağzına kadar doldururlar poşet israfı olmasın diye, kaldır kaldırabilirsen- tutarını ödeyiş, market çırağından yardım isteyerek arabaya yükleyiş. Trafik, birkaç arabanın sürücüsüne sunturlu küfür. Hızlıca evimize intikal ettik. Aldığımız malzemeleri mutfağa taşıdık. Ağrım yeniden depreşti, poşetlerden mi acaba? Yok, canım zaten ağrıyordu, kesilmemişti ya. Şimdi yüzleşebilirim kendisiyle. Derdin nedir, niye geldin, ne istiyorsun yine benden, ilaç mı? Cevap vermez, sadece rahatsız etmeyi bilir, yüzsüz! Ne yapayım seni bilmiyorum.
"Gece böyle geçmez. Eczaneye gidip ilaç almalıyım. Perişan olurum yoksa." "Rastgele ilaç alınmaz canım. Bence acile git, muayene ol. Bir ilaç ismi öğrenmişsin sürekli onu kullanıp duruyorsun. Belki başka çeşit ilaç yazarlar. Olur olmaz ilaç kullanmak doğru değil." "İlaç değil mi canım hepsi bir, ha o ha bu fark etmez." Düşünüyorum, hanımın tavsiyesini haklı buluyorum her zamanki gibi. Karnım ağrıdığında, gazım olduğunda hemen Meteospasmyl'e sarılıyorum, bağımlısı oldum neredeyse, kurtarıcım. Acil servis yolu gözüktü, gidelim bakalım.
Arabaya atladım, on beş dakika sonra acildeydim. Karnımın ağrıdığını söyleyerek barkod aldım, yeşil alana yönlendirdiler. Polikliniği buldum, ekranda ismimin gözükmesini beklemeye başladım. Birkaç hasta daha sıra bekliyor, kalabalık değil. Çok geçmeden ismim ekranda belirdi, içeri girdim. Gençten bir kadın doktor masa başında oturuyor. Zayıf, ince, narin. Sokakta görseniz liseli bir kız zannedersiniz. Zayıflıktan avurtları çökmüş. Bu kızın kendine hayrı yok, benim yarama mı merhem olacak!
"Neyiniz var?" "Karnım ağrıyor." "Neresi tam olarak!" Karnımın alt kısmını, bağırsaklarımı gösteriyorum. Gaz sancısı olduğunu düşündüğümü, belirli periyotlarla bu sorunu yaşadığımı söylüyorum. Kâğıda alelacele bir şeyler yazıp, uzatıyor. "Bunu yap sonra tekrar gel." Beni başından attı besbelli, bir dakika ancak sürdü. Doktor dediğin muayene eder. Sedyeye yatırır, ağrının yerini dokunarak tespit eder, şurası mı, burası mı der, stetoskopla dinler. Teşhisini buna göre koyar. Ne bileyim, sadece sorup geçmez. Düzen böyle demek ki hemşerim, işine gelirse. Şimdi acillerdeki sorunları tartışacak değilim, ağrım karnımdan aşkın.
Hemen yan tarafa geçtim, el mahkûm. Doktora karşı çıkmak, doğru düzgün muayene etmesini söylemek uygun düşmez, tartışmak yersizdir. İçeridekilere kâğıdı uzattım. Biraz bekleyecekmişim. Zamanım çok, beklerim, ne çıkar. Ağrı yerli yerinde duruyor zaten acelesi yok. Katlanılmayacak gibi de değil. On dakika kadar sonra çağırdılar. O da ne! Lavman şişesini uzattılar, bir bu eksikti. Beklemiyordum doğrusu. Karın ağrısına ya da gaza iyi gelir mi ki bu? Hiç zannetmem. Bağırsaklar boşalırsa ağrı da geçer diye mi düşündü acaba doktorcuk, kim bilir? Bunu tuvalette makattan sıkacak ve en az on on beş dakika bekleyecekmişim. Daha önce kullanmadım ama ne işe yaradığını biliyorum. Bunu uygulamak kolay değil, hassas yerden. Çaresiz, yapmaya çalışmalıyım.
İşlek yerde olmayan bir tuvalet arıyorum. Lavman işi bir çırpıda olacak şey değil. İşeme kadar kısa sürmez. Koridorlarda geziniyorum. Sedyelerde çaresiz hastalar, moralleri bozuk refakatçiler, röntgen sırası bekleyenler, kan tahlili yaptıranlar, ağlayanlar, inleyenler. Genci, yaşlısı, kadını, çocuğu bir yığın insan. Her gece böyle yoğun mu olur burası? Bu insanlar gerçekten hasta mı? Yoksa hastalık hastası mı? Bilmiyorum. Sudan sebeplerle acilin yolunu tutanlar çoğunluktadır. Benim gibi mesela. İnsan karnı ağrıyınca bile acile giderse gerçekten acil hastalara engel olmaz mı? Gerçi bunun da önlemini almışlar. Yeşil alan denilen muayene şekli hiçbir aciliyet arz etmeyen demek. Keyfi yani. Nezleden, gripten, baş ağrısından acile başvuran hastalar çoğunluktaymış. Böyle bir istatistik varmış. Bu yüzden yeşil, sarı ve kırmızı alan diye üç çeşit muayene ve müdahale şekli var. Gerçek acil hastaların oranı yüzde beşi geçmiyormuş.
Nihayet muayene olduğum koridorun aksi yönünün sonunda bir tuvalet buldum. İçeri girdim. Lavman şişesinin dörtte üçünü zor şer bağırsaklarıma boşalttım ve çıktım. Şimdi en az on dakika beklemeliyim. Yürümek iyi geliyor, çevreyi gözlemliyorum, kendimi dinlemiyorum. Hastane geniş. Polikliniklerin olduğu bölüme doğru yürüyorum. Sahi bu taraftaki tuvaletlerden birini kullanabilirim. Bağırsaklarımı boşaltacak ya lavman, etkisini göstermeye başladı, tutuyorum. Daha erken beş dakika ancak olmuş. Altı, sekiz derken onuncu dakikada tuvaletin önündeyim. O da ne tuvalet kapalı. Acele geri döndüm. Kıt yetiştim, içim dışına çıktı. Oh be ferahladım mı ne, ağrım azaldı sanki.
Doktoru tekrar gördüm. "Şimdi daha iyiyim, ağrı azaldı." "Tamam, yazdığım şu ilaçları da kullanın. Geçmiş olsun." "Sağ olun." Arabaya giderken ağrının azaldığını fakat ilk başladığı ana çok benzediğini düşündüm. Plasebo etkisi galiba. Bir iki nöbetçi eczane gezerek ancak buldum yazılan ilaçları. Biri yine lavman, diğeri de yarım litreye yakın bir şurup. Gaz sancısı için ilaç yazmamış ki, kahretsin. Lavman ve şurupla bu ağrı geçer mi? Canım sıkıldı, eve döndüm çaresiz. Hanım merakla bekliyor. Olan biteni anlattım. "Canım doktordan daha iyi mi bileceksin. Sen yazılanları kullanmana bak." Yapacak başka bir şey yok zaten.
Kendimi dinlemeyeyim, meşguliyet bulayım diyorum ama olmuyor. Ağrı depreşti, ne yapsam nafile! Şurubu da içtim, faydası yok. Evin içinde mahkûmlar gibi volta atıyorum. Yatma zamanı geldi. Çaresiz yattım ama uyuyamayacağımı adım gibi biliyorum. Yatak batıyor, kalktım. Çekmecede ağrı kesici arıyorum, Parol geçti elime. Bir bardak suyla yuttum. Yarım saat kadar ileri geri yürüdükten sonra tekrar yatağa döndüm. Yatak artık ızdırap veriyor. Sağa sola dönüyorum, sürekli hareket halindeyim, daha doğrusu kıvranıyorum. Zor şer uyumuşum.
Beni tuttukları gibi yere, arazi yoluna, üç yol ağzına yatırdılar. Bağırıyorum, ağrım geçti, istemiyorum, diyorum ama dinleyen kim. Annem, anneannem, babaannem ve köyün otacı kadını başımdalar. "Bu ağrı başka türlü geçmez bize güven" diyorlar. Babaannem el kadar, dışı beyaz zarla kaplı bir et parçası çıkardı. Ete okudu, üfledi ve çıplak karnımın üstüne yavaşça koydu. Ağlamaktan yoruldum ama korkuyorum, açıklama yapan da yok. Ağrımı dindireceklermiş güya. Çırpınıyorum gücüm yetmiyor, çaresiz kendimi bıraktım.
Otacı kadın ile babaannem selamlaştı. Sanki birbirlerini yeni görüyorlar. Babaannem, "Nereden geliyor?" dedi. Otacı kadın arkasından küçük bir balta çıkardı, "Dalak dağından," dedi. Babaannem, "Dalak kesebilir," dedi. Anneannem dalağa elledi, "Anasını bile..." dedi. Ağrımı unuttum, korkumu unuttum bu oyunu izliyorum. Otacı kadın karnımın üstünde duran et parçasını itina ile üç kere çizdi. Sonra beni ayağa kaldırdılar ve ete diken batırmaya başladılar. Hırsla batırıyorlardı dikeni. Otacı kadın, "Bunu armut ağacına asın ve kurumasını bekleyin, kuruyunca oğlanın ağrısı falan kalmaz," dedi.
Karnımı tutarak uyandım. Oh be rüyaymış! Baştan ayağa terlemişim. Çamaşırlarımı değiştirdim, tekrar voltaya başladım. Çocukluğumda anlatılan bir tedavi şekli. Gerçek gibiydi. Keşke o zamanlar, o insanlar geri gelse. Her şey ne de kolaydı. Kocakarılar buna benzer tedaviler yaparlardı. Her ağrının, hastalığın bir tedavisi vardı. Ayak baş parmağımın altında siyah noktalar peyda olmuş, zamanla çoğalmış ve acı vermeye başlamıştı. Asit dökerek yakıyor ve temizliyorduk ama geçmiyordu. Çözümü çok kolaymış oysa dal kırdılar, dal zamanla kuruyunca siyah noktalar da peyderpey kayboldu. Böyle sonuç alındığı da oluyordu yalan değil. Neyse günümüze dönsek iyi olacak.
Ağrı kıvrandırmak için elinden geleni ardına koymuyor. Kâh gezeleyerek kâh uzanarak sabah ettim.
Hanım sabah devreye girdi. "Kahvaltı yapmadan önce muayene ol. Kan verirsin, ne olduğu ortaya çıkar." Hiç sanmıyorum. Gaz ağrısının kan tahlilinde ortaya çıktığı nerede görülmüş. Tabii yine de muayene olmakta fayda var. Belki doktor insafa gelir de gaz giderici ilaç yazar. Rüyamdan bahsedecek oldum, "Senin rüyalarında her şeyin bir çözümü vardır zaten bilmem mi?" deyince anlatma şevkim de kırıldı. Boş ver dedim kendi kendime. Bu kadın bana ne zaman inandı ki?
Soluğu doktorda aldım ve durumumun vahametini anlattım. Kan tahlili vermemi istedi, şikâyetimden şüphelendi sanıyorum. Bir kâğıda not aldı. Kanı verdim ve eve döndüm. Kahvaltımı yaptım. Hanımın arkadaş günü varmış, gitti. Durumundan beni haberdar et demeyi ihmal etmedi. Kahvaltıdan sonra uzanıp televizyon izliyordum ki ağrının sağ tarafıma, kasığıma doğru kaydığını hissettim. İşte bu kötüye işaret. Apandisitin sağ kasıkta ağrıyla kendini belli ettiğini duymuştum. Olabilir mi? Neden olmasın. Apandisit çok yaygın. Ağrının yer değiştirmesini böyle yorumluyorum ama yine de kan tahlilinin sonucunu merak ediyorum. Acildeki kuru kız beni baştan savdı, şikâyetime teşhis koyamadı. Belki de yine gaz sancısıdır canım. Apandisit ihtimali canımı sıktı.
Telefon çaldı, aile hekimi arıyor. Allah Allah hayırdır! Tahlil sonucunun çıkması en erken üç saat sürer, beni niye arıyor ki? Tedirgin açtım telefonu. "Kan verdikten sonra muayeneye niye gelmediniz?" "Doktor Bey, ‘Kan ver, geri gel,’ demediniz ki! Bir şey söylemeyince eve döndüm." "Tamam neyse. Kan sonucu çıktı. Gelin de muayene edeyim, bekliyorum." "Hemen geliyorum." Korku içinde on dakikada doktordaydım. "Kanınızda iltihap var. CRP sıfır beş aralığında olması gerekirken sizin sonucunuz yetmiş. Anormal bir değer. Karın ağrısı şüpheli bir durum. Uzanın da muayene edeyim. Tam olarak neresi ağrıyor?" "Ağrı dün karnımda alt kısımdaydı, bugün sağ kasığıma kaydı." İki elini bastırıp çekiyor, müthiş bir sancı. Uzandığım yerden hızla doğruluyorum. "Bastırıp çekince ağrıyor mu?" "Hem de nasıl!" Oflayıp pufluyorum. "Sizde apandisit bulgusu var. Hem kan tahlili hem de muayene sonucu buna işaret ediyor." "Peki, ne yapacağız?" "Zaman kaybetmeden doğruca hastanenin aciline başvurmalısınız."
Sıkıntıdan ter boşaldı. Kâğıt havlu istedim. Ağrıyı düşünmüyorum artık, bunun sonu ameliyat. Ameliyattan korkarım ama bu apandisit tehlikeli bir şey. Apandisiti patlayıp da zamanında müdahale edilmeyince vefat edenler oluyor. Doktor acile sevk yazacaktı ama çoğu zaman olduğu gibi sistem çalışmıyordu. Teşekkür ederek ayrıldım.
Ben ne yapacağım şimdi! Gözümün önünde ameliyat masası. Kesi, kan, yara, bandaj, serum. İşlerim aksayacak bir yandan. Şu yaz günü zorunlu ev hapsi. Bunları düşünecek zaman değil, sakin olmalıyım. Önce hanımı aradım, durumu anlattım. Acile yetişmem gerektiğini, apandisit şüphesi olduğunu, pijama, terlik gibi hasta malzemeleri alarak gelmesi gerektiğini söyledim, telaşlandı. Babamlara haber verip beraber gelmelerini söyledim. Kardeşimi arayıp durumu anlattım. Bir an özel hastane ihtimalini düşündüysem de vazgeçtim. Arabaya atlayıp doğruca acile gittim.
İlk müracaatta durumumu izah ettim, sarı alana yönlendirdiler. Anladığım kadarıyla sarı alan kısmi olarak riskli hasta demek. Biraz bekleyebilir yani, kırmızı alan gibi hemen müdahale gerektirmez. Bandrolü aldım, beklemeye başladım. Sıra çok, ilerlemiyor. Bekleyenler gözlerini sıramatikten ayırmıyorlar. Ben biraz daha rahatım. Bu ağrıyla yaşayacak değilim ya, ameliyat ederler kurtulurum. Bir günden fazla oldu ki ızdırap içindeyim. Kendimi teselli ediyorum. Acı çekmenin bir tür hazzı da var. Tarifi zor bir duygu bu. Bir yandan bu hazzı kaybedeceğimi düşünüyorum. İnsan ruhu çok karmaşık. Ağrıdan, acıdan, mağduriyetten zevk almak insan psikolojisinin bir parçası. Diğer yandan da bir an önce sağlığıma kavuşmayı istiyorum. Bu arada tatil işi de yattı. Nasip değilmiş ne yapalım. Pansiyonun sahibine bir ara bildirmeliyim.
Yarım saat bekledikten sonra nihayet sıra geldi, içeri aldılar. Muayene bölümüne geçtim ve uzandım. Doktor geldi. Aile hekimi tarafından apandisit ön teşhisiyle acile yönlendirildiğimi ifade ettim. Ultrasonografi ve kan tahlili istedi. Sedyeyle ultrasonografi uzmanına götürdüler. Adam şikayetimi sordu, karnıma jel sürdü ve aleti karnımda gezdirmeye ve bastırmaya başladı. Alet kasığıma gelince dişlerimi sıkarak çok acıdığını söyledim. Adam kendinden emin sekretere yazdırmaya başladı: Ödem, yırtık ve sıvı bulgusu. En nihayetinde ise akut apandisit. Daha kötüsü ise apandisit patlamış. Bir gün içinde nasıl patlar? Günlerce sancı çekenler olduğunu duymuştum. Benim niye hemen patladı ki? Bilemiyorum. Kan sonuçlarına göre de iltihap var. Ameliyat olacaksın dediler. Servise çıkmayı bekliyorum. Hanımla kardeşim geldi. İyi olduğumu söylüyorum, telaşa mahal yok. Onlar da kanıksadı. Bir an önce kurtulacağımı söylüyorlar.
Servisteyim artık, ameliyat olacağım kesin. Doktordan haber bekleniyor. İki saattir buradayım. Diğer yakınlarımdan da gelen oldu. Telaşlı görünen de var, sakin duran da. Saat beşte servise çıkarmışlardı, sekiz oldu ama hâlâ haber yok. Dokuz buçukta hemşire geldi. Ameliyat kıyafeti giymem gerektiğini söyledi. Kıyafeti giydim. Hatıra fotoğrafı çektirmeyi ihmal etmedim. Bir an önce olup bitse şu iş. Uyuturlar mı acaba. Uzun sürer mi, acı duyar mıyım? Bilmiyorum, bilmiyoruz.
Saat on. Hastabakıcı geldi, gidiyoruz. Sedyeye yatırdılar. Hanım beni uğurluyor, rahat, sakin olmam gerektiğini söylüyor. Öyle değil miyim? Değilim tabii. İlk defa ameliyat olacağım, korkularım var. Bıçak altına yatacağım neticede, narkoz verecekler, risk var. Var mı? Yok canım, uyanamazsan gittin, temiz iş. Ne riskiymiş, acı yok, ızdırap yok. Neler düşünüyorum. Ne uyanamaması yahu? Altı üstü basit bir apandisit ameliyatı. Bu işin uzmanları gözü kapalı yaparlar bu operasyonu. Korkuyorum, heyecanlıyım ondandır.
Sedye ilerlerken tekerleri karoların birleştiği yerlerde ritmik bir ses çıkarıyor. Hastabakıcı ya da hasta taşıyıcı ilgisiz. O sadece önündeki sedyeyi itiyor. Her gün kim bilir kaç hasta taşıyordur. Asansörle ameliyathaneye iniyoruz. Girişte sedye değiştirildi. Koridor boyunca ilerledik. Sola dönüş yaptık. Tekrar sedye değiştirildi. Artık ameliyat sedyesindeyim. Sedyenin üst bölümü yatılan kısmı ayrı, portatif. Tekerlekli kısmı ve iskeleti ise alt kısmını oluşturuyor.
Ameliyathane oldukça serin. Ürkütücü değil ama insanların burada kesilip biçilip ince işçilikle tamir edildiği düşünüldüğünde merak uyandıran bir yer. Başımı sağa sola çevirip içeriyi inceleyemiyorum. Ameliyatlık hasta halet-i ruhiyesine çoktan girdim. Duyularımı zayıflattım. Kesilip biçilmek için hazırım.
Daha önce ameliyat olup olmadığımı soruyorlar. Biri gidiyor diğeri geliyor. Bademciğimi aldılar diyorum. Hem de sohbet ederek, hissettirmeden, acıtmadan. Çocuktum o zamanlar. Anlamadım bile. İlaç kullanıp kullanmadığımı, kullanıyorsam hangi ilaçları kullandığımı soruyorlar, söylüyorum. Birkaç kişi daha bu soruları yöneltiyor. Biraz heyecanlı olduğumu söylüyorlar. Yüzüme bakan, soru soran hepsi aynı kanıya varıyor. Tecrübeliler. İlk defa ameliyat olacağım için kaygılı olduğumu söylüyorum.
Işıkların altına getirdiler sedyeyi. Son durak burası zahir. Koluma tansiyon cihazı bağladılar. Konuşuyorlar, anlamıyorum artık, anlamak istemiyorum. Hafiften titriyorum. Soğuk ve heyecandan mütevellit bir hâl. Belli etmemeye çalışıyorum. Hazırım. Ellerimi, ayaklarımı bağlıyorlar. Kurbanlık koyun gibiyim. Kalbim çarpıyor. Doktoru bekliyorlar. Damar yoluyla ilaç verip uyutacaklarını söylüyorlar. Tamam diyorum. Şırınganın içindeki anestezi ilacını yavaşça damar yoluna zerk ediyorlar.
Hasan Hüseyin Akkaş
Comments