top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Uğraş Abanoz- Güney Ağaçları Garip Bir Meyve Taşır

Irklara inanmam. Hükûmetlere inanmam. Hayatı,

dünyadaki milyonların aynı anda yaşadığı tek bir

hayat olarak görürüm. (Yetmiş Bin Süryani) 

William Saroyan

             

Odaya vuran mavi ışık gözlerini aldı, cam sehpada Life dergisi, telefonun siyah kablosu yılana benziyor, küçüklüğünden kalma korkular. Radyoda caz, su kaynadı, tık, kalkacak hâli yok, parmak uçları nemden büzüşmüş, kafasını küvete dayayıp intihar etmeyi düşündüğünden beri eskiye dair ânlar peşinde. Yatılı okul, ıslahevi, sürekli azarlayan öğretmenler, ilahiler, kilise korosu, arkadaşlar, boz tarlalar, yokluk... Eli belinde, aynada eriyen solgun tenini izledi, gözlerinde lacivert far, masada bulut grisi oje, minik fırçayı oval şişeye batırıp bekledi, kokusu güzel, Sally Hansen alabilmek için iki saatte üç kişiyle yatması gerekmişti. Serçe parmağı havada, telefon çaldı, erguvan ağacında kargalar, “Uğursuzlar,” dedi, “güneyde o yaz kaç kişiyi sallandırdınız, on, on beş, yirmi, sayısını unuttum. Yetenekli Mr. Sam, harcanmış müzisyen, sokakta tıngır mıngır beş parasız, kaçıp gitmekle kurtulabildin mi baba, oralar güzel mi bari?”

Yeşil panjurların önünde, erguvan ağaçlarının altında trombon sesi, ufak ritimlerle başlayan soliste altı kişi eşlik ediyor. Uuuuuuuu, mmmmmmmmm... Southern trees bear a strange fruit... (Güney ağaçları garip bir meyve taşır) Blood on the leaves and blood at the root... (Yapraklarda kan ve kökte kan)*

Ayağa kalktı, kesme bardağa viski koydu, küçük dolabı açtı, buz kalıbının arkasına vurdu, telefonu alıp döndü, buzları kadehe attı, avucunda kalan iri damlaya dudağını yaklaştırıp ahizeyi kaldırdı.

“Hey! Orada mısın!” dedi çatallı ses.

“Buradayım lanet olası, nerede olabilirim!” diye cevap verdi Jane.

“Yorgun musun?”

Viskiyi yudumladı, ensesine dokundu, dergiye takıldı gözü, Grace Kelly, Hollywood's brightest and busiest new star,** kargalar erguvana birikmişti.

“Hey, öldün mü?”

“Şey,” dedi Jane, “sanırım biraz yorgunum!”

“İdare edebilirsin diye düşünmüştüm.”

Boynunu sağa sola eğdi, çenesini kaldırdı, viskiyi fondip yapıp telefonu masaya bıraktı, ayağına dolanan kablodan kurtulamadı.

“Hay sikiyim...”

“Tamam sorun değil, ben düşünmüştüm ki…”

“Seninle ilgisi yok, lanet kablo ayağıma dolandı, iki saat sonra.”

Bob, ritim tutuyor, eteklerini savuran Binty, Tina, Ella, Jane'e eşlik ediyor, Jane, kollarını açmış, Jony ile Moe, adaleli kolları, meydan okuyan dik başlarıyla basbariton ezgilere başlıyor, saksafon, tuba, elektro gitar, davul...

Ahizeyi yerine koydu, vişneçürüğü perde salındı, içeri güz havası doldu, ağaçların sesini dinledi, uzakta dalgalar, kumsalda koşturanların çığlıkları, koster düdükleri, rüzgâr tenine değdikçe açıldı. Zihni işledi. Bu, iyi mi kötü mü bilmiyor, ayık olmaya dayanamıyor, geçmiş yakasında, aklında, mırıldandı.

“Benim babam yetenekliydi, benim babam benim gibi beş parasız!”

“Peki yetenek işe yarar mı, otel odasında, lanet, boktan bi kasabada sürün, kimsenin umurunda olma! Jay, seni sırtından vursun. Aşağılık piç kurusu...”

Jane, göz kırpıyor Jony'e, dans, dans, dans, müziği hissediyor, yün, çizgili swetin altında gerinen teni pul pul, içi coşkun nehir, gözü seyircide.

Perdeyi kaldırdı, odaya döndü, dolabı açıp çantasından küçük tabancayı çıkardı, Fort, 9x18, Makarov, şeffaf poşete fiske vurdu, kokain masada, eğilip çekti, burun kanatlarını bastırdı, otelin kartvizitiyle ezdi, toparlayıp yeniden soludu. Kabzayı sıkıp ağır ağır şakağına dayadı, namlu serin, bundan zevk alır gibiydi.

“Güney ağaçları garip bir meyve taşır... Bam, bam, bam, bam, bu gece masalarda ay ışığı, mavi ışıltılar içindeyim, ah biraz sevseydi beni o, şimdi kafamı patlatmazdım...”

Telefon sesiyle kendine geldi, silah elinde kalkıp yürüdü, açıp açmamak konusunda kararsızdı...

“Adamın işi varmış,” dedi çatallı ses, “hemen gelse?”

“Olur!”

Silahı çantaya koydu, yarım kadeh doldurup içti, gri nevresimin altında bornozunu çıkardı, çekmeceden dantelli kımızı don alıp giydi. Elleri ensesinde erguvana üşüşen karga senfonisini dinledi, aklında notalar, alçalıp yükselen sesler, tütün tarlaları, duman altı gece kulüpleri, siyah cadillaclı mekân sahipleri, koro, lüle saçlar, vitraydan süzülen huzmeler, tütsüler. “Elimi tut aziz efendim, bana yol göster aziz efendim, bana yol göster, beni güçlendir, yorgunum, güçsüzüm, yıpranmışım, fırtına boyunca, gece boyunca, beni ışığa ulaştır.” ***

Kapıda anahtar sesi, gözü aralık, loş ışıkta kemer şangırtısı, perde kıpırdadı, yüzü olmayan, kalkmış aletten ibaret bin adamdan biri, diye düşündü. Duş alması gerektiğini söyler, banyoda önce onu, sonra kendini vurabilirdi, öyle yapmadı, sessizce külotunu çıkardı.

 

Uğraş Abanoz


*   Billie Holiday- Abel Meeropol- Strange Fruit

**   Life- April, 26, 1954

***  Thomas A.Dorsey- Precious Lord, Take My Hand 

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page