top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

İlkgül Karayel Yazdı- Bak Önümüzde Yeni Bir Mevsim Üzerine

“Yalnızlık insanın düğümü

(...)

İnsan insanın uçurumu

Bizi yol ve gönül yorgunu diye ikiye ayırdılar" [1]

(…)

Bu dizeler, yazar ve şair Serkan Türk'ün Gayya Kuyusu adlı şiirinden alıntıdır. Şiirde yeryüzü, aşkın gayya kuyusu olarak nitelenir ve ateşle, ölümlerle kurulmuştur. Yol ve gönül yorgunları; bu kuyunun içinde yalnızlık düğümünü çözmeye, yollarını bulmaya, uçurumlara yuvarlanırken belki de birbirlerine tutunmaya çabalar her daim. İşte bu yalnızlığı, "yol ve gönül yorgunluğu" ortaklığını, Serkan Türk'ün Bak Önümüzde Yeni Bir Mevsim [2] adlı öykü kitabında da aynı etkileyici ve şiirsel anlatımla görüyoruz.

Bak Önümüzde Yeni Bir Mevsim, hayatın içinden sıradan insanların birbirinden farklı hikâyelerini anlatan on iki kısa öyküden oluşuyor. Hikâyeleri farklı olsa da bu insanların ortak noktaları, bir sebeple "yaralı" olmalarıdır. Kimi aşktan, kimi yalnızlıktan, kimi hastalıktan, kimi ölüm acısından yaralıdır. Yazar bu yaralar ekseninde kurgular öykülerini. Bunu yaparken temayı vurgulayarak öne çıkaran bir üslubu yok; tam tersine anlatımın doğal akışı içinde metnin bütününe yedirerek ana duyguyu "sezdirmeyi" tercih ediyor. Böylelikle nahif ve etkileyici bir atmosfer oluşturuyor öykülerde. Bu tavır, satır aralarını kaçırmak istemeyen okuyucunun dikkatini ve ilgisini diri tutmasını da sağlıyor.

Kitapta dikkat çeken bir unsur da birçok öykünün açık uçlu olmasıdır. Çerçevesi çizilmeyen öykü, son şeklini okuyucunun kafasında alıyor. Satır aralarını kaçırmamak için dikkat kesilen okuyucu; öykünün sonunda empati, öfke, acıma gibi birçok duygu ile kendini hikâyenin orta yerinde buluyor ve son cümleden sonra da hikâyeyi yaşamaya- düşünmeye devam ediyor.

Serkan Türk, öykülerinde de şiirsel bir dil kullanan yazarlarımızdan biri. Bu kitabında da buna sıkça rastlıyoruz. Altı çizilecek ve hatta bir şiirin dizesi olabilecek birçok cümle var ki yazarın şair kimliği düşünüldüğünde bu çok şaşırtıcı bir durum değil. Bence yazarın buradaki en büyük başarısı, şiirsellikle çok bağdaşmaz gibi görünen olay ve durumları anlatırken bu ifadelerle tema ve kişileri örtüştürmesidir. Yazar, şiirsel anlatımı metne öyle bir doğallıkla yayıyor ki bağlamın dışında düşünüldüğünde bir eskicinin "Kalbim oyuncak bir gemi senin sularında." (s.55) şeklinde bir cümle kurması pek inandırıcı gelmeyecekken öyküde bu cümle son derece doğal bir şekilde yer almaktadır.

Öykülerin hemen hepsinde aşk, hüzün, yalnızlık, yoksunluk gibi kişisel temaları işlerken toplumsal meselelerdeki duyarlığını da anlatısına yansıtıyor yazarımız. İlk öyküde, tren yolculuğu yapan anlatıcı, Hitler faşizmini eleştiren ve bundan yakınan bir grup yolcunun, kendisine karşı takındığı faşizan tavrı ironik bir biçimde gözler önüne seriyor. Hadi Öldür Şunu Aslanım adlı öyküde, "Modern dünyanın masallarını anlattım insanlara. Sevdiler de."(s.15) diyen eski bir radyo programcısının köpek yarışı ve horoz dövüşü sunmak zorunda kalmasına tanıklık ederiz. Bu öyküde radyocunun durumu kadar hayvan hakları ihlallerine de dikkat çeker yazar. Günümüzde de hayvan hakları ile ilgili düzenlemelerin hâlâ yasallaşmadığı düşünüldüğünde, kitabın son baskısının yayımlandığı 2018 yılından bu yana pek bir şeyin değişmediği görülür ne yazık ki.

Kitapta dikkatimi çeken öykülerden biri de Krampon Kazası öyküsüdür. Metinlerarası bir gönderme ile Patrick Süskind'in Güvercin romanını kendi kurgusuna bağlayan yazar, anlatıcıyı geçmişe götürerek çocukluğunda yaşadığı terk edilmişlik, kırgınlık ve burukluklarla yüzleştiriyor. "Ben" ve "sen" anlatıcıları arasında geçişler yaparak anlatımını renklendiriyor. Yazar- anlatıcı- kahraman üçgeninin iç içe olduğu, yazarın sesinin duyulduğu; kişisel hikâyenin yanında anlatının da sorgulandığı bir öyküdür aynı zamanda:

"Hepimiz başkalarının romanlarından, öykülerinden kaçıyoruz. Madem bir öykünün ana kahramanı olamıyoruz ne diye orada oyalanalım? En iyisi kaçmalı. Başka hikayelerin kapısını aralamalı. İzinsiz girmeli. Burası benim yerim demeli, diyebilme cesaretini gösterebilmeli."(s. 20)

Bu özellikleriyle, postmodern tekniklerin ağır bastığı, keyifle okuduğum bir öyküdür Krampon Kazası.

Serkan Türk, birçok öyküde aşkı farklı yönleriyle ele alıyor. Son Durak'ta, reenkarnasyon yaşadığına inanan bir genç, artık çok yaşlanmış olan karısını görmek için çabalar. Bu gayreti ve duygularındaki samimiyet karşısında anlatıcı da, mümkün mü, diye sormaktan kendini alamaz. Oysa ki: "Kimse sonradan yetişemez zamanın geçtiği yerlere." (s.30)

Hiç Yaşamamış Gibi Olmak öyküsünde de bu kez rüyalarla gerçeğin iç içe olduğu hayali- platonik bir sevdanın izini süreriz.

Kitaba adını veren Bak Önümüzde Yeni Bir Mevsim adlı öyküde, yıllar önce kaybettiği karısına olan aşkını ve özlemini hâlâ yaşatan bir adam çıkar karşımıza. Yıllardır tutulan yas, yeni bir yürek kıpırtısı ile sona erer mi acaba? Ne de olsa önümüzde yeni bir mevsim vardır ve hayat güzelliklere gebedir. Bu öykü ile gönüllerde filizlenen umut, sonraki öyküde yerini koyu bir umutsuzluğa bırakır. Bir Yakınım İçin, kitaptaki en hüzünlü öykü bana göre. Henüz çocukken bir depremde yakınlarını kaybedip yetimhanede büyüyen anlatıcı, şimdi de amansız bir hastalığın pençesindedir: "Benim geride bırakmak zorunda olduklarım var... varsa yoksa bir tek konu vardı benim için. Yaşıyordum. Zamanım azalıyordu." (s.47)

"İnsanlar ölür, elbiseleri kalır geride." (s.54) ifadesi, iki öyküyü ortak tema ve kişilerle birbirine bağlar. İkisi de hüzünlü hikayeler olan Bak Önümüzde Yeni Bir Mevsim ve Kalbim Oyuncak Bir Gemi Senin Sularında öyküleri arasındaki bu ortaklığı fark etmek, kasveti aralayıp tanıdık biriyle karşılaşmanın tebessümünü yerleştiriyor yüzüme. Öyküler arasındaki bu bağdan söz ederken Ayfer Tunç'un Evvelotel-Saklı adlı eserine değinmeden geçmeyeyim. Yazar, "Saklı" adlı kitabı yayımlandıktan birkaç yıl sonra bu öykülerdeki olayları ve karakterleri çıkış noktası yaparak yeni öyküler yazar “Evvelotel” adı ile. Bu öykülerin tamamını bir arada okumak, etrafımdaki insanların ve olayların değişimini, gelişimini yıllar içinde gözlemlemek kadar gerçekçi gelmişti bana ve anlatıları öykü tekniği bakımından çok başarılı bulmuştum. Kim bilir, Oktay'ı, Sara'yı, Engin'i de yıllar sonra Serkan Türk'ün kaleminden yeniden okuruz belki.

Kitapta yer alan öykülerin yazılış hikâyesi de ilginçtir. Yazar, konuk olduğu bir programda, [3] yazdığı bir öykü üzerine bir Alman dergisinden ortak çalışma teklifi aldığını söyler. Bunun üzerine Berlin'e gider, bu öykülerin bir kısmını orada yazar. Çeşitli dergilerde Almanca ve Felemenkçe yayımlanan bu öyküler bir süre sonra kitaptaki yerini alır. Bunlarda biri olan Küçük Şeyler adlı öykü, çocukluğu doğuda küçük bir kasabada geçmiş; boşaltılan, yakılan köylerin, kime ait olduğu bilinmeyen mezarların, çekilen acıların gölgesinde büyümüş bir kadının hikâyesidir. Kadın, doğum fotoğrafçısıdır ve artık deniz gören bir evde yaşamaktadır; küçükken kargalarla arkadaşlık ederken şimdi martıları dinlemektedir ama koşullar çok değişse bile çocuklukta yaşanan acıların yürekte bıraktığı izlerin silinmediğini gösteriyor kadın duyarlığını yansıtan bu hikâye. Fotokopici Dükkanı'nda, bu kez erkek gözüyle evlilik, sadakat kavramları işlenir ve ülkemizin de kanayan yaralarından birine, kadın cinayetlerine dikkat çekilir. Wannesse'nin Mavi Suları’nda, biri Berlin'de biri Türkiye'de yaşayan iki kız kardeş arasındaki kırılgan bağı gözlemleriz. Yazar burada da metinlerarasılık tekniği ile Tezer Özlü'nün Eski Bahçe- Eski Sevgi adlı eserine yer verir. Hikayedeki düğüm, öykünün son paragrafında hüzünlü bir şekilde çözülür.

Kitaptaki son öykü, orta halli bir ailenin günlük yaşamını yansıtır. Ancak bir rüya tabirleri meraklısı olan anlatıcı, hikâyenin sonunda bir soru işaretiyle baş başa bırakır bizi ve kitabı elimizden bıraksak da etkisi zihnimizi kurcalamaya devam eder.

Biliyorum ki hiçbir yazı insanın aklından geçenleri tam olarak yansıtamaz. Düşünce gücü ifade gücünün her zaman iki adım önündedir. Bir eserle ilgili en isabetli değerlendirme de kişinin kendi okuma deneyimi ile yapacağıdır. Bu nedenle, şiir diliyle yoğrulmuş bu öyküleri tüm kitapseverlere öneririm, keyifli okumalar.

[1] Serkan Türk, Uzun Ruhlu Bir Cüce, Yitik Ülke Yayınları, İstanbul, 2016

[2] Serkan Türk, Bak Önümüz Yeni Bir Mevsim, Yitik Ülke Yayınları, İstanbul, 2018



İlkgül Karayel

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page