Yazar, çevirmen ve İngilizce öğretmeni Elif Derviş, okurun karşısına yepyeni bir kitapla çıktı. Bazıları ödüllü on beş öyküyü bir araya getiren ilk öykü kitabının adı Hadiseler Cereyan Ederken. Bilgi Yayınevi’nden çıkan kitabında Elif okuru polisiyeyle karşılayıp, kimi gün yüzünde, kimi karanlık kuyularda, kimi distopik evrenlerde geçen farklı öykü türleriyle buluşturuyor.
Okurken sıkılmaya fırsat bulamadığınız, her birinin sonunda durup sizde yarattığı yankıya kulak verme ihtiyacı hissettiğiniz çoğu tekinsiz öyküler bunlar. İlk romanı Uyuşma’nın ardından öyküleriyle de günümüz edebiyatında kalıcı olacağının işaretlerini veren sevgili Elif’le sohbetimiz yazarlık macerasından başlayıp, tekinsizliği keşfetmeye duyduğu meraka ve öykü yazmayı “ormanda gördüğü tuhaf bir böceğe büyüteçle bakmaya” benzetmesine kadar uzandı.
Ne zamandır yazıyorsun Elif?
Defter-kalemi hep sevdim. İlkokulda çocukluk korkularımı kendimce sağaltmak için öykümsü kısa metinler yazardım. Sonra karalamalar eşliğinde bol metaforlu, üstü kapalı ilk gençlik yazılarım ortaya çıktı. Üniversitede İngiliz Dili ve Edebiyatı okumaya başlayınca odağım uzun, karmaşık ve farklı türlerdeki metinlere kaydı. İlk roman denememe o yıllarda giriştiğimi hatırlıyorum. Ne yazmak istediğimi tam bilmediğim için, sonunu getirmek bir yana, girişini bile bitirememiştim. Ama edebiyata bir okur olmanın ötesinde bakmamı sağlayan en önemli faktörlerinden biri üniversitede okuduğum bölümdür.
Yazmak senin için ne ifade ediyor? Yazamasaydın yaratıcılığını ortaya koymak için başka yollar bulur muydun?
Özgürlük. Benim çöplüğüm. Kendimden başka kimse için yapmadığım, ama eser benden çıktıktan sonra ulaştığı kişilerde yarattığı etkileri de keyifle izlediğim oyun alanım. Kendinde olanı, hiç bilmediğin başka şeylerle birleştirerek yaratma hali çok keyifli. Tek kelime yazmadığım, yazmamaya bahaneler uydurduğum dönemler oldu. Kendimi bulma çabası ve başkalarının ne düşündüğüne fazlaca takılma hali yaratma uğraşının önüne geçmişti sanırım. Şimdilerde, yazma pratiğimi oturttuğum, kavga-dövüş halinde değil de, keyfine vararak dünyalar yarattığım bu dönemde olmuyor mu boşluklar, elbette oluyor. Ama artık bunların gerekli olduğunu, bir amaca hizmet ettiğini biliyorum. Bir sebepten tıkandığım ya da vakit, enerji bulamadığım zamanlarda çokça film, dizi izliyorum, müzik dinliyorum. Bazen çizim yapıyorum. Yani bir gün yazamazsam, yine ruhumu besleyecek, bana iyi gelecek başka şeylere yönelirim.
Yazarlık ve İngilizce öğretmenliğinin dışında kitap çevirmenliği de yapıyorsun. Örneğin, Ernest Hemingway’in tüm öykülerinin toplandığı kitabı Bilgi Yayınevi için çevirdin. Çevirmenlik yazarlığını nasıl etkiliyor?
Mesleğim gereği sürekli ayakta çalışan bir insanım. Yirmili yaşlarda başladığım çevirinin yazma sürecime en önemli etkilerinden biri masa başında uzun saatler boyunca oturma disiplini kazanmak oldu. Onun dışında iki dil arasındaki sürekli geçişler, ifade çeşitlendirme, diyalog/bakış açısı, dramatik etki gibi unsurları doğal olarak görüp inceleme fırsatı güzel bir şey. Ancak çeviri yapmanın olumlu etkilerinin yanı sıra, dönem dönem yazamama, kendi yaratımıma çok yer kalmaması gibi bir etkisi de oluyordu bende eskiden. Dil öğretmenliğinde de sürekli dil/içerik hataları olan metinler üzerinde çalışıyoruz; bu da yine zihni-gözü tüketen yorucu bir iş. Neyse ki, biraz geç ve güç de olsa hepsini dengelemeyi öğrendim. Akademik yazı değerlendirme, çeviri düzeltisi, kitap çevirisi ve yazma artık kendi özel alanlarına sahip disiplinler benim için.
Yazarlık maceranda ne tür dönüşümler geçirdin?
Radikal dönüşümler. Bence olması gereken de bu. Yıllarca aynı şeyi aynı şekilde yazıyorsam takılıp kalmışım demektir. Yirmili yaşlarda da fantastik şeylere ilgim yoğundu, ama toplumsal hayatın içinde olup bitenlerden fazlasıyla etkilenmem yazdıklarıma yansıyınca “toplumsal gerçekçi” denebilecek son derece sert öykülerin çıktığı bir dönemim oldu. O dönem beni ruhsal anlamda tüketince bir süre hiçbir şey yazmama yoluna gittim. O zaman buna üzülsem de, aslında sağlıklı bir tercihmiş. Hem kendimi korumaya aldığım, hem de nasıl ve ne yazmak istediğimi keşfetmeye çalıştığım kıymetli bir boşluk. O dönemin bitişi ve yenisinin başlangıcı da çok keskin çizgilerle belirlenmedi. Çok ağır ilerliyor bende senin “dönüşüm” diye ifade ettiğin şey. Sadece yazma açısından değil, kendimi tanıma/anlama/kabul etme, görünenin ötesine bakabilme, bana iyi gelmeyen şey ve kişilerden uzak durmaya başlama açısından da. Asla da bitmez bu dönüşüm, çünkü sürekli sorgulayan, daha iyi nasıl olabilir(im) diye dönüp bakan bir yapım var. Ölüm bir noktaysa hayatta, belki anca o zaman biter dönüşümüm de.
Çocukluğunda korkuların yüzünden yazdığından söz etmiştin. Şimdi artık keyif alarak yazdığından bahsediyorsun. Bu sıçrama nasıl gerçekleşti?
Buna sıçrama denemez aslında, çünkü çok uzun zamanda gerçekleşti. Çocukluğumda kurgu yazayım diye geçmiyordum defterin başına. Gençlik dönemimdeyse çok katı bir sorumluluk hissiyle yazıyordum. Biraz fazla idealist bir yaradılışım var. Zor hayatlar yaşayanların sesi olmak görevimmiş, insan yazacaksa o amaca hizmet edecek şekilde yazmalıymış gibi hissediyordum. Şimdi dönüp baktığımda kulağıma fazla iddialı gelen bir düsturum bile vardı: “Edebiyat, sanat dediğin okuyanı, bakanı sarsmalı, kendine getirmeli.” Ama masanın başına bu kadar katı bir ajandayla oturduğunuzda, özgür bir alan olması gereken sanat ve yaratım çokça sınırlanıyor. O yüzden, yazmaya nihayet geri döndüğümde, konu ne kadar ağır olursa olsun, nasıl keyif alıyorsam o şekilde yazmaya başladım. İki kitabıma aldığım geri dönüşlere bakıyorum şimdi; yazdığın şeyin birini sarsacağı varsa zaten sarsıyor, senin yazma amacından bağımsız bir etki bu. Nihayetinde okur senin yaratımını kendi hayat deneyimiyle, açık/kapalı yaralarıyla, ön yargıları ya da ön yargının ötesine geçebildiği merakıyla okuyor. Yani edebiyat sarsabilir, güldürebilir, düşündürebilir, ürkütebilir; bunların hepsini ayrı ayrı veya aynı anda yapabilir, ama hiçbirini yapmak “zorunda” değil. Sanatı sanat yapan, ona bakan bin gözün, yaratıcısının yapmak istediği şeyden bağımsız şekilde bin farklı şey görebilmesi. Ve bu müthiş bir şey.
Seni tekinsiz hikâyeler yazmaya iten nedir?
Tekinsiz olanı irdelemeyi seven bir aklım olması herhalde. Bilinmeyeni, huzursuz eden karanlık şeyleri izlemeyi/okumayı seviyorum. Gözün gördüğünün değil de göremediğinin, kuytuda köşede kaldığı için fark edilmeyenin gölgesinin peşine takılmak hoşuma gidiyor. Hayat tekin değil ki edebiyat tekin olsun. Her şey gayet yolunda giderken bir anda tepetaklak oluveriyor dünyalarımız. Ve hiçbirimiz bu belirsizlik halinden muaf değiliz.
Hadiseler Cereyan Ederken içinde ödüllü öykülerinin de yer aldığı ilk öykü kitabın. Öykülerini nasıl yazıyorsun? Onlar mı seni buluyor, sen mi onların peşine düşüyorsun?
Öykü yazma süreci başladıktan kısa bir süre sonra sonlanmazsa, devamı gelmiyor bende pek. O an aklıma gelen bir fikir, yaşadığım tuhaf bir durum, gördüğüm bir şey beni defterin başına oturtup kendini yazdırıyorsa, genelde içime sinen bir şey çıkıyor ortaya. Ama bir yere not alıp “buna sonra bakayım” dersem ve o sonra uzarsa, ilk anki etki uçup gidiyor. Kendim okuduğumda sıkılacağım zorlama bir şey yazmaktansa, yazmamayı/yarım bırakmayı tercih ediyorum. İstisnaları oluyor bunun tabii.
Etkilendiğin yazarlar var mı? Kendini bu yazarlara yakın hissetme sebeplerin neler?
Çok derin, büyük meseleleri dünyanın en basit şeyiymiş gibi sade bir dil ustalığıyla, doğallıkla anlatan yazarları çok seviyorum. Onlar gerçek “ustalar” bence. Sanatın her alanında bakana/dinleyene/okuyana yapılan iş çok “basitmiş” hissi veren ama arkasında yüksek dağlar, derin denizler barındıran yaratımlar beni çok etkiliyor. Uyuşma’nın girişinde alıntıladığım, Ursula K. Le Guin’in Yerdeniz Büyücüsü’nün dilinden çok etkilenmiştim mesela. Çok basit, kısacık cümleleri dönüp dönüp okuduğumu ve hayran olduğumu hatırlıyorum. “Bir gün umarım böyle yazabilirim” demiştim. Bir de, bende farklı bakış açıları yaratabilen, sorgulamama sebep olan, beklenmedik bir anda kahkaha attıran, şaşırtan yazarları çok seviyorum. Kendini tekrar edip durmayan, klasik kalıpların dışına çıkma cesareti gösteren ve yazma sürecimde bana da farklı şeyler deneme cesareti veren yazarları.
Öykü kitabının yanı sıra Uyuşma adında bir de romanın var. Kurgu metin üretirken senin için öykü mü öncelikli roman mı?
Bir okur olarak romanın geniş, derin, içine girip kaybolabildiğim hallerini öteden beri daha çok sevdim. Üniversitede derinlemesine çalıştığımız metinlerde de, özel hayatımda tercih ettiğim kitaplarda da. Yazarken de romanın içine daha çok girip o uzun süreç boyunca bir yanımla yarattığım yerde var olma hissini seviyorum, bazen zor gelse de. Ama bu kişisel tercihimden bağımsız şekilde, iki tür bende hep el ele gitti aslında, zira birbirlerini tökezletmeden ayrı kanallardan devam edebiliyorlar. Öykü o an çıkıyor ve kısa süre içinde şekillenip son buluyor, roman ise çok uzun süre, bazen yıllarca kafamda dolanıyor ve sürekli değişip dönüşüyor. Roman hayat gibi biraz. Ya da büyük, uzun, çok kollu bir nehir gibi. Akışına bırakmak gerekiyor; coşmasına, durulmasına, yeni yollara sapmasına, bazen tersine akmasına, dipte görünmeyeni yüzeye püskürtmesine, nihayetinde önüne çıkan şeyleri de içine katarak kendi yolunu bulmasına izin vermek. Öyküde o akışı kesip kontrol altına alan sağlam kütükler var bende galiba. Nehir aynı nehir, ama suyu iki yandan durdurup sadece arada kalan kısmı yazıyorum. Daha sınırlı, kompakt. Ormanda yürürken gördüğün tuhaf bir böceğe büyüteçle bakmak gibi öykü. Romansa ormanın ta kendisi. Böcek yine var, ama başrolde ya da tek başına değil.
Öykülerin ilk ne zaman yayınlandı ve bu sana ne hissettirdi? Hiç yayımlanmasaydın da yazmaya devam eder miydin?
Kırk yaşımda nihayet cesaret edip bir yarışmaya iki öykü yolladım. Biri ikincilik diğeri mansiyon aldı ve ikisi aynı kitapta yer aldı. Adımı basılı bir üründe görmeye çevirilerden alışıktım aslında, ama bir kitapta ilk defa bir yazar olarak yer almak heyecan vericiydi elbette. Hiç yayımlanmasaydım elbette yazmaya devam ederdim, çünkü zaten yıllarca o şekilde yazdım ve yazmamın asıl sebebi yeni dünyalar yaratma halini çok sevmem. Keyif almadığım ya da beni beslemediği noktada da bırakırım muhtemelen.
Öykü yazmayı sürdürmeyi ve başka öykü kitapları yayımlatmayı düşünüyor musun?
Zihnimde beni heyecanlandıran yeni hikâyeler belirirse, elbette. Ama kendimi tekrar edeceksem, sırf kitap yayımlatmış olmak için öykü üretmem. Şu anki önceliğim üçüncü romanımı kafamda istediğim bir şekle sokup o sürece kanalize olmak. Yine de beni bir yerden yakalayan öyküler olursa, onlar da buyursun gelsin tabii, zihnimin kapıları hep açık ve onların yeri ayrı.
Teşekkürler
Söyleşi: Elif Ünal
댓글