Turhan Yıldırım Yazdı- Öykücünün Tasarım Dünyası
- İshakEdebiyat

- 21 Ağu
- 4 dakikada okunur
Öykünün küçük evreni içerisinde kalem oynatan yazarın zihni, genel olarak parçalı ve süratli çalışır. Üst üste birbirinden farklı öykü dünyaları tasarlayabilir, çok değişik meseleleri birkaç bin kelimelik alanda anlatabilir. Böyle ifade edince aklıma, yıllar önce severek izlediğim Dar Alanda Kısa Paslaşmalar geliyor. Sinema tarihimizin en duygu dolu, sıcak filmlerinden biri olmasıyla beraber ismiyle futbola dair bir kavramı sunuyor. Dar alanda mücadele ediyorsanız ancak kısa paslaşmalarla sonuca erişirsiniz. Öykü evreni, tasarlanan olayların ve karakterlerin birbirine hızlıca değerek sonuca gidilmesiyle meydana gelir. Çünkü romanda olduğu gibi sayfalarca alanı yoktur öykücünün. Genellikle üç beş sayfalık bir aralıkta kalem oynatır. Elbette çok daha uzunları da görülebilir ama sonuç olarak mesafe kısa, karakter sayısı az, zamansa dar bir çerçevenin içindedir.

Gerçi böyle söylüyorum ama zamanın boyutsal genişliği kimi öykülerimde mevcuttur. Mesela Modern Soslu Postmodern Makarna’da yer alan “Uçurtma Şenliği”, Kabil ve Habil hikâyesine değinerek başlar. Sonrasında on beşinci yüzyılda idam edilerek öldürülen ozan Nesimi’ye geçer, devamında çağlar atlayarak 1980 askeri darbesi dönemine geçiş yapar. Nihayetinde öykünün finalinde günümüze geliriz. Aynı metnin içinde çok farklı devirleri anlatmış olsam da yukarıda belirttiğim gibi olayların birbirine değmesi epey hızlıdır. Öykünün sadece 960 kelimeden meydana geldiğini düşünürsek geçişlerin ne kadar süratli olduğu anlaşılabilir. Tek metin üzerinden değil de bir öykü kitabı içinden irdelersek Fuat Sevimay’ın Fakir Baykurt Öykü Ödülü’nü kazanan eseri Gör Bağır buna güzel örnek olacaktır. Yazar, kitabın isminde olduğu gibi çoğunlukla gördüklerini bağırma şeklinde bir anlatıma gitmiştir. Kısacası eserin teması ortaktır ama hikâye edilenler birbirinden değişik mesele ve zamana sahiptir. Mesela “Hurda Franco”da 1970’lere kadar iktidarını sürdüren faşist diktatör Francisco Franco’nun, ölümü sonrasında hurdaya çıkan heykeli anlatılır. Zaman olaraksa Meksika’da düzenlenen 1986 FIFA Dünya Kupası dönemidir. Ayrıca eserde bulunan “Suriye Pasajı” öyküsüne baktığımızdaysa bu sefer başka bir zamana ve mekâna geçiyoruz. Suriye’deki iç savaş nedeniyle İstanbul’a göçmek zorunda kalan, Beyoğlu’ndaki Suriye Pasajı’nda bir meyhanede bulaşıkçı olarak çalışan Raşa’ya odaklanıyoruz. Gördüklerini bağırma temasına uygun öykülerde, mekânın ve zamanın farklılığını bu iki metinden rahatlıkla anlayabiliyoruz. Her ne kadar konulara birbirine yakın olsa bile öykücünün parçalı çalışan zihnine bu kitapta da şahit oluyoruz. Tema ortaklığına rağmen farklı metinlerle karşılaşıyoruz.
Roman, bütünlük içinde ilerlerken bir öykü kitabının yapısı doğaldır ki daha değişiktir. Bu da yazarın öykü üretiminde aklının parçalı çalışmasına neden olmaktadır. Öykü kitaplarında genellikle ayrı tellerden çalan metinlerin beraberliğini görürüz. Birbirinden değişik meselelere değinen, teknik açıdan da farklı yazılmış öykülere aynı eserde denk gelebiliyoruz. Bunun nedeniyse öykücünün aynı zaman diliminde birden çok metni düşünebilmesinden ileri gelmektedir. Tarihte geçen bir öyküyü kurgulayıp hemen sonrasında günümüze dair bir metin yazabilir öykücü. Keza yazar grev hikâyesi anlatırken kaleme aldığı bir sonraki öyküde yalnızlık çeken birinin dünyasından bahsedebilir. Roman gibi bütünlük arz etmesine ihtiyaç olmadığından öykücünün paletinde bulunan tüm renkler eserinde yer alabilir.

Tam da bu noktada son dönemlerde kitapların arka kapaklarına yazılan “öykü toplamı” ifadesine değinmek istiyorum. Literatürümüze girmeye başlayan bu kullanımı esasında öykücünün zihnine karşı yapılan bir hakaret olarak görüyorum. Yazar her ne kadar farklı metinleri bir araya getirse de buna “toplam” diyemeyiz. Böyle ifade ettiğimizde eserin herhangi bir fikri altyapısı olmadığını peşinen kabul ederiz. Aslında durum bu şekilde değildir. Öykücü metinlerini kaleme alırken kurmacanın matematiği gereği kendine has tarzda yapısını oluşturur. Başlangıç aşamasında, özellikle ilk eserinde bunun farkında olmayabilir, zihninin hangi kanallardan metin ürettiğini bilemeyebilir. İşte tam bu esnada editörün devreye girmesi gerekir. “Öykü toplamı” kolaycılığına kaçmak yerine, yazar öykülerini nasıl sıralayacağını, kitabını nasıl şekillendireceğini bilmiyorsa ve metinlerindeki farklılığın ayrımında değilse editörün buna el atması elzemdir. İlk öykü kitapları genellikle öykücünün birbirinden ayrık zamanlarda yazdığı, konu ve teknik açıdan da farklılıkları olan metinlerin bir araya geldiği eserlerdir. Bunu yazarın kurgu matematiği içerisinde belirli bir mantığa göre sıralamak gerekir. Böyle yapılmadığında, “öykü toplamı” ifadesinin arkasına saklanılan, yeterince üzerine düşünülmemiş kitaplarla karşılaşıyoruz.
Bunu kendi deneyimim üzerinden açıklamak istiyorum. İlk kitabım Kara Gergedan’da bulunan öyküleri sıralarken aslında zihnimin hangi kanallar üzerinden metin ürettiğine vakıf değildim. Yine de sezgisel olarak öykülerimi nasıl sıralayacağımı, neye göre sınıflandıracağımı biliyordum. Omurgasını, kitaba adını veren öykü ve onunla ilintili metinlerden oluşturmuştum. On dört öyküden oluşan eserde, bu metinler yedinci, sekizinci ve dokuzuncu sıradaydılar. Bir kitabevinin rafında Kara Gergedan adlı kitapla karşılaşan yaşlı yazarın hikâyesinin anlatıldığı “Bay Saçmason’un Saçmaları” yedinci sırada, Kara Gergedan lakaplı jigolo Mehmet’in hikâyesi sekizinci sırada, gözden düşmüş rap şarkıcısının hikâyesinin anlatıldığı -bir önceki öyküye karakterin kendi yazdığı rap şarkısı üzerinden bağlanan- “Alayına Gider Senfonisi”yse dokuzuncu sıradaydı. Birbiriyle alakalı olduğunu belirttiğim bu üç metin, yazım zamanı açısından ardı ardına kaleme alınmış öykülerdi. Aslında ilk olarak “Kara Gergedan”ın fikri doğmuştu ama onu yazana kadar “Bay Saçmason’un Saçmaları” ve “Alayına Gider Senfonisi” gelmişti. Birbirlerini doğuran öyküler olsalar bile üçünün anlattıkları ve kullanılan anlatım biçimleri farklıdır. Bu da öykücünün tasarım dünyasının nasıl oluştuğunu bize gösteriyor. Görüleceği üzere yazar, aynı anda birden fazla öykü fikrini geliştirip sonrasında bunları kâğıda dökebiliyor. Örnekteki gibi benzer zaman diliminde, yaşlı yazarı, jigoloyu ve rap şarkıcısını tasarlayıp öykülerini meydana getirebiliyor.
Öykücünün tasarım dünyasından bahsederken sürat kısmını da anlatmak gerekiyor. Öykücü genel olarak hızlı yazmayı seven, çabuk finale gitmekten hoşlanan, bir metni bitirip diğerine başlamayı arzulayan yazar tipidir. Elbette yirmi sayfa süren öyküsünü adım adım kurgulayan kalem erbapları da mevcuttur ama genellikle öykücü zihni telaşlıdır, koşmaktan hoşlanır. Tabii ki kimi metinlerin yazımı uzun soluklu olabilir, bu dediklerimin dışında gerçekleşebilir ama yine de öykücünün tasarım dünyası dediğimizde, belirttiğim özellikler öne çıkacaktır. Ayrıca bir diğer konu da yazarın kelime tasarrufu yapmasıdır. Kısa yazma alışkanlığı, sözcükleri de ekonomik kullanmaya neden olur. Bir olayı ya da durumu az cümlede anlatmaya meyillidir öykücü. Bundandır ki çoğu zaman geniş anlatı evreninden kaçınır. Belki bir romancının eline düşse otuz bin kelimede anlatılabilecek bir hikâyeyi, birkaç bin sözcükte kaleme alıp bir başkasına geçer.
Öykücüler için şıpsevdi kelimesini kullansak sanırım doğru bir tanım olurdu. Tamamladıktan sonra, “Ne güzel yazmışım,” dediği öykünün üstünden biraz zaman geçince hemen bir diğerinin heyecanına kapılırlar. Ne de iyi yazmışım, düşüncesi geride kalmıştır. Bünyeyi yeniden üretimin tatlı telaşesi sarmıştır. Zihin, koşuşturan fikirleri toparlayıp hâl yoluna koymaya çalışır. Beyindeki mayalanma süreci tamamlandığındaysa yeni öyküye başlanır. Bilgisayarın başına geçip metnin ismini yazar yazmaz fırtına kopar. Bundan sonrası canhıraş bir mücadeledir. Yazarın kalbi çarpar, coşku doruğa ulaşır, üretimin ateşi yakılır. Yazılacak öykü, en azından öncekiler gibi iyi olmak zorundadır. Hem bunun tasası hem de yeniden bir karakter, atmosfer, mekân ve zaman tasarlayacak olmanın verdiği heyecan, sarıp sarmalar yazarı. Tasarım dünyasının makinesi işler, kalem yola koyulur, cümleler sayfaya ardı ardına düşer.
Turhan Yıldırım




Yorumlar