top of page

Zeliha Tamer Uçar Yazdı- Beyaz Pantolon

Yazarın fotoğrafı: İshakEdebiyatİshakEdebiyat

Türk edebiyatının en önemli kalemlerinden biri olan Yaşar Kemal’in Sarı Sıcak isimli öykü kitabını okudum. Yaşar Kemal, Anadolu kültürünü, insanlarını anlatan öyküleri ve romanlarıyla edebiyatımızın yediveren çiçeklerinden biridir. Yazarın hayata bakışını yansıtan eserleri bugün de Türk edebiyatı ve kültürü üzerinde derin izler bırakmaya devam ediyor. Toplumsal sorunları, eşitsizlikleri, adaletsizlikleri, hayat şartlarının getirdiği zorlukları konu edindiği eserlerinde kaleminin destansı anlatımı onu bir yazar olarak devleştirmiştir.

Eserlerinde insanoğlu doğayla bütünleşik, onun ayrılmaz bir parçasıdır. Öykü ve romanlarındaki yaşam kadar canlı doğa tasvirleri okuyucuyu kurduğu atmosferin içine alır. Yazar, eserlerinde okuyucunun karakterlerle duygusal, insani bir bağ kurmasını, konu üzerine düşünmesini sağlar.

Yapı Kredi Yayınları 2016 basımından okuduğum Sarı Sıcak isimli öykü kitabında; Sarı Sıcak, Bebek, Yatak, Dükkancı, Süpürge, Keçi, Sinek, Hançer, Beyaz Pantolon, Halis Serkisof, Yeşil Kertenkele, Bana Bak, Kardaş!, Yolda, Kalemler, Turnalar,  Avcı,  Ekin, Şahan Ahmed, Kavun Karpuz, Pis Hikaye, Hırsız, Ağır Akan Su isimli yirmi iki öykü yer almaktadır. Bu öykülerde Anadolu halkının yoksulluk karşısındaki çaresizliğini, verdiği hayat mücadelelerini, onca yoksunluğa rağmen hayata sımsıkı sarılışlarını, var olma çabalarını okuruz. Kitapta yer alan öykülerden;  hayalini gerçekleştirmek için üç gün tuğla ocağında çalışmaya gönüllü olan çocuk işçi Mustafa’nın hikâyesini anlatan Beyaz Pantolon isimli öykü beni çok etkiledi.

Öykü, “Çok sıcak vardı. Mustafa Çocuk tere batmıştı,” cümleleriyle başlar. Mustafa’nın bulunduğu ortam ve ortamın onun bedenindeki, hatta ruh halindeki etkisi bu cümlelerle okuyucuya aktarılır. Öykünün devam eden açılış sahnesinde Mustafa’nın ayakkabıcı çırağı olduğunu ve işini gönülsüzce yaptığını şu cümlelerden anlarız.    

“Ayakkabıyı örse koyup gelişigüzel bir çivi çaktı. Topuktaki yırtığı dikmeye başladı. Hiç canı çekmedi, bıraktı.

Bu ayakkabı, şimdiye kadar eline gelen ayakkabıların en parçalanmışıydı. Her bir yanı dökülmüştü. Bunu dikip bitirebileceğini hiç aklı kesmiyordu.

Usta bir ara başını kaldırıp Mustafa’ya baktı.

“Ne o?” dedi. “Ne o Mustafa, sabahtan beri evirip çeviriyorsun. Ne o?”

Mustafa, “Usta,” dedi, “her bir yerleri dökülmüş. Bir araya gelmiyor ki…”

Usta, “Uğraş hele,” dedi.

Mustafa akşama kadar canını dişine takıp dikti söktü, dikti söktü. Olmadı. Ter burnundan oluk gibi akıyordu.”

“Çok sıcak vardı. Mustafa Çocuk tere batmıştı.” cümlesiyle başlayan öykünün açılış sahnesi  “Ter burnundan oluk gibi akıyordu.”cümlesiyle tamamlanır.

Öykünün ikinci sahnesi ayakkabıcı dükkânına ustanın zengin bir arkadaşı olan Hasan Bey’in gelmesiyle başlar ve sahne şöyle devam eder:

“Hasan Bey’in bir ara gözü kan ter içinde kalmış çocuğa ilişti. Sonra ustaya: “Bu çocuğu üç günlüğüne versene bana,” dedi. “Tuğla ocağında çalışır mı?”

Usta, “Çalışır mısın Mustafa?” diye sordu. “Hasan Amcan tuğla ocağı yakıyor.”

Hasan Bey, “Üç gün üç gece,” dedi. “Gündeliğini alırsın. Gündeliğin bir buçuk liradandır.”

Tuğla ocağında çalışma konusunda tereddütte olan Mustafa’ya Hasan Bey şu sözlerle güvence verir:

“Cumali va ya, Savrun Mahallesinden Cumali, ona yardım edeceksin. İyi adamdır, seni çok çalıştırmaz.” 

Mustafa üç günlük çalışma sonunda alacağı dört buçuk lirayı duyunca uzun zamandır kurduğu beyaz pantolon diktirme hayaline ulaşabileceğini düşünerek teklife sıcak bakar ve annesinden izin almaya gider.

Öykünün üçüncü sahnesi ana-oğul arasındaki şu konuşmayla açılır:

 “Anam be! Anam, anam, güzel anam, ben Hasan Bey’in tuğlasını Cumali ile yakacağım.

Anası, “Olmaz,” dedi.

Mustafa kızdı, “Nedenmiş o?” diye sordu.

Ana, “Sen hiç tuğla yaktın mı?” dedi. “Tuğla yakmak nedir bilir misin? Üç gün üç gece uyumayacaksın. Dayanabilir misin yavrum?”

Mustafa, “Dayanırım,” dedi.

Devam eden sahnede Mustafa anasının itirazını kırmak için ona hayalinden bahseder.

Mustafa, “Bak,” dedi, “güzel anam, hani Tevfik Bey’in oğlu Sami…”

Ana, “Eeee?” dedi.

Mustafa’nın gözleri umutla parladı. Anasının huyunu bilirdi.

“Hani, o beyaz pantolon giyer. Hani sütbeyaz. Sütbeyaz lastikleri…”

“Eeee?”

“Bir güzel… Sütbeyaz… Bir güzel… Kar gibi.  İpek mintanım yok mu? Onu da giyerim. Yakışmaz mı?”

Ana başını önüne eğdi, yüzü sarardı.

Mustafa, “De bakayım, de bakayım yakışmaz mı?” dedi. “Hiç de kirletmem. Üç gün ne güzel çalışırım. Alırım parasını… Ya, alırım işte. Götürürüm terzi Vayis Ustaya. İki lirasına da Hacı Memed’den beyaz lastik alırım. İpek mintanım da sandıkta. De, yakışmaz mı?”

Ana başını kaldırdı. Gözleri yaşarmıştı. Sonra usuldan oğluna yaklaştı. Kucakladı.

“Can,” dedi, “Can! Sana ne yakışmaz ki…”

Bu sahne o kadar güçlüdür ki Mustafa’nın hayali gelir okuyucunun boğazına bir kılçık gibi saplanır. Ne yapsak çıkmaz o kılçık saplandığı yerden artık. Bundan sonra ne olacak merakıyla okuduğumuz her cümleden sonra yutkunuruz, yutkundukça kılçık acıyla hatırlatır kendini. Yaşar Kemal’in duyguyu aktarımındaki gücüdür bu hissettiklerimiz.

Yaşar Kemal, diyaloglarla Mustafa’nın hayatı hakkında bilgi edinmemizi sağlayan çok güçlü sahneler kurmuş, anlatma göster dediğimiz tekniği çok güzel uygulamıştır. Aşağıdaki diyaloglarla Mustafa’nın çocuk yaşta bu kadar ağır yüklerin altına girmek zorunda kalışının nedenlerini anlıyoruz:

“Baban gibi olursun.”

“Babam olsaydı?”

“Sen yüksek mekteplere giderdin. Okurdun da büyük adam olurdun.”

“Ya şimdi?”

“Baban olsaydı…”

“Mustafa daha gün doğmadan uyandı,” cümlesiyle başlayan öykünün dördüncü sahnesiyle hikâye derinleşmeye başlıyor.

Günün erken saatlerinde tuğla ocağına giden Mustafa’nın duygu dünyasında endişe ve beyaz pantolona kavuşma sevincinin birbirine karıştığını görüyoruz. Tuğla ocağına öğlene doğru gelen Cumali’yi gören Mustafa’nın korkusu artarken Cumali de Mustafa’nın varlığından rahatsız olur. Cumali,  Hasan Bey’in Mustafa’yı tuğla ocağı yakarken kendisine yardım etmesi için tuttuğunu anlayınca öfkelenir. İşin zor olduğunu, bir çocuğun bu işin altından kalkamayacağını söyleyerek onu kovar.

Mustafa durdu durdu, sonra kasabaya doğru birkaç adım attı. Ayakları geri geri gidiyordu sanki. Yürümekten vazgeçti. Gözünün önünden beyaz pantolonlar –ne olursa olsun, beyaz olsun da-, beyaz bulutlar, beyaz çamaşırlar, pamuk yığınları, bir sürü beyazlıklar uçuşuyordu. Bir ağlama, önüne geçilmez bir ağlama isteği genzini yaktı. Kendisini tutmasa hemencecik boşanacaktı. Yalvaran, yumuşacık bir sesle, “Cumali Amca, ben kocaman bir adamdan da çok çalışırım. Hiç uyumam,” dedi. Sonra birden aklına geldi. “Hem ben şimdi gidersem Hasan Bey geri gönderir beni. Gündeliklerimi peşin aldım. Ya Cumali Amca.”

Cumali hışımla, “Git,” dedi, “başıma bela olma!”

Mustafa dikeldi. “Ne yani, ne diye ekmeğime sebep oluyorsun? Yani çocuk diye. Ne yani! Ben herkeslerden çok çalışırım. Parasını aldım zaten. Şimdi gidersem geri gönderir Hasan Bey!”

Cumali, “Yaa,” dedi, “demek öyle ha!”

“Peşin aldım paramı.”

Cumali, “Gel öyleyse,” dedi, “Ya çalışamaz yarıda bırakırsan? Gösteririm o zaman ben sana…”

Bu sahneden sonra Mustafa’nın tuğla ocağında zor şartlar altında gayretle ve özveriyle çalıştığını şu betimlemelerden anlıyoruz:  “Ocaktan da Mustafa’nın yüzüne yalımların ışığı vuruyor. Mustafa’nın zayıf, bir deri bir kemik yüzü yalımdan daha kırmızı. Kırmızı yüz, boncuk boncuk terlemiş. Terler parlıyor. İçerde yalımlar nasıl da boğuşuyor!”, “Mustafa’nın yüzü kurumuş, kavrulmuş, yırtılmıştı. Gözleri de çökmüştü.” 

Mustafa yorgun düşse de kendinden geçene kadar mücadele etmeyi bırakmaz. Cumali ise asıl sorumlu kendisi olduğu halde işin nerdeyse bütün yükünü Mustafa’ya bırakarak çoğunlukla uyur. Mustafa’nın çalışkanlığına karşı Cumali’nin tembelliği hikâyenin çatışmalarından biridir. “Mustafa hemencecik kalktı, işin başına geçti.”, “Cumali de suyun kenarına gitti. Sonra ağır ağır, sallana sallana geldi.”, “Mustafa çocuk şimdi artık yarı baygın. Artık tümseğe kadar koşacak gücü yok. Yırtık pantolonunu, gömleğini çoktan çıkarmış.”, “ İşte böyle, Mustafa hep çalıştı. Yoruldu, öldü bitti, canını dişine takıp çalıştı. Cumali ağır, hantal, domuzuna uyudu uyandı, “yoruldun mu?” diye sordu. Ateş önünde pişen çocuk boynunu büktü, cevap vermedi.” 

Mustafa’nın talihsizliği üç günün sonunda Hasan Bey geldiğinde Mustafa’yı uyurken Cumali’yi ayakta işinin başında bulmasıdır. Hikâyedeki çatışmalardan biri de Mustafa’nın çalışmadığını ima ederek onu haksızlığa uğratan Cumali’nin davranışına karşı Mustafa’nın dürüstlüğüdür. Mustafa çocuk yaşına rağmen alacağı parayı hak etmek için canla başla çalışmış ancak üç günün sonunda bitap düştüğü için Hasan Bey onu uyur vaziyette bulmuştur. Ancak Cumali sabaha kadar uyuyup dinlenmesine  rağmen Hasan Bey’e Mustafa’nın çalışmadığını ima ederek Mustafa’ya haksızlık eder.

“Ve gün kuşluktu. Mustafa korkuyla uyandı. Geceyi anımsadı. Kalkmak istedi, kalkamadı. Gözünü zorla açıp ocak tarafına baktı ki Hasan Bey gelmiş. Zorladı. Yavaş yavaş kalktı. Yanlarına doğru yürüdü. Ocağın etrafını döndükten sonra içeri baktı. Tuğlalar billur gibiydi. Kırmızı billur nasıl parlar, işte öyle parlıyordu.

Mustafa, hiç Hasan Bey’den yana bakamıyordu.

Hasan Bey ona yaklaştı, bir bakışını yakaladı, gülerek, “Yahu Mustafa,” dedi, biz seni buraya uyuyasın diye mi göndermiştik?”

Mustafa, “Vallahi Amca,” dedi, “her gece…”

Cumali sert sert baktı.”

Beyaz Pantolon isimli öykünün tamamını Yaşar Kemal’in Sarı Sıcak isimli öykü kitabından okuyabilirsiniz. Yaşar Kemal, iyilik, kötülük, tembellik, çalışkanlık, vicdan, merhamet gibi temaları kurduğu canlı sahneler ve güçlü betimlemelerle hayali olan beyaz pantolonu almak için tuğla ocağında çalışmak zorunda kalan Mustafa karakterinin yaşadıkları üzerinden başarıyla öyküleştirmiştir.

Yazımı Yaşar Kemal’in şu güzel temennileriyle noktalamak isterim: “Benim kitaplarımı okuyan; katil olmasın, savaş düşmanı olsun. İnsanın insanı sömürmesine karşı çıksın. İnsanı asimile etmeye can atanlara olanak vermesin. Yoksullarla birlik olsun, yoksulluk bütün insanlığın utancıdır. Benim kitaplarımı okuyanlar cümle kötülüklerden arınsınlar."


Zeliha Tamer Uçar

 
 

コメント


bottom of page