top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Emre Uzun- Açamayacağımız Kapı Yoktur

Durmaksızın sağa sola koşturduğum, fazlasıyla yoğun ve aynı zamanda oldukça sıkıcı bir cuma günüydü. Bir an evvel mesaimi tamamlayıp evime gidebilmeli, hafta sonu tatilimin keyfini bu akşamdan itibaren çıkarmaya başlayabilmeliydim.

Mesaim bitince hiç oyalanmadım. Evimin apartman kapısının önüne gelir gelmez gözlerim öylesine kamaştı ki başımı hangi yöne çevirebileceğimi bir türlü kestiremedim. Çünkü apartmanın eski, hantal ve açılırken adeta akordu bozuk bir çello gibi ses çıkaran kapısı gitmiş ve yerine yepyeni, inci gibi parlayan, üzerinde çeşitli çiçek motifleri bulunan, ufak camlı bölmelere sahip demir bir kapı gelmişti.

Yeni takılmış bu muazzam kapıyı birkaç dakika boyunca hayranlıkla inceledikten sonra apartmanda oturan ve hiçbirini henüz tanımadığım komşularımın zillerine rastgele basmak zorunda kaldım. Hem anahtarım yoktu hem de sırf iş yerime yakın olsun diye taşındığım, daha öncesinde ise sadece ismen duyduğum semtteki bu mütevazı apartman dairesine taşınalı birkaç gün olmuştu.

Fazla zaman geçmeden komşularımdan biri otomatiğe basıp kapıyı açtı. İçeri girip merdivenlerden usul usul çıkmaya başladım. Üçüncü kata geldiğimde yetmişli yaşlarında, aerobik kıyafeti giyinmiş ve Sibirya cinsi kedisini okşayan kır saçlı bir teyze kapısının önünde bekliyordu beni. Kaşları çatıktı. Kedisi ise gözlerini bir an olsun benden ayırmıyor ve kuyruğunu sürekli sağa ve sola hızlıca sallıyordu. Tam derdimi anlatmaya başlayacakken teyze benden önce davrandı, “Yarın gel, dış kapının anahtarını vereyim,” dedi. Teşekkür edecektim kendisine elbette ama teyze bu kez de benden önce davrandı ve kapıyı aniden suratıma kapattı. Ziline basarak hem kendisini hem de kedisini rahatsız etmeme epey sinirlenmiş olmalıydı. Olur böyle şeyler, düşüncesiyle bir kat daha çıkarak evime girdim.

Ertesi gün anahtarı istemeye gittiğimde Emine teyze dünün aksine epey neşeliydi. Ona kendimi detaylıca tanıtma fırsatı da buldum bu kez. Yeni taşındığımı artık bildiğinden kendisinde tek kopyasının olduğunu söylediği apartman kapısının anahtarını bana uzattı. Caddeye çıkıp sola döndüğümde, kendisi daha öncesinde hiç uğramamışsa da, üç tane anahtarcı bulabileceğimi söyledi. Bu anahtarcılardan birinde anahtarın aynısından kısa sürede çektirebilirmişim. Emine teyzeye teşekkürlerimi sunup ayrıldım kendisinden.

Günlerden cumartesiydi. Fazla vakit kaybetmeden anahtar işini halletmeliydim. Sonrasında tüm gün benimdi nasılsa. İstediğim her şeyi yapabilir ve hafta sonu tatilimin keyfini çıkarabilirdim. Mahallenin insanın nefesini kesen yokuşundan çıkarak caddeye doğru adımlamaya başladım.

Caddeye çıkıp sola döndüm. Yaklaşık yüz metre ötede arka arkaya sıralı, rengarenk neon ışıklarıyla aydınlatılmış üç levha görünüyordu. Levhaların ilkinde Anahtarcı K, ikincisinde Anahtarcı L, üçüncüsünde ise Anahtarcı S yazıyordu. Sıralamayı bozmak istemedim ve hızlı adımlarla önce Anahtarcı K'nin dükkânının önüne geldim.

K'nin dükkânının camında büyük harflerle "KÂZIM" yazıyordu. Yazının sağında ise kocaman bir fotoğraf vardı. Al yanaklı, pos bıyıklı, ellerini bıyıklarına götürmüş ve onlarla oynuyormuş gibi poz veren, haşin bakışlı bu adam Anahtarcı Kâzım'dan başkası olamazdı sanırım. “KÂZIM” yazısı ile fotoğrafın arasında fazlaca boşluk bırakılmış olması da gözümden kaçmadı. Fazla zaman geçmeden “KÂZIM” yazısı ile fotoğrafın arasında yukarıya doğru yavaş yavaş kalkan bir düzenek belirdi. Bu düzenek bir maket kalpten ve anahtardan oluşuyordu. Kalbin üzerinde bir anahtar yuvası olduğunu fark ettim. Anahtar ise kalbin anahtar yuvasına doğru yavaş yavaş hareketlenmeye başladı. O an dünya yıkılsa umurumda olmazdı. Beni ilgilendiren tek şey bu düzeneğin nasıl işleyeceğiydi. Anahtar, kalbin anahtar yuvasına kavuşur kavuşmaz durmadan yanıp sönen rengarenk bir yazı beliriverdi. Şöyle yazıyordu. “Açamayacağımız kapı yoktur.” Bir anahtarcıya göre oldukça havalı bu gösteriyi izledikten sonra içeri girdim.

Karşımda, dükkânın üst kat merdivenlerinin tırabzanına tutunmuş kocaman bir papağan gözlerini bana dikip kaşlarını çatmış ve sert sert bakıyordu. Birkaç adım atmamla boynunun uzamaya başladığını fark ettim. Hırlamaya da başlamıştı. Başını sağa sola hareket ettirirken aynı sözcüğü üç kez tekrarladı. “Müşteri…,”, “Müşteri…”, “Müşteri…”

Ortalıkta kimseler yoktu. Birkaç adım daha atıp içeriyi detaylıca incelemeye başlamıştım ki, bir gürültü koptu ve dükkânın asma tavanından bir bölme açıldı. Bir erkek sesi duyuyordum ama görünürde kimse yoktu. Fazla zaman geçmeden biri benden merdiveni yanaştırmamı istedi. Ses tavanın açılan bölmesinden geliyor olmalıydı. Kapının önündeki merdiveni alıp hızla tavanın bölmesine hizaladım ve sıkıca tuttum. Bir adam merdivenlerden yavaş yavaş inmeye başladı. İnip bana tam olarak döndüğünde, dükkânın camındaki adamla merdivenini tuttuğum adamın aynı kişi olduğunu anladım. Evet, anahtarcı Kâzım tüm heybetiyle karşımda duruyordu.

“Hoş geldin yeğenim!” dedi. Tokalaşırken elimi öyle bir sıktı ki tüm kemiklerimin kırılacağını zannettim.

Vakit kaybetmeden elimdeki anahtarı çektirmek istediğimi söyledim. Omzuma sertçe vurarak, “Hallederiz yeğenim, o kolay iş!” dedi. Anahtarı çekmek için makinesinin başına oturmuştu ki kapıdan çekik gözlü bir genç girdi. Elinde bir paket vardı ve Kâzım'a Japonca bir şeyler söyledi. Kâzım da ona aynı şekilde Japonca karşılık verdi. Paketi alıp hızla açtı. Pakette bir porsiyon suşi vardı. Kazım suşi çubuklarını nazikçe kavradı ve suşisini afiyetle yemeye başladı.

Kâzım'ın yemeğini yiyerek anahtarımı çekmesi neredeyse bir saat sürdü. Borcumu ödeyerek bir an önce ayrılmalıydım.

“Borcum ne kadar Kâzım ağabey?”

“100 lira versen yeterli yeğenim.”

“Ne yaptın Kâzım ağabey, yüz lira olur mu bir anahtar?”

İnce işçilik aslan yeğenim, piyasadaki en son çıkan anahtar modelidir bu.”

Kalsın, diye anahtarı orada bırakıp gidemedim ve evimin yolunu tuttum. Hava ne kadar da sıcaktı bugün. Alnımdan ter damlaları boşalmaya başlamıştı bile. Nihayet apartman kapısının önüne gelebildim. Anahtarı kapının yuvasına yerleştirdim. Önce sağa, sonra sola, bir daha sağa ve bir daha sola... Neredeyse on kez denedim ama kapı bir türlü açılmadı. Kâzım suşisine öylesine odaklanmıştı ki anahtarı çekerken kesin bir şeyleri yanlış yapmıştı. Ulan Kâzım... Ulan Kâzım... Hani açamayacağın kapı yoktu?

Yeniden caddeye çıktım. Kâzım'a gidecek ve anahtarı yeniden çekmesini isteyecektim. Fakat dükkân kapalı, kapıda bir yazı asılıydı ve aynen şöyle yazıyordu, “Kapalıyız. Ne zaman açılırsınız diye sormayın. Bilsek onu da yazardık.” Yüz liramdan da olmuştum. Yapılacak en mantıklı şey az ötedeki ikinci anahtarcıya uğramaktı.

İkinci anahtarcıya doğru adımlarken birtakım sesler gelmeye başlamıştı kulağıma. Neyin sesiydi bu? Bir tür müzik miydi? Dükkânın önüne geldiğimde sesin kaynağının içeriden başka bir yer olmadığını anlamak pek de zor olmadı. Mezdeke dans müziği değil miydi bu duyduğum? Yoksa gaipten sesler mi duymaya başlamıştım? Anahtarcı L'nin dükkân camında büyük harflerle “SADECE ANAHTAR ÇEKİLİR” yazıyordu. Ben de sadece anahtar çektirmek istiyordum zaten. O zaman derhal içeriye girip anahtarı çektirmeli ve evimin yolunu tutmalıydım.

İçeri girdiğimde mezdeke müziğini kulaklarımın en derinlerinde hissediyordum. Karşımda beş altı yaşlarında biri kız biri erkek iki çocuk, parmaklarıyla beni işaret ederek adeta kahkahalara boğuluyorlardı. Ne olup bittiğini anlayamamıştım. Çocukların durduğu yere doğru bir adım atmıştım ki dengemi kaybedip kendimi yerde buluverdim. Gözlerim dükkânın tavanına dikiliydi. Göz kapaklarım ağırlaşıyor, tavanın görüntüsü netliğini kaybediyordu. Bir süre sonra gözlerim tamamen kapandı.

Burnumda çok yoğun bir kolonya kokusu... Gözlerim açılmaya başladı. Bir kanepeye ayaklarım yukarıya doğru dikilmiş bir şekilde uzanmıştım. Başımda dört kişi vardı. Bir adam, bir kadın ve beş altı yaşlarında bir kız bir de erkek çocuğu... Bu çocuklar ben düşmeden önce kahkahalarla gülerek beni işaret eden çocuklar değil miydi? Evet, Onlardı. Aynı şekilde gülmeye devam ediyor, beni işaret ediyorlardı. Kendimi az da olsa daha iyi hissediyordum. Bir an önce ayaklanmalı ve buradan ayrılmalıydım. Doğrulup ayağa kalktığımda başımda duran adam nazikçe elimi sıkıp, adının Lütfü olduğunu söyledi. Anahtarcı L'de anahtarcı Lütfü'nün kısaltmasıydı demek. Lütfü, çocukların yerlere saçtığı bilyeleri göstererek onlara basıp düştüğümü söyledi. Çektirmek istediğim anahtarı istedi ve beraberce makinesinin başına oturduk.

Mezdeke müziği çalmıyordu. Dükkânda sessizlik hakimdi. Lütfü anahtar çekme işlemine başladı. Gözlerimi açtığımda başımda duran kadın elinde bir tabakla yanımıza geldi ve, “Acıkmışsındır evladım,” diyerek elindeki tabağı bana uzattı. İçinde dolma, kısır, su böreği ve yaş pasta olan tabak bana annemin bütün mahalleli kadınları toplayarak ayda bir yaptığı günleri hatırlatmıştı. O sırada dükkânın üst kat merdivenlerinden ayak sesleri geliyordu. Başımı merdivenlere çevirdiğimde yaklaşık on ya da on beş yaşlı teyze üst kat merdivenlerinden iniyordu. Lütfü'nün eşi olduğunu öğrendiğim, bana tabak uzatan kadın, misafirlerini yolcu etti.

Lütfü'ye bir bakış atıp camdaki “SADECE ANAHTAR ÇEKİLİR” yazısını sordum. “Hanım gözümün önünde olsun. Burada benim yanımda eğlensin isterim, yoksa burada yaptığım tek iş anahtar çekmektir,” dedi.

Lütfü anahtarı çekip bana teslim etti. Herhangi bir ücret istememişti. Güler yüzle iyi günler dileyip dükkânından ayrıldım ve apartmanımızın kapısının önüne geldim. Anahtarı kapıda defalarda denedim fakat bu da kapıyı açmadı. Anahtarcı Lütfü'ye uğrayıp durumu anlatacaktım. Dükkânına gittiğimde içerde sadece eşi ve çocukları vardı. Eşine Lütfü'nün nerede olduğunu sorduğum. Önemli bir iş için uzak bir semte gittiğini ve gece yarısına doğru ancak dönebileceğini söyledi. Kendileri de birazdan dükkânı kapatıp evlerine gideceklermiş. Bir anahtar çektirme işlemi daha başarısızlıkla sonuçlanmıştı anlaşılan...

Anahtarcı Lütfü'nün dükkânından ayrıldım ve hiç vakit kaybetmeden üçüncü anahtarcının önünde buldum kendimi. Dükkânın camında büyük harflerle "ANAHTARCI SAMİ" yazıyordu. Dükkânın kapısı açıktı. İçeri girdim, son ses Eminem'in “Lose Yourself” şarkısı çalıyordu ve karşımda 60'lı yaşlarında, beyaz saçlı, aynanın karşısında pazularını sıkan, kaslı ve epey formda görünen bir adam vardı. Yerdeki rengarenk spor minderleri ve dambıllar da hemen dikkatimi çekmişti. Yanlış dükkâna gelmiş olmalıydım çünkü buranın anahtarcıya benzer hiçbir hâli yoktu. Aynanın karşısındaki adam beni fark edince pazularını sıkmayı bıraktı ve bana doğru yürümeye başladı. İyice yaklaşıp tam karşımda durdu ve yüzüne bir tebessüm takındı. Anahtar çektirmek için geldiğimi söyleyince, tokalaşmak için elini uzatıp adının Sami olduğunu söyledi.

Sami amca beni içeriye tam olarak buyur ettikten sonra, birkaç dakika içerisinde anahtarı çekmeye başlayacağını söyledi. Ben ise anahtar çekme makinesinin önündeki taburelerden birinde oturuyordum. Sami amca önce müziği kapattı, elinde bir şişeyle gelip makinesinin başına oturdu. Şişede protein tozu olduğunu anlamıştım. Sami bir taraftan anahtarı çekiyor, bir taraftan da protein tozlu karışımını afiyetle yudumluyordu. Telefonum çaldı. Arkadaşlarımdan biriydi fakat sesini bir türlü alamıyordum. Kalkıp dışarı çıktım.

Telefon konuşmam neredeyse yarım saat sürdü. Dükkâna girdiğimde Sami amca masasının başında çoktan uykuya dalmıştı bile. Anahtarı çekmişti ama. Masanın üzerindeki anahtarları alıp cebime koydum. Nazik bir şekilde kolundan dürtüp seslendim fakat Sami amcayı uykusundan uyandırmayı başaramadım. Bir daha denedim, bu kez daha sert dürttüm kolunu. Ama nafile...Korkmaya başlamıştım. Alnımdan soğuk terler boşanmaya başlamıştı bile. Cesaretimi toplayıp Sami amcanın ellerine dokundum, nabzını kontrol ettim. Elleri buz gibi, nabzı ise atmıyordu...

Vakit kaybetmeden ambulans çağırdım. Sami amcanın telefonundan eşini arayıp haber verdim. Ambulans kısa süre içerisinde geldi. Sami amcanın eşi ve neredeyse tüm tanıdıkları polis ekipleriyle beraber dükkândaydı. Herkese tüm olan biteni anlattım. Ekipler dükkânın kamera kayıtlarını incelediler. Neredeyse kırk beş dakika sürmüştü ama benim suçsuz olduğum da anlaşılmıştı. Müsait bir zamanımda emniyete uğrayıp bir kez de orda ifade vermem gerektiğini söylediler. Sami amcanın eşine, tanıdıklarına başsağlığı dileyip dükkândan ayrıldım...

Evimin apartman kapısının önündeydim yine. Sami amcanın çektiği anahtarı kapının deliğine yerleştirdim. Önce sola, sonra sağa, sol, sağ, sol, sağ derken kapı üçüncü kez de açılmadı. Sinirlerim hepten bozulmuştu artık. Var gücümle zorluyor, kapıyı durmadan ileri geri ittiriyordum. Kendimi öylesine zorlamıştım ki kan ter içerisinde kalmıştım. Nasıl bir gürültü çıkardıysam artık, kapı camından mahalledeki insanların etrafımda toplanmaya başladığını gördüm. Etrafıma toplanmış mahallelide sessizlik hakimdi. Birkaç dakika sonra o sessizlik birinin, “Müsaade edin evladım,” demesiyle bozuldu. Ses fazlasıyla tanıdıktı. Arkamı döndüğümde Emine teyze kapıya doğru yaklaşıyordu ve elinde alışveriş poşetleri vardı. Yanıma geldi, poşetleri taşımam için bana uzattı. Çantasını karıştırmaya başladı ve çok geçmeden ayıcık maskotlu bir anahtar çıkardı. Emine teyzenin çantasından çıkardığı anahtarla benim saatlerdir çektirmeye uğraştığım anahtarın maskotu aynıydı. Emine teyze kapıyı açıp içeri girmem için kapıyı tutarken kafam iyice karıştı.

Emine teyzeyle beraber merdivenleri çıkarken kafamdaki sorulara cevaplar bulmaya çalışıyordum. Emine teyze bana apartman kapısının anahtarını çektirmem için uzatırken kendisinde tek kopyanın olduğunu söylememiş miydi? Eğer tek kopya benim saatlerdir çektirmek için uğraştığım anahtarsa Emine teyze çantasından çıkardığı anahtarla kapıyı nasıl açabilmişti?

Emine teyzenin evine girdiğimizde gelini Zeliha içerde dört dönüyor, çekmeceleri hızla açıp kapatıyor ve “Nerede bu anahtar?" diyerek kendi kendine söyleniyordu. Emine teyzeye acelesi olduğunu söyledi. Kendi evinin ayıcık maskotlu anahtarını görüp görmediğini sordu telaşla. Emine teyzenin anahtarları karıştırıp bana, gelini Zeliha'nın evinin anahtarını verdiğinden artık emindim. Zeliha'ya cebimdeki anahtarı çıkarıp gösterdim. Sinirli bir şekilde evinin anahtarının bende ne aradığını sordu. Ne Emine teyze ne de ben bir cevap verebildik. Sadece birbirimize bakıyorduk...


Emre Uzun

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page