top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Kieran Devaney- Durum Komedisi

Merhaba, dedi Richard. Bugün sizlere geliştirmekte olduğum durum komedisi fikrimden bahsetmek istiyorum. Bir seri katille ilgili. Çeşitli cinayetlerinin ardından yakalanır ve iki yüz elli yıl müebbet hapisle cezalandırılır. Buraya kadar olan arka plan durum komedisinin ilk iki bölümünde verilecek. Ana karakteri ilk gördüğümüzde cezaevine götürülüyor. Hapishaneye girdiğinde yatacağı iki yüz elli yılı vardır ve siz de bunu asla gerçekleştiremeyeceğini düşünürsünüz. Aslında bu ömrünün geri kalanında çekmesi amaçlanan ceza. Fakat bu adam, başkahraman, orada, hapishanede ve oraya girdiğinde diyelim ki kırk yaşında, tamam mı? Kırk yaşında ve hapishanede elli yıl daha yaşıyor, doksanına kadar. Henüz şartlı tahliye veya cezada değişiklik ihtimali yok. Bu arada kendisi de yaptıklarını kabul ettiğinden suçlu olduğuna dair şüphe yok. Yani dediğim gibi, bu tamamen arka plan. Adamı ilk kez hapishanede görüyoruz, kırk yaşında ve orada önceki hayatından daha fazla, elli yıl daha yaşayacak. Cezasının iyi halden birkaç yıl indirildiğini, aynı zamanda garip bir şekilde gardiyanlarla yaşadıklarından ya da buna benzer şeylerden dolayı cezasının tekrar uzatıldığını da görüyoruz. Fakat aşağı yukarı dengeleniyor. Sonra onu doksan yaşında, şartlı tahliyesinin resmi olarak reddedildiğinde görüyoruz ve o, başkahraman, avukata şartlı tahliyesinin reddedilebileceğini, bunun onun için sorun olmadığını çünkü mahkûmiyetinin sonuna kadar yaşayacağını ve hapishaneden çıktığında sadece onun, yani avukatın, değil onun çocuklarının, çocuklarının çocuklarının ve onların da çocuklarının ölmüş olacağını söylüyor. Böylece doksan yaşındaki, şu haliyle bile dünyanın en yaşlı mahkûmu olan bu adam kendini göstermiş oluyor.

Bir on yıl daha geçiyor. Yüz yaşında. İki yüz elli yıllık cezasının altmış yılını doldurmuş. Medyada serbest bırakılmasına dair bazı konuşmalar oluyor. Daha ne kadar yaşama ihtimali var ki, diyorlar. Ama suçlarının cezasını çekmesi için mahkûmiyetinin devam etmesini söyleyenler de eşit oranda. Bir on yıl daha geçiyor ve o, yaşayan en yaşlı insan, gezegendeki diğer bütün insanlardan daha yaşlı ve hapishanede. Mesele şu ki o gayet iyi görünüyor, seksen yılı kolaylıkla tamamlamayabilir. O ara, yaşayan en yaşlı insanken, toplumda iki farklı tepki ortaya çıkıyor. Biri bu durumda uygulanması gerekenin ölüm cezası olduğu yönünde diğeri, daha ilginç olanı ki bazıları onun bu iddiasını ciddiye almaya başlamıştı çünkü görüşmesine izin verilen birkaç gazete sayesinde kamuoyu oluşturuyordu, cezasını çekmeli ve serbest kalmalıydı. Her iki tepki de benzer bakış açılarından kaynaklanıyor. İki taraf da ortada tek bir şey olduğunu ve ona farklı yönlerden yaklaştıklarını biliyorlar. Ölüm cezası uygulanmıyor. Ve her nasılsa başkahraman, ömrünün çoğunu hapishanede geçirmesine rağmen kendisiyle iletişime geçerlerse bir şeyler kazanacaklarını düşünen insanlardan mektuplar almaya başlıyor. Böylece taraftar kazanıyor ve uzun ömürlü olması bazı insanların gözünde işlediği suçları aklıyor. Yaşamaya devam ediyor ve bir noktada canlı ya da ölü fark etmez, gelmiş geçmiş en yaşlı insan oluyor. Biraz zayıf ama hala doktorunun söylediğine göre, sağlığı yerinde. Yüz kırkıncı doğum gününe geldiğinde kısa süre içinde hapsedilmesinin yüzüncü yıldönümüne ulaşıyor, fakat bu tarih onun salıverilmesiyle ilgili yeni bir çağrıyı da beraberinde getiriyor. (Bazı çevrelerde de ölümüyle ilgili olarak.)

Nasıl olur da, diyor insanlar, bir insanı bu kadar zaman hücrede tutarsınız? Kurbanların aileleri çoktan ölmüştü ve o suçlar işlendiğinde yaşıyor olan neredeyse hiç kimse hayatta değildi, hiç kimse onları hatırlamıyordu fakat yönetim kararından vazgeçmiyor. Onun sırf bu kadar uzun yaşamış olması, diyorlar, yaptıklarını hafifletmez ve verilen cezaya saygı duyulması gerekir.

Hatta konuyla ilgili açıklama yapan bir yetkili, yaşadığı müddetçe diğer tüm mahkûmlar gibi cezasının tamamını çekeceğini ve serbest bırakılacağını söylüyor. Bu, onca zaman sonraki ilk resmi bakış açısı.

Daha sonra, yüz elli yaşını doldurmadan birkaç ay önce hastalanıyor. Doktorlar kanser olduğunu ve müdahale edilemeyeceğini söylüyor. Yaşayacak sayılı haftası olduğunu da. Bu epey karşılık buluyor, bazı insanlar sevinçle karşılıyor çünkü o sadece bir insan ve ölümlü, diğerleri ise tam da aynı sebepten yıkılıyor. Her iki tepki de daha derin bir inancın tekerrüründen yani birisinin bu kadar uzun yaşaması ve ölmemesi ihtimalinin kaygısından kaynaklı. Derinlerde saklı olan bu inanç ölüm korkusunda gizli, ölümlü olmakla ilgili büyük bir endişe.

Hapishanenin hastane koğuşuna taşınıyor. Nöbetçiler ve doktorlar tarafından gözetim altında tutuluyor. Elbette ailesi yok, arkadaşları da ve dışardan ziyaretçi kabul etmesine izin verilmiyor. Ölümüne saatler var. Kapısının dışına bir nöbetçi dikilmiş ve odasında tek başına ölüme terkedilmiş. Gazetelerin editörleri ölüm ilanı için yer ayırıyor, televizyon kanalları onu destekleyenlerin ve karşı olanların toplandığı hapishanenin önüne muhabirlerini yerleştiriyor. Gece oluyor, ertesi sabah doktorlar hücrenin kapsını açtıklarında yatağı boş buluyorlar, mahkûm köşede oturuyor. Başını kaldırıp onlara bakıyor, sallanarak ayağa kalkıyor. Gözlerini ovuyor. Her geçen dakika biraz daha yaşlanıyor, her bir anda, o ana kadar yaşamış en yaşlı insan. Doktorlar test yapıyor ve kanserin gerilediğini görüyor, artık yeniden sağlıklı. Kargaşa oluyor. Hapishanenin dışında iki taraftan protestocular çatışıyor. Dönemin hükümeti açıklama yapmak zorunda kalıyor, ölmemesinden memnun olmadıklarını belli etmeden fakat gittikçe büyüyen idam seslerini bastıracak şekilde, dikkatli. Ona olan destek gittikçe artıyor ve yaşadığı haberi bu desteğin daha şiddetli olmasını sağlıyor. Bazı akımlar daha da marjinal. Ona yaşayan bir tanrıymış gibi ibadet edildiğine dair dedikodular çıkıyor. Orta yaşlı bir adamın yaşam süresini uzatmak için seri cinayetleri taklit etmeye başlamasıyla durum doruk noktasına ulaşıyor. Adam süreç içinde yakalanıp hapsediliyor. Halk yine söyleniyor. Zaman geçiyor ve bu taklitçi katil hapishanede ölüyor, asıl kahraman ise iki yüz yaşına gelmiş. İki yüz elli yıllık cezasının yüz altmış yılını çekmiş. Bundan kısa süre sonra bir nöbetçi onu öldürmeye teşebbüs ediyor. Defalarca bıçaklanıyor ama ölmüyor. Nöbetçi hapse atılıyor ve on beş yıl sonra ölüyor. Başarılı da olsalar hükümetlerin üzerindeki bu konuyla ilgili baskı bir artıyor bir azalıyor. Adam ara sıra hatırlanıyor sonra unutuluyor. İki yüz otuzuncu doğum gününde bir gazeteyle röportaj yapmasına izin veriliyor. Cezası bitene kadar yaşayacağına dair iddiasını yeniliyor fakat çok yorgun olduğunu ve mümkün olduğu kadar uyuduğunu söylüyor. Gazetedeki bir makaleye eşlik eden fotoğraflar, yüzünün yakın çekim fotoğraflarından oluşuyor. Başlıklar ifadesini gizemli hale getirse de dikkatli bakıldığında yüzündeki o ifadeyi okumak mümkün. Burada yaklaşık iki yüz yılı sadece bir mahkûm olarak geçirmiş bir adam var.

Bir makalede onun mahkûmiyetinin devlete olan maliyeti üzerine tahminlerde bulunuluyor. Tutuklu olduğu çeşitli kurumlar, bu süre zarfında gerçekleşmiş büyük tarihi olaylar, tutukluluğu sırasında yaşamış ve ölmüş sayısız isimlerin arasında yer alan diğer mahkûm arkadaşları.

Akademik kitapların basılması aşağı yukarı aynı dönemde oluyor. Bunlar, doktorların yapılan testler ve muayenelerde adamın özel bir niteliğine rastlanmadığını sadece insanların ölümüne neden olan şeylerin onda işe yaramadığını iddia ettikleri çalışmalar.

Yaşadığı her dakika, ortaya onunla ilgili tuhaf şeyler atılıyor. Gezegenin en uzun yaşayan canlısı olarak adlandırılıyor. Felsefeciler gerçek hayattan uzak yüzlerce yıl süren hayatın anlamını tartışıyor. Ona inananların sayısı gittikçe artıyor ve eylemleri de gittikçe karmaşık bir hal alıyor. Onların arasında avukatlar, politikacılar, lobiciler, CEOlar ve diğer güçlü insanlar da var ve artık daha çok baskı yapmaya başlıyorlar. Kendisine bu taraftarlar sorulduğunda veciz bir şekilde onları hayal kırıklığına uğratmamayı umduğunu söylüyor. Savundukları şey bu kadar uzun sürmüş bir hayatın bilimsel ve sosyal anlamının değeri ve çoğunluğunu esaret altında yaşamış olmanın insani trajedisi. Pek çok tarih akademisyenleri onların safında yer alıyor ve başkahramanın öldürdüğü kurbanları itibarsızlaştırmak, onların aslında kötü insanlar olduklarını, böylesi bir cezaya değer olmadıklarını göstermek için arşiv ve kayıtlara başvuruyorlar. Tüm bunlar çok uzun, yıllarca süren bir incelemeye ve hali hazırdaki mevzuatların güncel koşullara uyarlanmasına yol açıyor. On yıllarca önce bu cezaya karar verildiğinde mahkûmun serbest kalmasına yakın bir süreye kadar yaşayacağı elbette ki tahmin edilmediğinden sonuç olarak o şimdi iki yüz elli yaşında ve tam anlamıyla sembolik bir kişilik. Peki, mahkûmun tutukluluğu devam etmeli mi? İşlediği cinayetler için yeterince ceza çekmedi mi? Islah olmadı mı? Rapor, mahkûmun kontrolü dışında olan durumunu, yani uzun yaşamasını, ödüllendiren bir salıvermenin hukukun üstünlüğü ilkesine gölge düşürebileceğini kabul etse de serbest bırakılmasını öneriyor. Hükümet rapordaki önerileri değerlendiriyor fakat onları onaylamamayı tercih ediyor. Mahkûm hapishanede kalıyor ve yaşlanmaya devam ediyor. Artık iki yüz elli yaşında. Rapora katkı sağlayanların, hakkında makale yazanların, yanında saf tutanların çoğu ölmüş. Taraftarları sayıca artmaya devam ediyor ve tabii makaleler, kitaplar ve spekülasyonlar da. Yaşayanlar ise onun cezası bitiğinde de, kırk yıl sonra yani, yaşıyor olmayı umuyorlar. Bu durum protestoları ve erken salıverilmesi için uğraşanları durdurmuyor gerçi. Başarılı hükümetlerin zayıf görünmek korkusuna rağmen söylentilere uyup affı kabul edeceğine dair bir işaret de yok. Zaman geçmeye devam ediyor. İki yüz yetmiş, iki yüz seksen. Sadece on yılı kalmış. Yine hasta oluyor ve yine iyileşiyor. Yeni bir röportaja izin veriliyor.

“Bu kadar yaşamak nasıl bir duygu?” diye soruyorlar. “Dışardaki dünyayı göreceğine inanıyor musun?”

“Özgür bir adam olarak hayata uyum sağlayabilecek misin?”

Cevapları oldukça incelikli olsa da pek bilgi verici değil. Fakat onu konuşurken görmek, huzurunda olmak mahkûmun şanslı mı yoksa şanssız mı olduğuna karar veremediğini yazan gazetecininki gibi hissettiriyor. Çok dikkat çekmesine ve okunmasına rağmen röportaj tüm öncekiler gibi tam bir hayal kırıklığı.

Eğer herkes bu kadar uzun yaşasaydı, diyor bir eleştirmen, hapishane sistemimiz buna izin vermezdi.

Gazetecinin sorduğu bir soru okurların ilgisini çekiyor. Röportajın sonunda mahkûm sandalyesinden zar zor, bir aziz gibi doğrulurken, soruyor. “Serbest bırakılsanız yine öldürür müsünüz?”

“Ah evet, evet.” diye cevap veriyor.

Tahliye günü yaklaştıkça histeri tırmanıyor. Hapishanenin etrafındaki güvenlik artışının tahmini maliyeti ve tahliye prosedürü her iki tarafça alay edilerek eleştiriliyor ama olası bir isyanı önlemek için gerekli olduğu da kabul ediliyor. Komedi o son günde final yapıyor.

İki taraf da büyük kamplar kuruyorlar. Karşı olanlar ve destekleyenler, tanrılaştığını görmek isteyenler ve hor görmek, bağırıp çağırmak için gelenler. Birbirlerinden ayrı tutuluyorlar ve aralarında güvelik polisleri duvar oluşturmuş. Büyük haber ajanslarının hepsi ve küçük olanların yüzlercesi hapishanenin dışında hazır bulunuyor. Durum sanki iki yüz elli yıllık sürecin aslında bireysel inancın ötesinde bir zihniyetin ispatı olduğunu hissettiriyor. İnsanlar iki asırdan fazladır bu adamı konuşuyor ki kendisi bu süre zarfında tartışılan ve yargılanan fikirlerin birleştiği odak noktası. Toplananların çoğu bir işaret yakalamak için oradalar, kendilerini önemli hissettirecek bir kol parçası, bir el. Geçen iki yüz elli yıl onları bu noktaya getirmiş. Bundan sonra ne olacak, kendi kendine ne yapacak, bu salıverilme onun açıklanamayan biyolojik tuhaflıkları olan yaşlı bir adam olduğunu mu gösterecek yoksa o yükselip tapınaktaki yerini mi alacak tahminlerinin arasında, tüm bunların içinde bir de yiyecek satmaya çalışanlar, ite kaka kendine yer bulmaya çalışanlar, boş vaktini değerlendirmek isteyen çalışanlar, aileler hatta çocuklar da oradalar.

Durum komedisi şu şekilde bitiyor, kalabalığın ön tarafında bir sessizlik oluyor, bir şey gördüklerini sanıyorlar, bu şey arka tarafa doğru yayılıyor. İnsanlar telefonlarını kontrol ediyorlar. Ve o his etkisini kaybederek uzaklaşıyor. İnsanlar tekrar sohbet etmeye başlıyorlar ama o yine geliyor, bu kez daha belirgin. Hapishanenin kapısından düzinelerce görevli çıkmaya başlıyor. Çığlıklar, gözyaşları…

Kalabalığın içinden en adanmış olanlar doğaçlama şarkı söylemeye, ritim tutmaya başlıyor. Öne doğru ilerliyorlar. Kısa süreli çekişmeler ve gözaltına alınmalar oluyor. Güvenlik polisleri kapının dışında saatlerce bekliyor. Herkes ne olacak ya da ne olmalı diye beklerken şarkılar devam ediyor, insanlar huzursuzlanıyor. Kapıda bir hareketlenme oluyor. İçeri bazı adamlar giriyor bazıları dışarı çıkıyor. Çıkanlar kalabalığa bakmıyorlar, polis kalkanlarının arkasında kalıyorlar. İşleri belli, bir şeyi bir yerden alıp başka bir yere götürmek. Bu güne kadar yani haftalardır salıverilmenin nasıl olacağına dair pek çok spekülasyon oldu. Onun lehine mücadele edenler kapıdan tek başına çıkıp gitmesine ve günlerce kamp kurup onu bekleyen kalabalığı görmesine izin verilmesini savunuyor, sonrasında bir araca konulup götürülecek olsa bile. Son dakikada verilen yasal mücadeleye rağmen buna izin verilmemiş. Bir aracın içerisinde dışarı çıkartılacak ve kapalı olmayan bir alana götürülecek. Gökyüzü gri, kuşluk vakti. Yeryüzü ayak sesleriyle çalkalanıyor, bütün o bölge yeşil otlardan yoksun boş ve kahverengi. Bir beş dakika daha geçiyor sonra bir beş dakika daha. İnsanlar kinayeli yorumlar yapıyorlar, şakalaşıyorlar. Kısa cümleler kullanılıyor. Her yerde hiçbir şey olmadığı haberi rapor ediliyor. Hiçbir şey ama hiçbir şey. Zamanla, kapıda bir aksiyon başlıyor. Polisler dikkatlice kenara çekilip sıra oluyorlar. Bu bir tiyatro mu, sıkıldılar mı yoksa göstermelik mi yapıldığını hiç kimse anlamıyor. Daha büyük, başka bir kapı açılıyor. Bazı insanlar sessiz, kimisi gürültülü. Televizyon kanalları o tarafa yöneliyor. Hoş geldin şarkıları söyleniyor. Kimisi yere tükürüyor, kimisi küfrediyor bazıları da neşeleniyor. Açılan kapı bir dakika kadar boş kalıyor. Araç açık olan ilk kapıdan dışarı çıkıyor açık olan ikinci kapıya doğru. Etraftaki gürültü çok fazla yükseliyor. Şarkılar, köpek havlamaları, ağlamalar, pankartlar. Araç ana kapıdan çıkıp kalabalığa doğru ilerliyor. Polis aracın etrafında güvenlik çemberi oluşturmuş. Bir şeyler fırlatılıyor, bağırıp çağırılıyor. Araçta pencere yok. Finale yaklaşırken aracın içinde adamı görmüyoruz fakat o tutukluluğun imgesini görüyoruz. O burada, insanların arasında, onlardan uzak olsa da onlara görünüyor, hala onların üzerinde büyük bir etkiye sahip, olumlu ya da olumsuz, fark etmez. Bir enerji içeceği şişesi aracın yan tarafına isabet edip pat diye düşerken havada kapılıyor. Araç tekmelere, sevgi ya da affetme gösterilerine hedef oluyor, ya da çığlıklara. Şoför siyah, kurşungeçirmez gözlüklerinin gerisinde. Ajanslar onun artık dışarda olduğunu duyuruyor. Haber her yere yayılıyor herkes duyuyor. Aracın içindeki mahkûm iki yüz doksan yaşında, dünyanın en yaşlı insanı, özgür bırakılacağı açık bir alana doğru götürülüyor.


Öykü: Kieran Devaney

Çeviri: Çilem Dilber



0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page