top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Oya Özgür- Kuş Masalı

Gökyüzü Kendi Uçar

Sen Kuş Sanırsın...


Bir varmış bir yokmuştu. Kaf Dağı’ndaki Anka Kuşu’nu herkesler bilirdi de Azap Gölü’ndeki bahri kuşlarının ötüşlerini duyan olmazdı. Yerden göğe bakanlar, gökyüzü uçtukça kuşlar uçuruyor, kuşlar durdukça gökyüzü duruyor sanırdı. Göğün yere değdiği yerdeki şair bir sevinçlik menevişli kuş işlerdi. Guguk kuşunun “gugukçuk, yusufçuk, ne ister yuvacık,” dediğini duydu mu oynayan çocuklar apansız durur, tam uyuyacaklarsa uyanır, kuş masallarını dinlerlerdi.

Hem buraya hem oraya hem de uzağa uzak olan ülkelerden birinde, sabahlardan bir sabah, erkek mavi makav kuşu gururla tüylerini kabartırken güneş palmiye ağaçlarının yapraklarından süzülüp maviliklere daldı, parıltılar karşı ağaçtaki dişi makav kuşunun gözlerini aldı. Yansımalar gerçeğe, gerçek yansımalara karıştı. Erkek ve dişi makav, güneş böyle vurdukça aynı ağaçta ötmeye karar veriverdiler. Ötüşleri ağaçlarının dallarını besledi, dişi kuşun üzerine tünediği yumurtalardaki yavrular daha dünyaya gelmeden söyleyecekleri şarkıları öğrendi.

Gecelerden bir gece, yumurtalar birer birer çatladı. Üç küçük tüysüz kuş sabahın ilk ışıklarında gözlerini kırpıştırıp dünyaya bakmaya başladı. Dünya durur mu, o da onlara baktı. Anneleri, babaları ilk yavrularını, büyükanneleri büyükbabaları ilk torunlarını, komşular yeni olanı koklama telaşı ile yuvaya doluşup üzerlerine eğildiler. Minik kuşlar ilk başta ürkseler de yeşil yaprakların altında onlara eğilen maviliklere hayran kalıp, birbirlerinin tüysüzlüğünün çirkin olduğuna, ama gelecekte mavi olacaklarının umuduna sarılmaya karar verdiler.

Gel zaman git zaman anne makav onları besledikçe serpildiler. Dalların rüzgardaki hışırtısını, yerdeki otların üzerinde seken sincabın çıtırtısını, yumurtadayken onlara huzur veren annelerinin ötüşünü taklit edip neşelendiler. Tüyleri uzamaya, yavaş yavaş sırtlarını, çelimsiz kanatlarını örtmeye başladı. İşte tam o günlerde garip bir şey baba makavın dikkatini çekti.

Yavrulardan biri tüylendikçe sanki siliniyor, yavrucuk yeni ay çıkana kadar incelip kaybolan ay gibi yavaş yavaş varken yok oluyordu.

Anne makav bunun pek farkında değildi. O hâlâ el yordamı ile yavrunun gagasının yolunu buluyor, ayaz vurduğunda üç yavrusunu birden kanatları altında yuvada huzurla uyutmaya devam ediyordu.

Günler geçtikçe mavi makavlar daha çok babalarına benzemeye, tüylerini güneşte parlatmaya başladı. Daha doğrusu ikisi bunu yapabildi de üçüncü makakv neredeyse görünmez olduğundan kimseler onun ne yaptığını bilemedi.

Zavallı kuş görünmek, yemekten pay alabilmek için türlü numaralara başvuruyor ama artık annesi bile onun nerede olduğunu zorlukla anlayabiliyordu. Kardeşlerinin oyunlarına katılamıyor, uçma yarışını kazansa dahi diğerlerine bunu kanıtlayamıyordu. Uzaklara uçmaya niyetlendiğinde konduğu daldaki diğer kuşlar bu görünmez sarsıntıdan ürküp kaçıyor, ötüşlerine karşılık bulamıyor. Çünkü hiç bir kuş boşluğa ötmek istemiyordu. Tüm neşesini kaybetmiş ve artık üzgündü.

Aslına bakarsanız uçuşu çok hızlı, ötüşü çok berraktı. Zamanla diğerlerini ürkütmeden meyveye sokulmayı da öğrenmişti. Her gün yapacak başka işi olmadığından ormanı defalarca turluyor, en tenhada kalan ağaçların en güzel meyve verenlerini biliyordu. Kardeşlerinin peşlerine düşen tilkiler, kendini bilmez sansarların gözleri önünde uçuyor, kanat sesleri ile onları meraka düşürdükçe görünmeden uçmanın hazzına daha çok varıyordu. Ormana gelen kuş avcılarına aldırmadan o daldan bu dala konuyor, sallanan dalların ardından bakan avcılarla için için alay ediyordu.

Avcılara kafa tutan, güzel meyveleri toplayan görünmez kuşun ilk hayranları kardeşleriydi. Mavi göklere maviliklerini karıştırıp uçmaktan heveslerini almış maymun iştahlı genç kuşlar arasında da nam salmış, hepsi ondaki hikmeti merak eder olmuşlardı.

Yaslı kuş zamanına göre bin yıl, neşeli kuş zamanına göre göz açıp kapayana dek yıllar geçti gitti. Annesi bakıp da göremediği oğluna doyamadan bir gün ölüverdi. Görünmez kuşun neşesi yerine gelmese de artık haline daha az üzülüyor, derinlerinden bir yerde zamanında babasının tüylerini parlatan güneşin onun maviliğini de göstermesini istediğini kimselere söyleyemiyordu. Artık iyice yaşlanan babasının ise renkleri solmuş, gagası hafiften öne eğilmiş, her fırsatta eski günlerin hikâyesini anlatır olmuştu.

Bu hikâye akşamlarından birinde baba makav, görünmez kuşun tüysüzken diğer kardeşleri gibi olduğunu, tüyleri çıktıkça görünmez olduğunu ağzından kaçırıverdi. O akşam görünmez kuş ve kardeşleri sır perdesini aralayan öykünün büyüsü ile uyuyamadılar. İş mavi tüylerdeyse nasıl görünür olurum diye düşündü biri, bizim tüylerimiz neden öyle değil diye hayıflandı öteki ikisi...

İşte hayat bazen soruları cevapları ile birlikte getirdiğinden mi ne, hemen ertesi gün görünmez kuşun tüylerinden üç beşi, avcıların unuttuğu bir dikenli kafese takılıp kalınca, kuşun başında, tam teleğinin orada tüylerin döküldüğü beş kuruşluk bir yer görünür oluverdi. Yer beş kuruşluktu ama getirdiği fikirler paha biçilmezdi. Önce görünmez makavın kardeşleri takılıp kalan tüylerin peşine düştü. Sessizce kanatlarının altına gizledikleri üç beş tanesi bile görüntülerini silikleştirmişti! Akıl yürütmeye devam ettiler, belki de biraz daha görünmez kuş tüyü, biraz daha görünmezlik demekti. Onlar da geceleri usulca kardeşlerine sokulup tüy hırsızlığı yapmaya başladılar. Kardeşleri fark etti etmesine de tüylerinden kurtulur ise onlar gibi görünür olabileceğini düşünüp gagasını sıktı, uyur gibi yapmaya devam etti.

Ormanda en hızla yayılan sırlar gizlenenlerdir derler. Görünmez kuşun gizinin tüylerinde saklı olduğu daldan dala, ötüşten ötüşe yayıldı. Tüm meraklı kuşlar, teleğindeki açık beş kuruşluk alanın izinde, tüyleri ara ara didiklendiğinden sarsak sarsak uçan kuşun peşine düştüler. Görünmez makav yıllardır kimselere gösteremediği tüylerinin peşine düşülmesinin tatlı sarhoşluğuyla görünür olduğunda daha neler olur düşünedursun, hayali siluetiyle ona ulaşan diğerleri, “bir tüy de ben, iki de ben, herkes bir tane aldı canım bir tane de ben,” diye diye tüm tüylerini didikleyip yoldular. Görünmez kuşu doğduğu gündeki gibi çırılçıplak ama dilediği gibi görünür koydular.

Orman bir süre kavanoz dipli camlardan görünüyor gibi flulaştı ve uçuşan kuşlarla doldu. Onlar da tüyün asıl sahibi kadar olamasa da avcıları savuşturdular, uçuşları hızlandı, tatlı meyveleri buldular... Bazen birbirlerine çarpıp gülüştüler. Tilkiler, gelincikler boşluktaki ötüşlere bakakaldıkça daha da neşelendiler.

Ama her heves gibi bundan da geçtiklerinde silik olmaktan sıkıldılar, kanatlarının altında taşıdıkları tüyleri ormanın içine savuruverdiler. Yine mavi tüylerini güneşte parlattılar, birbirlerine kur yaptılar.

Görünmez kuş ise tekrar tüyleri çıkana dek uçamadı, haline bakıp gizlendiği yerden de çıkamadı. Tüyleri tekrar kanatlarını kapladığında ise sihrin devam edip etmediğini ormana dalarak öğrenmeye korktu. Yeni mavi tüyleriyle gökyüzünün sonsuz mavisinde kayboldu.


Oya Özgür

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page