top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Uğur Ünen- Zamanların Ötesinde

Düşünceye dalıverdi! Kütüphanenin tam giriş kapısının önünde heykel gibi öylece donakalmıştı. Bu aralar çok sık düşünceye dalıyordu. Çünkü aklından dalgın şiirler geçiyordu. Şiirler sanki içinde ölmeye yakın olduğunu bilerek çırpınırcasına uçuşan kelebeklerdi. Onları unutmadan önce yazma hayali vardı ama dikkati bu aralar dağınıktı. Perslerin Efes’e doğru hareket ettiği bilgisini yakın zamanda bir arkadaşından öğrenmişti.

Artemisia, diye seslendi biri. O çağrıyla kendine geldi ve dönüp merdivenlerden aşağıya baktı. Arkadaşı da ona bakıyordu.

Kapının önünde ne bekliyorsun hareketsizce, diye samimi olduğu kadar alaycı bir ses tonuyla sordu Alexandros.

Aklımda bir şiir var. Dinlemek ister misin, dedi hevesli bir şekilde.

“Olur. Kütüphaneden bir kitap almam gerek. Oradan tapınağa geçeceğim. Benimle gelmek istersen şiirini tapınak yolunda okursun.”

İyon tanrılarının gölgeleri arasından içeri geçtiler. İçeride birkaç kişi vardı. Alexandros, biraz göz gezdirdikten sonra Heredot Tarihi’ni eline aldı. Görevliden kitap için izin istedi. Sonra Artemisia’ya dönüp sessizce, hadi çıkalım, dedi.

Yolda çiçekler arasında giderlerken keçi sesleriyle kuş sesleri birbirlerine karışmıştı. Etraflarında kediler dolanıyordu. Haziran sıcağında her yer güneş sarısıydı sanki.

“Şiirinin adı ne?” diye sessizliği böldü Alexandros.

“Sappho’nun Düşü.”

“Yeni Sappho olmak istiyorsun sanrım.”

“Alay etme. Hem neden olmasın, daha şiirimi dinlemedin bile.”

“Dinliyorum Artie.”

Artemisia başladı söylemeye:

“Gece gözleriyle gizlice beni izler,

Gündüzü benden bir tül gibi gizler,

Odamda dolaşırken kaynağı belirsiz sisler,

Dışarıda duyarım gülüşme gibi sesler,

Apollon’a şarkı söyler, güzel nemfler.”

Nasıl olmuş, beğendin mi, diye sordu şiirini bitirince.

Sanırım üzerinde çalışman gerekiyor biraz, diye hafifçe gülerek cevap verdi Alexo. Artemisia ona kısaca “Alexo” derdi, o da ona “Artie”.

Tapınağa varmak üzereyken birdenbire yer sallandı. Büyük, şiddetli bir depremdi bu. Oldukları yerde kalakaldılar. Ne yapacaklarını bilemediler. Artie’nin ayağı kaydı ve düşmemek için bir taşa elini koydu. Taşın üzerinde İyon alfabesiyle “ZAMAN ALDATICIDIR” yazıyordu ve devamında “AŞK İSE İYİLEŞTİRİCİ”. Artie yine düşüncelere dalar gibi oldu ama bu kez karardı her yer. Sonra yıkılmış taşlar arasında papatya toplayan küçük bir çocuk gördü, birileri çocuğa uzaktan sesleniyordu: “Ahmet”

Bu ismi ilk kez duymuştu. Hiç tanıdık gelmemişti. Etrafa bakındı. Şehrini göremiyordu. Sanki her şeyin üzerine toz toprak örtmüştü ya da her şey depremde yok olmuştu. Tapınak da yoktu ortalıkta. Tapınağın olduğu yerde bataklık gibi bir birikinti vardı. Alexo’nun seslenişleri ve omzuna vuruşu sayesinde uyandı.

İyi misin, diye sordu Alexo.

“İyiyim, daldım herhâlde.”

“Deprem oldu, bayıldın sandım.”

“Çok tuhaf bir şey gördüm.”

“Nasıl bir şey?”

Tam olarak anlayamadığım, dedi ürkekçe ve merakla ekledi:

“Ahmet diye bir isim duydun mu hiç?”

“Hayır duymadım, Pers ismi mi?”

“Bilmiyorum.”

“Persler geliyormuş.”

“Evet, duydum.”

“Tapınağa az kaldı, hadi gidelim.”

“Tamam.”

Yola sohbet ederek devam ettiler birlikte. Tapınağa vardıklarında birkaç yaşlı kadının güzel kokular yaktığını, birkaçının da keçi kurban ettiğini gördüler Artemis’e.

Dua mı edeceksin, diye sordu Artie.

“Evet, senin için.”

“Nasıl yani?”

“Seni sevdiğimi söylemek için burayı seçtim Artie. Senden hoşlandığımı, ilk tanıştığımızdan beri zamanımı en çok seninle geçirmemden anlamışsındır herhalde!”

Arkasında tuttuğu elinde sakladığı papatyaları çıkardı Alexo. Bunlar senin için, dedi heyecanla.

Çok teşekkürler, dedi içten bakıp gülümseyerek. Bir yandan da aklı az önce gördüğü ve anlamlandıramadığı rüyadaydı. Rüya mıydı, diye de kendi kendine soruyordu.

Tapınak bahçesinde yürürlerken bir kuş havalandı bir ağacın dalı üzerinden. Artie pır pır sesine, yukarı doğru başını kaldırıp bakarken gözleri karardı yine. Çiçeklerin arasında uzanmış hâlde uyandı. Ayağa kalktığında yine başka bir yerdeydi. Tapınak yoktu. Bir yerden anlamadığı bir dilde ama huzur veren ve mistik olduğunu düşündüğü bir ses duyuluyordu. Ahmet, diye çağrılan çocuk ona arkasından şaşkın bir ifadeyle seslendi.

“Sen kimsin?”

Çocuğun hangi dilde konuştuğunu anlayamayan Artie şaşırarak cevap verdi.

“Seni anlayamıyorum. Burası neresi?”

Kulağı çınlamaya başladı. Gördüğü çocuğun yüzü gri renkli ince bir perdenin arkasındaymış gibi bulanıklaşmaya başlarken birdenbire siyahlığa doğru girdaba çekilir gibi çekildi ve tekrar Alexo’nun yanına geldi.

“Artie, ne oldu? Baygınlık geçirdin.”

“Bilmiyorum ki, birden oldu. Bir yerdeydim, başka bir yer. Huzurlu ama tanıdık olmayan…”

“Düş görmüşsündür, boş ver. Hadi bize gidelim. Tarih dersi için kitaptan bazı bölümler okumam gerekiyor.”

Artie biraz kendine geldikten ve yaşadıklarının düş olduğuna kendine inandırmaya başladıktan sonra yarım gülümseyerek cevap verdi:

“Tarihim iyidir, biliyorsun. Sana yardım edebilirim. Hadi gidelim.”

Birlikte çiçekler arasında şehrin içlerine doğru ilerlerlerken sanki bir ressamın tablosunda değişiklik yapmaya başlaması gibi her ayrıntı değişmeye başladı. Yüzlerce yıllık zaman tek bir anda akıp geçti. Ahmet bir taşın üzerine oturmuş hâlde elindeki şiir kitabını okuyordu. Okuduğu şiirin adı İzmir'di:

“Zamanların ötesindeki İzmir

İç içe tarihlerle dolu bir gize sahiptir,

İnsanları ve doğasıyla hoş bir şarkı gibi,

Günbatımı ise ayrı bir güzeldir.

Amazonlardan günümüze

İnci gibi değerli bir ece,

Eşsiz bir düşün resmi gibi gözlerde,

Sevgi dolu kalbi kıpır kıpır gündüz gece...

Yaşayanlar bilir, İzmir hayatın ta kendisidir

Kedisiyle köpeğiyle, boyozuyla gevreğiyle

Manzarasıyla iklimiyle, doğasıyla deniziyle

Zarif ve içten insanı ile biriciktir gönüllerde.”


Uğur Ünen

1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page