Öykü- Vicdan Özerdem- Şanslı Hans
- İshakEdebiyat
- 2 dakika önce
- 3 dakikada okunur
Kalabalıkta kızımın elini daha bir sıkı kavrıyorum. Küçücük eli avucumda kayboluyor. Sahneye yakın bir koltuk bakınıyorum. Oradan oraya koşan çocukların arasından sıyrılıyoruz. Ceket ve çantalarla kapatılmış koltukları geçiyoruz. O sırada kafasını çevirip arkaya bakan gözlere takılıyorum. İçimden sıcakla ılık arası bir şey akıyor. Yutkunmayı unutuyorum. Bu o mu gerçekten?
Karşımda duran bir beyefendinin, ''Burası boş,'' dediğini son an da fark ediyorum. Teşekkür bile etmeden gösterdiği koltuğa oturuyoruz.
''Yer ayırmıştım ancak gelemiyorlar.''
''Öyle mi?'' diye geçiştiriyorum. İmdadıma ışıkların karartılması yetişiyor. Sadece sahnenin ışıkları yanıyor. Salonu dolduran uğultu yavaş yavaş azalıyor. Ardından Şanslı Hans çıkıyor sahneye. Alkışlıyor bütün salon.
Alkışlıyorum bende. Aklım onda. Onca yıldan sonra bir çocuk tiyatrosunda aynı havayı solumanın heyecanıyla, nefesim kesiliyor. Benzetiyor muyum acaba?
Sahnede kor gibi parlayan küçük kırmızı ışıklar gözümü alıyor.
Gecenin tam ortasında büyük bir şangırtıyla patlıyor camlar. Patlamadan mı soğuk havanın yüzümüze acımasızca çarpmasından mı bilmiyorum, ilk an boş boş bakıyoruz birbirimize. Pencerelerden koğuşun ortasına bir şey atılıyor, metal yuvarlak tangırdayarak yerde yuvarlanıyor. Aynı anda çatıdan iplerle sallanan kar maskeli adamları görüyoruz. Topluca gri bir bulutun içine düşüyoruz. Duman gözümüzü boğazımızı yakıyor. Yanan gözlerimi aralıyorum. Griliğin içinde ateş parçaları. Yanık saç kokusu. Sloganlar boğazımızda tıkanıyor.
Kızımın kahkahasıyla kendime geliyorum. İneğin tekmesiyle yere yuvarlanıyor Hans, eli karnında acıyla kıvranıyor. Çocukların kahkahası bastırıyor her şeyi.
Sürgülü demir kilit sert darbelerle açılıyor. Böcek ilaçlar gibi zehirli dumana boğuyorlar bizi. Maskeli adamlar koşturuyor içeriye. Ateş parçaları her yerde. Kol ve bacaklarımızdan tutup sürüklüyorlar bizi. Kimisi de saçlara saldırıyor. Kopsa da kurtulsam dediğim saçlarla sürükleniyorum. Malta boyunca dizilmiş postallılar ezip yok etmek için tekmeliyorlar. Tekmelerden biri mideme geliyor. Göremiyorum ama hissediyorum, bana vuranın sarı çarpık dişli olduğunu...
Kendimi koltuğun içine çekiyorum. Görünmekten korkuyorum. Gizlice bakıyorum. Sahne ışıklarında parlayan saçlarını görüyorum. Saçlarını örmeyi hiç sevmezdi. Kafasını yana eğip sımsıcak bakardı. Asmin derdim. Kahverengi gözlerini yumarak gülerdi.
''Anne, bak, '' diyor kızım, parmağıyla sahnedeki Hans'ın kolunun altına sıkıştırdığı bembeyaz kazı göstererek. Küçük masum elini kendime çekip öpüyorum.
Tazyikli su sıkıyorlar. Havalandırmadayız. Üzerimize sinmiş gaz, suyla beraber biraz olsun dağılıyor. Gözlerimiz yavaş yavaş tekrar görür oluyor. Karşımızda çıtırdayarak yanan koğuşa bakıyoruz, üşüyoruz. Aralık ayı bu kadar soğuk muydu, gecenin ayazı bu kadar elini ayağını sızlatır mıydı insanın. Birkaç saat önce iyi geceler diyerek yattığımız yataklarımız, gülüşlerimiz kararak yanıyor. İçeride kalanlar var deniliyor. Çarpan dişlerimin takırtısını durduramıyorum.
Karanlık, zifiri karanlık…
Boğuluyormuşum gibi, salondaki tüm havayı çekip almışlar sanki. Ciğerlerimdeki tüm soluğu yavaş yavaş bıraktım. Koltukta dikleşip oturdum. Nefes al diyorum kendi kendime, sadece nefes al. Belki de hayatta kaldı. Gazeteler adını yanlışlıkla yazdı. Gerçekten de yaşıyor olabilir. Daha bir eğilip baktım.
Hans kuyuya eğilirken bileyi taşını düşürdü. Bütün çocuklar ''Aaaa'' diyerek üzüldü. Çocukların ses tonuyla kendimi geri çektim. Beni hem görsün hem de görmesin istiyorum. Bir anlığına sımsıkı yumdum gözlerimi, derin bir nefes…
Gözlerimi açıyorum. Bembeyaz bir ışık. Alevlerin kızılı gitmiş. Hastanedeymişim. ‘‘Asmin komada, durumu ciddi,” diyor biri.
Yanındaki küçük oğlan çocuğunun kafasını okşuyor. Oğlunun, kızımdan küçük oluşu yüzümü kızartıyor. Kızıma bakıyorum. Saçmaladığımı anlıyorum.
Hans mutlulukla annesine sarılıyor. Alkış sesleri yükseliyor. Hans en önde tüm oyuncular el ele tutuşup selam veriyorlar.
Işıklar yanıyor. Ayağa kalkıp bakıyorum. Gerçekten Asmin mi, öğrenmeliyim. Ya kaşlarını çatıp buz gibi durursa karşımda. Yine de sarılmak istiyorum. Sarılmanın mutluluğunu duymak, yılların özlemini, yüzüne söylemek istiyorum. O istemiyorum dese bile ben, dostum olduğunu bilsin istiyorum.
Ayağa kalkıyor. Küçük oğluna ceketini giydiriyor. Benden yana dönük yüzü. Hızla ona yürüyorum. Gülüyor oğluna. Olduğum yerde birden çakılıp kalıyorum.
Hayır! Asmin değil bu kadın. Hayır, onun gibi gülmüyor, gamzeleri bile yok. Ah, nasıl benzetebildim. Nasıl yanıldım...
''Hans ne kadar aptal değil mi anne?'' diyor kızım. ''Her şeyini kaybediyor ama kendini şanslı sanıyor.''
Gülüyoruz. ''O kadar haklısın ki, Hans aptalın teki,'' diyorum. Karşılıklı gülerken gözlerimden yaş geliyor.
Vicdan Özerdem
