top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Özgür Yalnızça- Bazı Günahlar İnsan Seçer Nermin

Sana bir şey söyleyeyim mi? Şu ayak parmaklarımdaki nasırları görüyor musun? Bak tam şurada. Senin gördüğün iki tane ama göremediğin iki tane daha var. Küçücük, bulgur tanesi kadar ama en fazla canımı yakan da onlar. Bazen hayattan bezdiriyorlar beni. Öldüresim geliyor. Koparmak istiyorum, gitsin, benden ayrılsın istiyorum ama yapamıyorum. Ne kadar acı çeksem de cesaretim yok buna. O acıyı çeke çeke yaşıyorum. Nihat gibi. Şu düştüğüm hallere bak. Hastane kapısında bu sefer de kalbimin nasırı, Nihat’ı bekliyorum. Hâlâ niye bakıyorsun ayaklarıma Allah aşkına? Terliklerime mi? Bu ay kopan dördüncü terliğim bu benim. Alıştım senin anlayacağın. Belki de bu yüzden nasırlı parmaklarım terliksiz, yalınayak kalınca canımın daha az yandığını hissediyorum. Yukarıda doktorlar beni böyle tek terlikle görünce hiç utanmadım biliyor musun? Alıştım buna artık ama “Bu bey neyiniz oluyor?” dediklerinde kocam oluyor demeye hiç alışamadım nedense Sevilay.

Ne güzel bir kızdım ben ya. Nermin geliyor denince adanın bütün delikanlıları peşimdeydi yeminle. Az mı haber gönderdiler anama. Ekrem abin için bile annen söylemiş anama, yok demiştim. Bir bakan bir daha bakardı valla. Sapsarı saçlarım, cam gibi yeşil gözlerimin ışığı olurdu. Ne endamlıydım ama. İpince belimi, su gibi duru tenimi hep kıskanırdı kızlar bilirsin sen. Şimdi baksana halime. Şu üzerimdeki yeşil entari kaç zamandır benimle? Sarı saçlarım, yıllardır gözlerimi unuttu. Tanınmıyorum onlar tarafından. Belki de haklılar. Baksana her yerimden şiştim. Kaç kiloyum Allah bilir? Tenim, yüzüm, vücudum bana ait değiller artık oysa daha kaç yıl oldu ki ben böyle olalı? Nihat’la evlenmeden ada düğünlerinde havalı havalı gezeli kaç yıl oldu ki? Herkesten gözlerimi kaçırdığım, bazen de bakmak için gözlerime yalvardığım günler. Geçti gitti işte Sevilay, geçti gitti. Şimdi şu kör olasıca adamı hastanelere yetiştiriyorum. Ben olmasam ölür kalırdı çoktan. Şansına dua etsin. Üstüne üstlük bir böbreğimi de verdim ona. Vallahi vermek istemedim. Biliyorum ben başıma geleceği. İnat anam inat, laf dinlemez anca kendi bildiği. Sabah bizim zeytinliğin orada buldum, sızıp kalmış yine. Ölünceye kadar içecek o mereti, öyle rahat edecek. Önceden koşarak giderdim yanına sabah gördüğümde koşmadım bile yalnız yanına vardığımda nefes almıyor gibiydi. Allah bilir ya, öldü mü ki, diye düşünmedim de değil hani. Az göğsüne yaklaşınca baktım nefes alıyor. Allah affetsin bırakıp gitmeyi hiç görmemiş gibi yapmayı düşündüm ama sonra vazgeçtim. Yandaki zeytinliğe koşup Kemal emmiye seslendim. O da bıktı artık. Söylene söylene geldi adamcağız. “Yine içip içip zıbarmış bu,” diye. Biliyorsun maşallahı da var Nihat’ın. Zar zor Kemal emminin pikabının arkasına taşıyıp getirdik buraya. Bu arada baktım ayağımdaki terlik yine kopmuş, umursamadım. Sanırım bazı acılar umursanmayınca unutuluyor o an daha iyi anladım.

Kimi neden, ne için beklediğimi inan bilmiyorum Sevilay. Yoruldum. Sanki her ay bir defa sözleşmiş gibi o hastane senin, bu hastane benim getiriyorum bu adamı buralara. Sersefil oluyorum kadın başıma. Adada kimsenin yüzüne bakamıyorum, konu komşudan yeminle utanıyorum artık. Eskiden gelenim gidenim olurdu, şimdi o da yok. Geçenlerde kulağıma geldi. Bizim Esma’nın kocası, “Gitme artık şu sarhoş adamın karısının evine,” diye söylenmiş. Nasıl üzüldüm bir bilsen, içim bıçaklandı duyunca. Ne diyeceksin ki insanlara? Sanki ben içiyorum şu mereti ama sen biliyorsun işte bizim adanın insanını. Adın çıkmasın bir kere. Dedim ya. Ben mi içiyorum sanki benim suçum ne ama yoook, sen onun karısısın ya. Bilmiyorlar ki kaç defa dedim. “Bak Nihat, içme şunu.” Amanın sırf bunu dediğim için boş içki şişelerini fırlattı arkamdan yeminlen. Zor attım kendimi dışarı. Bir daha da söylemedim zaten Sevilay. Söyle bana kime ne anlatayım ben şimdi Allah aşkına. Allah’tan sen geliyorsun da. Yine hastaneye gelince Kemal emmiye söyledim hemen, “Sevilay’a bir haber ediver abi,” diye. Sağ olsun. Babamı aramam bilirsin. Şeytan görsün yüzünü. Zaten ne geldiyse onun yüzünden geldi başıma. Anacığımın sesi çıkmaz, garibimin. Aslında ben yapacağımı bilirim de anam var işte. Şu kahrolası zeytinlikler yüzünden babam zorla evlendirdi beni Nihat’la. Neymiş bağ bahçeleri çokmuş, adanın en zengini onlarmış da rahat edermişik de. Neyine yetmiyor baba, bizim de var bahçemiz, desem de yok, dinlemedi beni. Sevmedim ben Nihat’ı, sevemedim Sevilay.

Sen gelmeden az önce yukarıdan geldim. Doktor, “İyi değil,” dedi Nihat için. O kadar. “Nasıl iyi değil? Onun yoktur bir şeyi” demek istedim ama. Bu arada anası, babası, iki abisi de gelmişler. Kemal emmiden duydular herhâlde. Benim aram yok, biliyorsun. Hala benim mal mülk için evlendiğimi sanıyorlar Nihat’la. Sansınlar valla hiç umurumda değil yalnız Sevilay, sana bir şey diyeceğim aramızda kalacak e mi?

Nihat’ı sabah zeytinlikte baygın halde bulduğumuzda Kemal emminin büyük oğlu Cüneyt, “Nihat abiyle Ekrem abi dün gece sizin zeytinlikte tartışıyorlardı Nermin abla,” demişti. Ben sabah Nihat’ı bulduğumda zor nefes alıyordu, hastaneye vardığımızda da ağzından köpükler çıkmaya başlamıştı. Önceden hiç böyle olmazdı. Doktor bir ara ilaç zehirlenmesi gibi bir şey söyleyince sonradan dank etti bana. Hani Ekrem abin eczanede çalışıyor ya. Ondan ötürü yani. Yani Sevilay, nasıl desem ki? Nasıl söylesem ki? Bakma yüzüme öyle Allah aşkına. Ne olur bir şey söyle Sevilay?

Aslında söylemeyeceğini biliyorum. Ne zaman söyledin ki zaten? Ne zaman sesini duydum ki? Ağlamanı, gülmeni... Belki de bu yüzden en yakın arkadaşım sen oldun hep. Hep sustuğun için. Beni dinlediğin için. Senden başka adada bir de anam var beni dinleyen zaten. Ah anam, dertli anam benim. O da zaten çok az konuşur bilirsin. İçine ata ata çöktü gitti, anam benim. Tamam, da sen neden konuşmuyorsun Sevilay? Hiç mi diyeceğin yok? Kızmıyor musun kimseye, ne bileyim bağırmak istemiyor musun? “Benim abim öyle bir şey yapmaz Nermin abla,” desene bana. “Senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu abla?” desene. Avaz avaz bağırıp ortalığı birbirine katsana. Sevdiğin yok mu hiç? Sevdalandığın, kara sevdaya tutulduğun, ne bileyim anla işte hiç mi canın çekmiyor be kızım birisini? Bak kaç yaşına geldin. Geçen görücüye gelmişler sana. Çekip gitmişler hemencecik. “Hoş geldiniz,” bile dememişsin gelenlere. Hacer yengen söyledi geçen. Söyleyeceği yoktu ya ben biraz üsteleyince “Benden mi saklayacaksın abla?’ deyince anlatıverdi işte. Ne vardı “Hoş geldiniz,” deseydin Sevilay? Bak şehre gelin gidecekmişsin. Kurtulurdun bu adadan. Belki de gün yüzü görürdün. Hem için açılırdı konuşurdun belki de be kızım. Hali vakti yerindeymiş damadın. Çeyiz dükkânı varmış. Hacer yengen, “Hepimiz kurtulacaktık valla,” dedi. Büyük abin Enes, kızıp kapıyı çekip çıkmış evden. İki gün eve gelmemiş. Meraklanmış yengen, ta ki üçüncü gün gelmiş. Çok kızmış sana çok. Beni mi düşündün yok? Nermin abla adanın en zengini ile evlendi de ne oldu diye mi düşündün yoksa? Ne desem ki? Her hâli vakti yerinde adam Nihat gibi olmaz ki Sevilay. Bak Nihat’ın abilerine, vallaha içki nedir bilmezler. Görümcelerimin üstüne titriyorlar ama beni sevmiyorlar işte, sevemediler ne hikmetse Sevilay, sevemediler. Neyse. Valla ne diyeyim ki sana? Aslında çoğu zaman seni düşünüyorum biliyor musun? Acaba, diyorum ben Sevilay’ın yerinde olsam yani hiç konuşmasam nasıl olurdu dayanabilir miydim? Yeminle düşündüm. İyi mi olurdu acep? Hem konuştum da ne oldu? Daha kötü oldu. Sonra düşündüm de yapamam ben. İçimdeki her şeyi söylemeliyim. Susmam, susamam, darlanırım valla. Tamam, benim de içime attıklarım olmuyor değil. Al işte ne zamandır içime atıp duruyorum bu durumu. Söyleniyorum, bağırıyorum, kızıp ağlıyorum ama kime? En sonunda senin gibi hep susuyorum yine. Senin anlayacağın değişen bir şey olmuyor. Rahatlıyor muyum? Belki o an için evet ama ya sonrası? Valla sonrası eziyet Sevilay. Koskoca adada bir başınayım sanki. Demek istediğim o kadar bağırıyorsun, çağırıyorsun hep kendine ediyorsun. Sonrasında sinirden ağlıyorsun, o kadar. Gelip geçiyor. Birkaç gün sonra bir daha. Diyorum ki ben artık böyle kendi kendime bağırmaktan, acı çekmekten yoruldum. Sen susmaktan yorulmadın mı Sevilay? Neden sustuğunu kimse bilmiyor ki. Teee, Ankaralara İstanbullara götürdüler seni, doktor doktor dolaştırdılar, yetmedi yüzüne üflemeyen hacı hoca kalmadı. Yeter ki şu kız bi dilleniverse diye ama sonra Allah’tandır diye bıraktılar seni artık, bu kız konuşmaz, diyerekten. Anan kahrından hastalandı vallaha. Ne diyeyim ki sana? İyi misin böyle yani? Tamam, sen de bana “Benim gibi sus,” dersen yapamam belki ama deneyebilirim be Sevilay, gerçek diyorum bak. Valla iyi geleceğini bilsem denerim. Bak nereden nereye geldik. Küçük abin Ekrem’i diyorum, Kemal abinin büyük oğlu Cüneyt görmüş dün gece bizim bahçede. Yani anlıyorsun beni değil mi? Bak anlamıyorum falan deme hiç. Tamam, konuşmuyorsun hiç ama aklının yerinde olduğunu biliyorum ben senin, okulda en çalışkan sendin onu da biliyorum. Okumadın işte, yazık ettin kendine. İçinden kesin diyorsundur şimdi yine, “Sen okudun da ne oldu?” diye. Sen de haklısın. O kadar hevesle kazanmıştım. İki yıllık muhasebe. Hem de yakın şehirde, halamlarda kalacaktım ama o babam yok mu o babam? Göndermedi beni okula. Kurtulamadım yine adadan. Nişanladı beni Nihat’la zorla. Dinlemedi hiç, ne zaman dinledi ki zaten? Bak yine laf nerelere geldi? Ekrem abin diyordum. Ekrem abin. Aman boş ver be Sevilay, aklını bulandırdım senin de bakma bana sen. Öyle diyorum ama en çok da senin bakmanı istiyorum bana Sevilay.

İnsanoğlu çok acımasız Sevilay. Kaç dakikadır karşında anlatıp duruyorum senin. Bırak kaç dakikayı yıllardır anlatıyorum sana. Ağzın var dilin yok ki. Ne diyeyim? Aslında ben sana bir şey daha anlatacağım da. Ne bileyim işte. Dilim varmıyor, aklım, vicdanım almıyor ama anlatmam lazım Sevilay. Mutlaka anlatmam lazım. Tamam, konuşmuyorsun da gözlerin öyle çok konuşuyor ki. Günahsız bir yüzün var senin, benim gibi değil. Yani senin yüzüne yalan söyleyen çarpılır vallahi. Farkında mısın şuraya oturduğumuzdan beri hiç bakmıyorum yüzüne, bakamıyorum. Oysa senin yüzüne nasırlı parmaklarımı bile gösterdim. Terliksiz ayağımı. Onları gösterirken yüzüne bakıyorum da derdimi anlatırken yüzüne bile bakmıyorum. Yok anam yok, insanlar acımasız diyorum da kendi acımasızlığımı görmüyorum. Kötüyüm ben, inan öyle. İçinden “Yok Nermin abla, öyle deme,” diyorsun, biliyorum ama öyle gerçekten. Belki de sana benim kadar içini anlatan olmuyordur. O yüzden hep geliyorsun yanıma dinliyorsun beni. Yok, yok iyice kötü oldum ben. Senin için düşündüğüme bak. “Tüh sana!” diyerek yüzüme tükürsen yeridir valla, hak ediyorum ben ama senden hak ediyorum. Başkasından değil. Sen biliyorsun kim olduklarını zaten.

Of Sevilay of! İçim patlayacak yeminle. Offf! Dinle bak. Hani biz ortaokulda okul çıkışında bir yer keşfetmiştik seninle hatırladın mı? Bizim bahçeye kadar yürür, aşağı derenin en sığ yerini bulur, orada ayakkabılarımızı çıkartır, elimize alır, karşıya geçerdik. Hatırlıyorum sen benden bir yaş ufak olduğun için ilk geçişimizde korkmuş, beni sırtımdan çekiştirmiş, geriye dönmüş, birkaç adım attıktan sonra benim elimden tutmuştun öyle karşıya geçmiştik. Aslında ben senin gerçekten güldüğünü ilk defa o dereden karşıya geçtiğimizde görmüştüm. Korkularına karşı üstün gelmenin haklı gururu yüzüne yansımıştı. Bir daha da görmedim zaten. Bir yerde okumuştum sanırım bazı korkuları yenmek insanın yüzündeki tebessümün en güzel sebebiymiş. O yazıyı okuyunca sen geldin aklıma biliyor musun? Ardından ağaçların arasından geçer, dik yamacın en tepesine tırmanır, yalınayak çimin üstündeyken çantalarımızdan sırf orada yemek için hazırladığımız tereyağlı ekmeğimizi çıkartır, şehir yoluna bakardık. Oradan geçen arabaların otobüslerin kamyonların içindeki insanların hayalini kurardık. Biz de olmak isterdik hepsinin içinde. Ben yine durmadan konuşurdum, sen de dinlerdin. Mutlu olduğunu anlardım çünkü kim bilir kaç defa, “Sevilay Sevilay Sevilay!” diye seslendiğimde beni duymaz, anca seni “Sevilay!” diye dürttüğümde yüzüme bakardın. Yüzün kim bilir ne hayaller kurardı. Ardından ekmeklerimiz bitince çıplak ayaklarla dönüş yoluna geçer, ismini şeker koyduğumuz dut ağacına çıkar, karnımızı daha da şişirdikten sonra dere kenarında nemli toprağı eşeleyip bir sürü solucan çıkartır onları da karşıya geçtikten sonra Ekrem ile Enes abine verirdik. Hatırlıyorsun değil mi? Bize amma çok sormuşlardı “Bu solucanları nereden alıyorsunuz?” diye. Dediklerine göre bütün balıklar bizim verdiğimiz solucanlara geliyormuş. O kadar çok balık tutuyorlarmış ki. Hâlbuki solucan aynı solucan. Biz derenin öbür tarafından onlar, bu tarafından çıkartıyorlar ama balıklar ne hikmetse bizim solucanlara geliyormuş. Hiç söylememiştik tabii nereden bulduğumuzu. Kızacaklarını bilirdik söyleseydik. “Siz ne arıyorsunuz derenin karşısında?” falan filan. Bir de babamın kulağına gittiğini düşünsene o zaman. Yine de çok korkmuştuk aslında. Enes abin takip etmişti bizi bir gün. Allah’tan son anda sen fark etmiştin de geçmemiştik o gün karşıya. Yalandan derenin kenarında bir yeri kazmıştık da inanmıştı seninkisi. Ertesi gün baktığımızda bütün adanın çocukları aynı yeri kazıyordu ama tek bir balık tutamıyorlardı gariplerim. Geçen gün bizim bahçeye gittim Sevilay. Babamın şehre gideceğini sağ olsun Tenzile ablanın kızı haber veriyor bana. Allah bin defa razı olsun Tenzile abladan da bu arada. Anam haber gönderiyor kızıyla. O gün bahçeye vardığımda anam zeytin topluyor. Ben de yardım ettim biraz. Babamın hiç umurunda değil zaten anca anacığım toplasın zeytinleri, o alsın parasını. Toplamıyormuş babam, neymiş beli tutuluyormuş da yaşlanmış da… Yalan be turp gibi anca keyif yapsın. Anam çalışsın. İnsan utanır be. Neyse. Anamın söylediğine göre babam bir ara iki kişi almış zeytin toplamaya bir ay geçmiş, iki ay geçmiş vermemiş paralarını. Tövbe ya rabbim hiç utanma da yok adamda. Kadınlar da bizim komşular ha. Nebahat ablayla Şükriye abla, tanırsın sen. Nebahat ablanın kızını da bilirsin Zehra, üniversiteyi kazandı ya geçen yıl tıp okuyormuş doktor çıkacak inşallah. Kadın, ona yardımım olsun diye gelip zeytin topluyor. Anama da hep diyormuş yazık Aman Gülfem, Zehra duymasın kızar bana,” diye. Kocası Halim amca da o yaşında valla sabahtan akşama kadar direksiyon sallıyor şehrin en uzun hattındaki minibüslerde. Okutuyorlar kızlarını helal olsun. Zehra güzeldir, alımlıdır, isteyeni çok oldu köyde ama “Bizim kız okuyacak, gönlü kime varırsa onunla evlenecek,” demişlerdi zamanında. Şükriye ablayı da biliyorsun zaten kocası ölünce ne yapsın üç beş kuruş kazanayım demiş öyle başlamış zeytine ama gel gör ki ödememiş kadınların parasını, satamadım zeytinleri demiş babam. O da yalan tabii. Canım anam yastık altında bir bileziği var, onu bozdurmuş babam da bilmiyor tabii bunu. Vermiş kadınların parasını. Ben de yeni öğrendim o gün. Akşama kadar oturduk anamla bizim çardakta. Dertleştik. Ağlaştık biraz sonra ben kalktım ayrıldım bahçeden. Akşam oluyor gelir melir, seni burada görünce deyince anladım tabii. “Sen çağırdın bu kızı,” deyince anamın canına okuyacak babam biliyorum ben. Şeytan görsün yüzünü zaten.

Bizim bahçeden çıkınca hani aşağı dereye ayrılan patika yol var ya oraya gelince durdum. Sevilay, bir anda sanki bir şey durdurdu beni. Abartmıyorum yeminle diyorum bak. Çevirdim yolumu dere yoluna. Çıkarttım ayakkabılarımı aldım elime topladım eteğimi geçtim derenin karşısına. Kim bilir kaç yıl oldu ki geçmeyeli. Hava da kararıyordu ama. Hızlandım biraz soluk soluğa geçtim tepeyi. Az baktım yola bütün arabalar, otobüsler, kamyonların ışıkları vardı. Hiç hayal kurmadım biliyor musun? Kuramadım sanki kurulacak hiç hayalim kalmamış gibi hissettim kendimi. Tereyağlı ekmek hiç aklıma bile gelmedi. Kendimi yabancı bir yere gelmiş gibi hissettim Sevilay. Ayakkabılarımı giydim mesela. Her yer cam kırığı parmağım kesildiğini canım yanınca anladım. Dönüşte bizim şeker dut ağacına bakayım dedim, aradım aradım bakındım bulamadım. Kesmişler onu Sevilay. Kesmişler. O an nedense babamı suçladım. Ağlayarak derenin kenarına geldim. Solucan toplamak için toprağı eşelerdik ya. Eşeledim. Eşelerken de dua ettim bari siz olun burada diye solucanlara. Bir sürü solucan buldum. Orada bulduğum ufak bir şişenin içine hepsini doldurdum. Ne bileyim sadece o an için o solucanları almak derenin öbür tarafına geçirmek istedim. Solucanları vereceğim abinler yoktu ama olsun dedim olsun. Benimle birlikte gelsinler de… Karşıya geçtiğimde hava iyice kararmıştı. Korkmaya başlamıştım aslında biliyorsun sen o yolu. Patika yol ayrımına gelene kadar in cin olmaz orada. Yol ayrımına geldiğimde birden motor sesi duydum. Hemen orada sindim bir ağacın arkasına. Baktım Ekrem abinin motoru bu. Arkasında yanıp sönen ışığı var ya motorun, oradan anladım abin olduğunu. Allah Allah, bu yolun sonu sadece Nihatların bahçesi zaten hiç kendi bahçem gibi görmedim ki nedense. Acaba dedim Nihat bahçede mi? Biliyorsun, içip içip sızıyor bahçedeki çardakta. Sabah gidince az bulmadım onu orada. Tamam da Ekrem abinin Nihat’la ne işi olur? Hiç sevmez hatta. Gönlü bendeydi biliyorum ben ama Nihat’la evlenince işte. Allah var ama bugüne bugün hiç rahatsız etmedi abin beni, onu bilesin Sevilay. İçime bir kurt düştü senin anlayacağın. Öleceğim meraktan. Kestirmeden Remzi amcaların bahçelerinden geçerek bahçeye ulaştığımda Nihat’la Ekrem abin Kemal emminin büyük oğlu Cüneyt in dediği gibi hararetli bir şekilde çardağın içinde tartışıyorlardı. Nihat’ın içkili olduğu konuşmalarından belli oluyordu zaten. Abin, “Ben senin ayağına ilaç getirmeye mecbur değilim Nihat, gecenin bu saatinde,” dediğini duydum bir an. Nihat da “Ben nereye istersem oraya getireceksin aslanım, parasıyla değil mi?” Ekrem abinin, “Nihat, Veysel amcaya dua et yoksa var ya…” dedikten sonra elindeki ufak poşeti çardaktaki ufak masaya bırakıp hızlıca geri dönüp gittiğini gördüm. Nihat Ekrem abinin ardından küfür savurdu ama Allah’tan abin uzaklaşmıştı oradan. Belki de duydu da duymazlıktan geldi o an, sarhoş adam ne dediğini bilmez diye Allah’tan. Nihat’ın babası, kalp hastası biliyorsun. Geçen yıl ameliyat oldu. İlaçlarını da İstanbul’dan getirtiyorlar. Gelince de Ekrem’in çalıştığı eczaneye bırakıyorlarmış. Ben de bir gün tesadüfen öğrenmiştim bu durumu. Oradan geçerken Ekrem peşimden koşmuş, Nihat’ın babasının kalp ilacını vermişti. Kaç gündür almamış Nihat. Bir de “Babam babam,” diye ölür ha. Nihat’ın eve geldiği mi var? İlaçları aldığımdan iki gün sonra verdim ona, babanın ilaçlarıymış bunlar diye. ‘Niye haber vermedin?’ diye kızıp canıma okumuştu benim. Yetmemiş itmişti beni. Başımı arkamdaki dolaba çarpmıştım. Hiç suçum yokken sudan sebeplerle yapardı bunu biliyor musun? Bunu da bil Sevilay. Anladım ki abin o gece Nihat’ın babasının ilacını getirmiş. Ekrem abin de haklı olarak sitem etmiş tabii. Ben senin ayağına ilaç getiremem diye. Yok, inat dedim ya Sevilay Nihat için illa o ilacı kendisi verecekmiş babasına. Zamanında verse iyi. Adam ölecek bir gün görecek o zaman. Zaten o yüzden dövmüştü beni. Ben alamazmışım ilacı. Haberi yokmuş aldığımdan. Öyle diyor bana bakar mısın? Beni kızıp itti demiştim ya. Başım dolaba çarpınca alnım açılmış, üç dikiş atılmıştı. Doktor ağrı kesici verince eczaneye uğramış Ekrem abine o zaman söylemiştim. “Aman kardeşim Nihat’ın babasının ilacını bana verme,” diye o da anlamış olmalı ki ayağına götürmüş adamın. Orada olacağını biliyor tabii. Herkes biliyor bahçede içtiğini. Bu hala içiyor çardakta ama ben sinirden tir tir titriyorum o anda. Neyse ben sindim yine bir köşeye izliyorum Nihat’ı. Bir ara baktım bu ayrıldı çardaktan yalpalaya yalpalaya yürüyor. Belli ki ufak su dökecek. O kadar sarhoş ki fermuarını bulamıyor o derece yani. Çok içti mi işer durur sabaha kadar. Altına bile işediğini bilirim vallaha. Bir gün geldi, gecenin bir yarısı eve. Sabaha kadar işedi adam ya. O yüzden biliyorum ben. Bu gidince ufak su dökmeye üç beş dakika gelmez. Arkadaş her sarhoş olan bu kadar keyifle işiyorsa… Güldün mü kız sen? Yoksa bana mı öyle geldi? Bu ayrıldı ya çardaktan aklımda hiç yok çardağa gitmek. İnan anlamadım, ayaklarım beni götürdü içtiği çardağa. Her taraf içki şişesi Sevilay, leş gibi her yer. Nefret ettim Nihat’tan bir kez daha o an. Ya hadi bırak beni düşünmüyorsun babanın ilaçları orada ya. Götür adama değil mi? O an yine babamı düşündüm nedense. Şişelerin çoğu açık, yarısı içilmiş. Hepsinden içiyor galiba. Ne yaptım biliyor musun? İlk önce cebimdeki şişede duran solucanları açık olan içki şişelerinin içine tek tek attım, yetmedi masanın üstünde duran poşetten babasının kalp ilacını çıkartıp iki şişeye birer tane attım valla. Ufacık bir hap zaten. Sonrasında ayrıldım oradan bir ara yolun yarısında dönüp bakayım dedim ama olmaz ona bir şey dedim içimden. Sonrasını biliyorsun zaten. Bu arada Kemal emminin oğlu Cüneyt, tartıştıklarını görmüş galiba diğer bahçeden. Beni görmemiş. İşte böyle Sevilay demem odur ki Nihat ölürse ben öldürdüm. Bilesin bunu.

Ağlıyor musun sen? Ağlama be kızım. Bana mı ağlıyorsun? Nihat’a mı bilemedim ki şimdi. Bak yine söylüyorum senin anlayacağın Nihat ölürse Nermin ablan öldürdü Sevilay.

Sen de duydun mu sesi? Nihat’ın annesinin sesi bu Sevilay. Nihat öldü besbelli. Her şeyi de anlattım sana, konuşsana ne olur? Git, Nermin ablam öldürdü Nihat abiyi de. Ne olur söyle bunu. Söyle bunu gülüm. Kurtulayım artık bu adadan. Yalnız tek bir şey istiyorum senden. Eğer bir gün beni sana sorarlarsa…

Nermin ablam, ayağında nasırları olan yaşadığı pişmanlıkları zeytinliklerde bırakan adanın en bahtsız terliksiz kadınıydı diye anlatırsın. Ben çok yoruldum Sevilay. Çok yoruldum. Hoşça kal. Selametle inşallah.


Özgür Yalnızça

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page