"Gerçek yalındır, çıplaktır. Hiçbir örtü hakikati gizleyemez."
Sokak ortasında çırılçıplak bir halde dikiliyordu. Hem de kaçıncı kez. Gördüğü yollar, baktığı evler, hatta göz göze geldiği yüzler bile aynıydı. Kendisine yönelmiş şaşkın bakışların sebebini anlamaya çalışırken sesine aşina olduğu o çığırtkan çocuğun bağırtısını duydu yine. Siması tanıdık gelse de enine boyuna seçilmiyordu. Üstelik o çocuk işaret parmağını uzatmış tam da onu gösteriyordu. "Adam çıplak! Gördünüz mü?"
Eliyle avret yerini kapatırken meraklı kalabalığın bakışları tarafından çepeçevre sarıldı. Yüzünü, kulaklarını ateş bastı. Sırtından buz gibi ter aktı. Uzandı, cenin pozisyonu aldı. Sudan çıkmış balık misali çırpınırken uyandı. Sırılsıklamdı. Nerede olduğunu anlamak istercesine etrafına bakındı. Sonra da saate baktı. Demek ki gecenin hükmü hâlâ sürüyordu. Başını sağ omzuna doğru eğdiren sağ omzunu da yukarı doğru hareket ettiren tiki yokladı. Gergin olduğu zamanlarda başına buyruk emir eri gibi aynı yönde hareketlenirdi başı ve omzu. Karısına baktı. Kadıncağız her şeyden habersiz, ağzı bir karış açık halde uykunun tatlı kollarına bırakmıştı kendisini. Adamın üst dudağı iple asılmışçasına tek taraflı yukarı çekildi. Gözlerini kıstı. Cık cıkladı.
Dünya yansa bunun umuru değil. Şuna bak! Fosur fosur uyuyor. Şeytan diyor ki...
Kafasını iki yana sallayarak "tövbe estağfurullah" çekti. Her gece uykusuna musallat olan "adam çıplak!" rüyasına, "lânet gelsin" deyip ayaklandı. Ne vardı sanki karısındaki kaygısızlık onda olaydı da her gece totosunda pireler uçuşa uçuşa uyuyaydı.
Telefonunu eline aldı ve Google'ladı. "Rüyada kendini anadan üryan görmek, bazı zorluklar ile karşılaşacağına ve bazı durumlar ile mücadele edeceğine delâlet eder."
“Zorlukmuş, mücadeleymiş. Sıçayım zorluğuna da mücadelesine de! Cıbıl cıbıl sokakta dolaşmanın güçlükle ne alâkası var? Hiç işte. Lâf ola beri gele."
Gözünü evvelâ tavana dikti. Sağa döndü, sola döndü. Sırtüstü, yüzüstü derken kendinden başka her yöne döndü. Böylece döne döne tan yeri siyahtan kızıla, gün de geceden sabaha döndü.
Kahvaltı hazırlayan karısına bakmadı bile uykusuzluktan şişmiş gözleriyle. "Ben çıkıyorum," diyerek kapıyı kapattığında, "Bir şeyler atıştırsaydın," cümlesi sıkışıverdi kapıya bir ah bile demeden. Gelgelelim gündem yoğundu. Rakipler desen dişliydi dişli olmasına da Fenasi Teker'in de teselli ikramiyesi mahiyetinde yaptırıp sattığı daireleri, inşaat sektöründe allı pullu olmasa da bir ismi vardı en nihayetinde. Durulacak zaman değildi. Vakit nakitti. Yerel seçim çalışması için mahalleliyi dolaştı tek tek. Esnafın kapısını çalıp sorunları dinledi. Mahallenin terzisini es geçti. Kendisini zaten pek sevmezdi. Ona ayıracak vakti de yoktu. Bu sebepten dinlemese de olurdu. Hoş, dinlediklerini de daha ziyade mabadıyla dinlerdi. Zira oturuşunu bile değiştirmezdi Fenasi Bey. Bugüne kadar neyini değiştirmişti ki onu değiştirsindi. Bacak bacak üstüne attı. Kollarını göğsünün üstünde birleştirdi. Dışa doğru kaçak kat olarak taşmış göbeği, gri gömleğinin içinden keşkül gibi titredi. Dert dinleme faslının bitmeyeceğini anladı ve zengin kalkışı yaptı. Tokalaşırken dört parmağının ucunu uzattı. Girdiği berber dükkânında gönülsüzce sakal tıraşı oldu. Ardından kafasının orta yerinde anız yanığı gibi açılmış kısmı kapatma çabasıyla bir tarafını fazlaca uzattığı kırlaşmış saçını, berber Necmi'ye şöyle bir tarattı. Üstten üstten, "Aman ha, tara sadece, makas vurma!" demeyi de ihmal etmedi.
Berber camından dışarıya doğru başını çevirince işaret parmağını kendisine doğru uzatmış bağıran veledi gördü. "Gördünüz mü adam çıplak?" Hemen eliyle önünü kapadı. Bu tuhaf hareketini açıklamak yerine kendisine aval aval bakan Necmi'ye döndü.
"Dışarıdan biri seslendi sanki."
"Sana öyle gelmiştir beyim. Baksana herkes işinde gücünde."
"Ama çocuk..."
Berber, müşterisinin ağzında birbirine dolaşan sözcükleri seçemedi.
"Bir şey mi dediniz?"
Durumu kabul etmekten başka çaresi yoktu.
"Yok. Neyse hadi eyvallah!" diyerek aniden kalktı.
"Çay söyleseydim."
"Başka sefere. Dediğim gibi oyunuza talibim. Parti marti işleri fasa fiso. Bizde öyle mi ya. Bağımsız aday Fenasi Teker, tüm işlerinizi evelallah tıkır tıkır çözer."
Kapıdan dışarıya adımını atar atmaz çocuğu aradı gözleri. Etrafta bangır bangır geçen seçim arabaları, esnafın kaldırıma taşan şakalaşmaları, yoldan gelip geçenlerin telâşlı adımları dışında gözüne çarpan bir şey yoktu.
Kafayı yiyorum herhalde. Yok canım. Değildir. Kasaba uğrayayım. Akşama bonfile. Oh mis. Yanına bir de otuz beşlik devirdim mi. Kimse de yok ki. Ağız tadıyla. Acife.Tat mı bırakır adamda. Soğuk nevale. Anca koca parası yesin. Şu inşaat biteydi. Teslimat. Oradan gelen parayı... Oğlan da aramadı. Para lâzım olsa arardı. Amaan benimki de kuruntu işte. Bürokratlar şehrinde en iyi yurda yerleştirmişim. Yediği önünde yemediği gerisinde. Bu yaşımda onun yerine ben mi okuyayım. Adam olsun kurtarsın kendini. Biz onun kadar da baba parası, baba yüzü de görmedik. Reklâm önemli. Sık sık yoklamalı esnafı. Köprüyü geçene kadar. Kim ölmüş yalandan. Somurtuk karı. Acife'yle bakkala bile gidilmez. Rüya. Hep aynı. Neymiş adam çıplak. Kör olasıca velet. Altüst ettin dengemi. Niye ben? Kahrolası tik. Düşünme düşünme. Seçim. Az kaldı. Zamanında ben de... Keşke... Benimkisi gönüllü değil zorunlu seçimdi. Ah be Nilüfer! Nerden de aklıma düştün. Keşke görmeseydim seni o AVM'de. Gözden uzakken hiç değilse... Gönülden uzak mıydı sanki. Benimki de lâf işte. Deli saçması. Görsem yine. Sana geldim dese. Ya kurulu düzen? Düzenmiş! Sikeyim düzenini. Yanlış iliklenmiş düğmeden düzen mi olur? Suratsız karı. Ulan Acife diye isim mi olur? Adında halevet yok ki tipinde olsa. Kafama tüküreyim. Şimdiki aklım olsa… Lüfer Sami mi o? İki saat konuşur şimdi. Bana ne senin ağından, balığından. Markete atayım kendimi. Oh! Görmedi yavşak. Gelmişken su alayım bari. Doğru mu görüyorum? Yok artık! Ulan, Allah'tan korkun vicdansızlar! Fiyatları değiştirmişler gene. Gözünüzü toprak doyursun! Midem kazındı. Acıktım yahu! Turşuhan Usta'nın kelle paçası ne gider şimdi. Rızık zamanı. Seçim çalışması? Siktir et! Aç ayı oynar mı? Sonra tef çalarım tef. Ezan... Bir dakika ezan değil ki bu ama, sela. Biri mi ölmüş? Aman bana ne be! İyi de bugün günlerden ne ki? Hay Allah! Cuma yahu! Yarın cuma olsa ne vardı. Neyse yapacak bir şey yok. Dostlar alışverişte gördü bir de cumada görsün. Fena mı olur. İyi bile olur iyi. Turşuhan Usta beklesin artık. Gideyim de şadırvanda bir abdest alayım. İyi de nasıl alınıyordu? Ağız mı burun mu önce? Amaan neyse ne? Millete bakar ona göre alırım. Oradan kendime yavaştan yavaştan yol yaparım. Ne de olsa inşaat bizim işimiz. Ulan Fenasi sen yok musun sen? O velet inşallah burada da karşıma çıkmaz adam çıplak diye.
"Muhterem müminler, bugün size öyle mühim bir hadis-i şerif nakledeceğim ki vallahi duyduğunuzda içiniz cız edecek. Esteuzübillâh! Dikkat buyurunuz! Ebu Davud ve Tirmizi'de geçiyor. Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam şöyle buyurmuştur. "Allah, içinde hardal tanesi kadar riya olan ameli kabul etmez."
Bana mı bakıyor hoca? Yok canım değildir. O kadar insan var. Benimle ne alâkası var. Tövbe tövbe. Hoca değil müneccim sanki. Görüş alanındayım ben de aksi gibi. Hem ne biliyorsun hoca, belki önümdeki riyakâr. Az da ona baksana. Yook. İllâ ben. Hoca bana taktı. Sen nasılsa gelirsin yanıma hoca efendi düşük faizli krediyle ev almaya. O zaman riyayı gösteririm sana!
"Allahü Ekber"
Dudu dudu dilleri lıkır lıkır içimi gözleri derya deniz. Çalma! Çalma! Tam da çalacak zamanı buldun. Kimsen sabahtan beri arasan ya. Nasıl unuttum kapatmayı. Hay kafamı... Dudu dudu dilleri lıkır lıkır içimi gözleri derya deniz. Israrla arıyor. Çare yok. Gitti namaz. Vebali arayanın boynuna.
"Aloo"
"Fenasi Bey. Alo, aloo"
"Camideyim."
"Ne? Anlamıyorum."
"Dur be adam iki dakika, çıkıyorum."
Pardon amca ayağına bastım. Kusura bakma. Tüh. Eline basmışım ya. Bir de ayak dedim. Kaç Fenasi kaç. Adama ön ayağına bastım demediğin kaldı.
"Aloo, Fenasi Bey orda mısın?"
Bu da yırtık dondan çıkar gibi tövbe tövbe...
"Efendim"
"Benim Fenasi Bey, ben Kerim. Satılık daire için aramıştım sizi. Yoğunluktan fırsat bulup da yüz yüze tanışamasak da telefonda görüşmüştük hani. Hatırladınız mı?"
Fenasi Bey duraladı. Ne diyecekti ki. "Hmm, mmm" gibi sesler çıkardı. Adam, hatırladığına yordu. Üstelemedi. Satılık daireleri görmek için iki hafta sonraya randevulaştılar. Müşteri tam da, hayırlı günler, diyecekti ki cümlesi, akıllı telefonun kapatma tuşuna sıkıştı.
Caminin bahçesinden ağır ağır yürüdü. Evin yolunu tuttu. Duş alıp kıyafetini değiştirdi. Ardından karısına, "Akşama geç gelirim," deyip atladı arabasına. "Sinemaya gitseydik vakitlice gelsen de," cümlesi sıkışıverdi arabanın kapısına Fenasi'nin kulaklarına ulaşamadan. Bir de, "Bir haller var sende. Tuhaflaştın iyice," diyecekti kocasına, tabanı yanık tazı gibi topuklamasaydı. Kafasındaki tilkilerin kuyruklarını birbirine bağlamakta pek mahirdi kendisi. Eski kulağı kesiklerden kim kalmıştı zaten. Kuyruk demişken bir kez olsun kuyruklardan mütevellit ne kısa devre yapmıştı zihni ne de yürüdüğü kar, belli etmişti bizimkinin izini. Kurtlar sofrasından tok kalkmak, ev yapıp satmak, hele hele siyasete atılmak onun için biçilmiş kaftandı. Velhasıl ne düşündüğünü, neyi niçin öyle yaptığını bir Yüce Mevlâ bilirdi bir de kendisi. Bilmek avamın işi değildi şahsını konumlandırdığı yerde. Bit kadar, pire kadardı onun gözünde işine yaramayan insanlar. Öyle de burnu Kaf dağının tepesindeydi. Kafasında onu oraya koydu, bunu buraya kurdu. Derken ampulün biri sönmeden öbürü yandı. Fenasi'nin beyni de dış katmanı da cami avizesi misali ışıl ışıl parladı.
Acife, çulu çaputu pek sever. Ona alışveriş de hediye de yeter, koyuver orta yere, otlar durur akşama dek. İpinden tutmalı, memleketine salmalı. Kocasını yoracaksa karı kısmı niye var. Biraz da anasıyla pederinin başına ekşisin. Ah ah! Babam olacak rahmetli, "Ya askerde yediğin boku temizlersin, adını çıkardığın bu kızla evlenirsin yahut evlatlıktan reddederim, sokaklarda yatıp kalkarsın!" demeseydi ben seni zor alırdım ya Acife. En güzel yıllarımın katilisin sen. Düğün gününden beri görmemiştim Nilüfer'i. Ta ki...
Fenasi Teker, yanağını tuttu. Sevdiği kızın terkedilmenin acısıyla son kez attığı tokadı o günkü tazeliğinde suratında duyumsadı. İçini çekti. Yüzünde acı bir gülüş belirdi. Kimine her yol Paris'ti, Fenasi'ye ise o yol Nilüfer'di. Peder bey, kader denen yol ayrımında durup da uçkuru çözük oğlunu Acife'yle izdivaca sürüklemeseydi, sevenler kavuşacak, Nilüfer de ayrılık acısı tatmayacak, bunun neticesinde Fenasi'ye o okkalı şamarı ve nispet olsun diye sevmediği adama "evet" diyerek nikah defterine pişmanlık imzasını atmayacaktı. Fenasi Bey, tevafuk eseri eski aşkını, bunca sene sonra uzaktan da olsa görebilmişti. İçi yandı. Marmara çırasından halliceydi. Böyle efkârlı bir günde kafayı çekmeyecekti de ne zaman çekecekti. Ara sıra takıldığı meyhaneye uğradı. Masada etin hası, bonfilenin terbiyelisi, zeytinyağlı soğuk barbunya mezesi, acılı ezmesi, kavunu, peyniri, aslan sütü, çerezi tam takım dizilmişti de bir Nilüfer eksikti. Artık onun olmayan, uçkur davasına kurban verdiği sevdiceği. O kestane kızılı kıvırcık saçları deniz gözlere dolayıp mis gibi lavanta kokusunu da üstüne katıp hayaline bandı Fenasi. Katık ettiği acıdan mı bilinmez her yudumda dili buruldu, gönlü burkuldu. Fenasi Teker, eve vardığında yanında Acife, düşünde Nilüfer, horul horul uyudu.
Fenasi Bey, sabahleyin inatçı bir baş ağrısıyla uyandı. Buna rağmen, ağrı kesici niyetine Nilüfer'i gördüğü ve aklını, fikrini tapusuz, senetsiz ona devrettiği günü düşündü. Yanı başındaki etajerin üstünde duran develi tütün paketinden tarantulayı andıran parmaklarıyla bir dal çekti. Teneşir paklayacak yaşta tek tük tellendirdiği sigara, bir süredir katıksız yoldaş olmuştu ona. Hele karısını kafayı çektiği günün ertesinde otogarda yolcu eder etmez gemi iyice azıya aldı. Acife'yi otobüs camından el sallarken duygulandıran timsah gözyaşlarını da mendilinin arasına bir güzel tıktı, tıkıştırdı. Karısı, zihninden hızla uzaklaşsın diye gözlerini kapattı. Lavanta kokusunu düşledi tuttuğu takım kazansın diye olmadık şekillere girip totem yapan taraftar inanmışlığıyla. Nilüfer'i gördüğü gün dün gibi aklındaydı.Hatta düşünceleri bile aynı tazeliği korumaktaydı.
Halkın içine karışmak lâzım. Seçime az kaldı.
Semt pazarı? Geç orayı. Bunca insan... Dip dibe burun buruna. Başka neresi var? Esnafla halkın vıcık vıcık olmadığı? Hmm, düşün Fenasi! Hah, AVM. Olur. Orası uygundur.
Bağladı ellerini arkaya. Dudağında yarımca bir gülümseme. Düştü av, yani oy peşine. Sağa sola bakınırken tanıdık bir koku geldi burnunu okşadı. Yıllar, yollar ortadan kalktı. Zaman durdu. Fenasi duramadı olduğu yerde. Koku, ete kemiğe bürünmüş, yeşil üzerine beyaz çiçekli bir elbise olarak dalgalanıyordu kalabalık denizinde yürüyen merdivenlerden aşağı doğru. Fenasi, kalabalığın sürüklediği dalgaya kapıldı. Yanlışlıkla diğer merdivene bindi. Fakat o da ne? Lavanta kokusu uzaklaşıyor, Fenasi istediği perona bir türlü yanaşamıyordu. Çünkü bindiği yürüyen merdiven, inmiyor, aksine çıkıyordu. Fenasi Teker depar attı. Soluk soluğa kaldı. Nihayet anladı ki donuyla inatlaşan... Çaresiz gözlerle yandaki yürüyen merdivene baktı. Son bir çabayla aşağı indi yeşil çiçekli elbiseli lavanta kokusunu görür müyüm diye. Gördü. Görmez olaydı. Nilüfer'den başkası değildi gördüğü kadın. Çölün ortasındaki o vaha, şimdi bir seraptı. Tam buldum derken yitirdiği bir serap. Bir mağazadan çıkıyordu bir elinde poşet, diğerinde herifin tekiyle. Fenasi bayram şekerini çamura düşürmüş bir çocuk çaresizliğiyle oracıkta kalakaldı. Karadeniz'de ne kadar gemisi, teknesi varsa içinde kopan fırtınaya kapılıp battı. Omuzlarını çökerten ağırlıkla evine yollandı. Kendini yerlere atıp höyküre höyküre ağladı. Fenasi Teker, boğazına kadar kedere saplandı.
Fenasi Bey, iki hafta boyunca ruh gibi gezdi. Seçim çalışması için gittiği yerlerde el alemi totosuyla dinledi. Her şeyi yarımdı. Diğer yarısı Nilüfer'di. Konuşurken de insanlarla yarım ağız konuştu. Günler günleri kovaladı. Fenasi, zaman kavramını yitirmiş bir halde işyerinde otururken sekreteri, Kerim Bey ve eşinin geldiğini, bitmiş dairelere bakmak istediklerini iletti. Fenasi toparlandı. Gelsinler, anlamında eliyle işaret etti. Kapı açıldığı anda gözlerine inanamadı. Çünkü gelenler, AVM'de gördüğü adam ve kadındı. Dengesini altüst eden o kadın Nilüfer'den başkası değildi. Fenasi, boşlukta yüzen gök cismiydi âdeta. Konuşuyor, elindeki bitmiş evleri ballandıra ballandıra anlatıyordu. Nilüfer'in deniz gözleri onun üzerindeydi. Fenasi Teker ecel terleri döküyor, Kerim Bey ise oradan buradan konuşuyor da konuşuyordu.
Nihayet anlaşma sağlandı, satış sözleşmesine imzalar atıldı. Fenasi Bey, masasındaki kartvizitleri fırsattan istifade karı-kocanın eline tutuşturuverdi.
O gece ve daha sonraki kırk sekiz saat içinde cep telefonunun çalmasını iştiyakla bekledi kart horoz Fenasi. Nihayet iki gün sonra yabancı bir numara aradı.
Dudu dudu dilleri lıkır lıkır içimi. Gözleri derya deniz.
"Alo."
"..."
"Alo, kimsiniz?"
İnce, tanıdık bir ses, çaydanlığın buharı değmişçesine yumuşattı Fenasi'yi.
"Benim, Nilüfer."
Fenasi kulaklarına inanamadı.
"Nilüfer. Affedersin Nilüfer Hanım. Tabii, saat kaçta? Memnuniyetle. Hürmetler."
***
Araya giren bunca yıldan sonra bir pastanede buluşulmuş, hesaplar sorulmuş, cevaplar verilmişti. Nilüfer'in yaslı ve yaşlı deniz gözleri kaz ayaklarıyla bir miktar kısılmış, incecik beli simitle kaplanmıştı. Buna rağmen dişil enerjisi yerindeydi. Fenasi'nin o dakikadan itibaren yerle bağlantısı kesildi. O artık rüzgârda savrulan yaprak, açık denizde sürüklenen gemiydi. Rota belliydi. Lavanta kokulu Nilüfer'di. Evine çağırmıştı azgın tekeyi.
"Gece el ayak çekilince gel. Kerim, birkaç gün eve dama uğramaz."
Fenasi'nin canına minnet. Akıl uçmuş. Malum organı darbe yapmış, yönetime el koymuş. Sorgulamak kimin haddine. Kerim efendi nerdeyse nerde. Bunun umuru mu? Emir büyük yerden. Nilüfer gel demiş, gündüzle gece olalım demiş. Fenasi pervane olmuş, ateşe üşüşmüş, yanalım demiş. Kaz gelecek yerden köz esirgenir mi? Mangalı tellendiriver dese Nilüfer, Fenasi başım ağrıyor diyebilir miydi?
Saatler ilerledi. Yıldızlar civelekleşti. El ayak çekildi. Fenasi, böylece istenmeyen tüy, yabani ot misali Nilüfer'in apartmanın kapısının önünde bitiverdi. Nilüfer, "Ay!" dedi, "Üstüme rahat bir şeyler giyeyim" Fenasi'nin hararet göstergesi yükseldi. Fenasi don atlet. Velhasıl adam çıplak. O sırada kapının zili bir kez fakat uzunca çaldı.
"Kocam gelmiş olabilir, koş balkona saklan!"
Fenasi'nin mabadı tutuştu. Böyle anlarda tiki hortlardı. Sağ yanağı ve sağ omzu arada mıknatıs varmışçasına birbirine çekilirdi. Hemen balkona koşturdu. Bekledi, bekledi, bekledi. Ne gelen vardı ne giden. İşin kötüsü aşağıdaki kalabalık, hayat pahalılığından hallice arttıkça arttı. Bir çocuk elini uzatıp
"Adam çıplak! Gördünüz mü?" diyerek balkonda tüneyeni işaret etti.
Baktı, olacak gibi değil kurtuluşu erkekliğin onda dokuzunda buldu. Kapı aralıktı. Merdivenlerden soluk soluğa inerken göbeği de hop hop hopluyordu. Nilüfer, kalabalığı fırsat bilip çığlık çığlığa bağırdı, "Yetişiiin! Evime sapığın biri girdi a komşulaaar!"
Fenasi, tikini de alıp olay mahallini kendinden umulmadık bir hızla terk etti. Öyle ki terketmese ruhu bedenini terk edecekti. Bir vakit insan içine karışamadı. Ta ki ar damarı bombeleşip yırtılana dek. Bu süreçte evli barklı kadına sarkıntılık ettiği, kadının dışarı kaçıp canını zor kurtardığı yönünde dedikodular aldı yürüdü. Reklamın iyisi kötüsü olmaz deyip Fenasi, bu krizi bir zaman sonra fırsata çevirdi. Nilüfer, Fenasi'ye karşı geçmişten gelen öfkesini, intikam isteğini böylesi bir planla, tabiri caizse kamikaze dalışıyla hayata geçirmişti lakin Fenasi, arsızlığıyla üste çıkmayı başarmıştı. Altta kalanın canı çıksındı. Fenasi'ye ne gam! Kerim Bey'e gelince olanlardan sonra Fenasi Teker'e, haneye tecavüz davası açtı. Fenasi de boş durmadı, hakaret falan derken dava dava üstüne bindi. Yetmedi, yerel seçimde de sırf rekabeti kızıştırmak için Kerim Bey de adaylığını ilan etti. Fenasi'ye epey kurulmuştu.
***
Sokak ortasındaydı. Oldukça kalabalıktı. Seçim sandıkları okullara değil yol kenarlarına kurulmuştu. Aynı çığırtkan çocuk, uluorta bağırıyordu.
"Gördünüz mü? Adam çıplak!"
Kendisine baktı. Çocuk haklıydı. İnsanlara baktı. Onlar da çıplaktı. Kan ter içinde uyandı.
Seçimin ertesi günü sonuçlar açıklandığında Fenasi, bir oy farkla kaybetmişti. Sordu, soruşturdu, nihayet kendisine kimin oy vermediğini bütün çıplaklığıyla öğrendi. Mahallenin terzisiydi. Bir ona uğramamıştı. Tabii Fenasi'nin bilmediği bir şey daha vardı. Postacı kapıyı iki kez, terzi bir kez çalardı. Uyanan uyanır, uyanmayan faka basardı. Masallarda iyiler, halkı masallarla uyutulan ülkelerde ise kötüler kazanırdı en sonunda. Bir varmış bir yokmuş gibi. Develerin tellal, pirelerin berber olması kadar mantıksız olsa da. Nilüfer ve Kerim Bey, Teker Yapı'dan satın aldıkları daireyi satıp sırra kadem bastı. Fenasi Teker'in kafasına gökten elma yerine kuş boku düştü. Ak kedinin yanından bir kez, merdivenin altından üç kez geçti. Bildiği tek dua beddua olduğundan onu da tersten okudu üfledi. "Âmin," diyerek yüzüne sürdü cuma saatine denk düştü. O vakitten sonra işler değişti. Fenasi, koca göbeği yüzünden kerevetine çıkamadı belki ama bal tutan parmağını şapır şupur yaladı önümüzdeki beş yıldan sonra beş sene müddetince.
Elmas Tunç
Comments