Çiçek maroken kaplı koltuğunda sıkıntılı bir şekilde dönenip durdu. İşleri kötüye gidiyordu ve en çok bunu düşünüyordu. Sanırım annesi bir konuda haklıydı. Başlarında bir erkek olmalıydı. Kadın başına iş hayatında var olmak çok zordu. Ahmet’i düşündü. Bir süredir onunla görüşüyordu. Ona çok iyi geliyordu Ahmet. Espritüel, anlayışlı ve çok modern bir erkekti. İkisi de tahsillerini yurtdışında tamamlamıştı. Ahmet de onun gibi işlerinin başında duruyordu. Evet galiba Ahmet tam aradığı erkekti. Daha fazla karşı koyamayacaktı kendine. Geçmişte kendine verdiği sözlerin hiçbir anlamı yoktu. Babaları onları terk etti diye bütün erkeklere düşman kalamazdı ömrünün sonuna kadar. Hızla kalktı ayağa. Yok olamaz dedi. Ben bu kadar güçsüz olamam. İşler biraz kötü gidince karamsarlığa düşüp çıkışı bir erkekte aramamam gerekirdi. Hızla sarıldı telefonuna. Ahmet’i bir an unutup işlerini hatırladı. Toplantının saatini öğrendi. Yine eskisi gibi güçlü durmanın, güçlü gözükmenin zamanı dedi içinden. Hayatımda bir erkek olursa bu yokluğunu hissettiğim için olacak. Acılarıma zaaflarıma payanda olacak diye değil diye devam etti. Bu arada kapı ardına kadar açılmış büyük ablası Meltem burnuna kadar gelmişti. Anca fark ettiği bu durum karşısında şaşırdı ama fazla belli etmedi. Kollarını açıp, “Meltem abla ne iyi etmişsin de gelmişsin,” dedi. Çiçek’in durumu kurtarmaya çalıştığını fark eden abla üstelemedi. Onun için açılan kollara bırakıp kendini, “Geçiyordum uğradım,” dedi. “Nasıl iyi yapmış mıyım? Umarım bir işin yoktur.”
“Toplantı saatine daha var. İyi bir zamanda geldin yani. Zaten ben de ne zamandır seninle bir şeyler konuşmak istiyordum.”
“Ne tesadüf ben de bir şeyler konuşmak istiyordum seninle. Ama madem önce sen söyledin ilk sen söyle bakalım ne konuşacaktın?”
“Yok, unut benimkini şimdilik. Sen bu saatte pek uğramazdın. Kuaför gezmelerden kafanı kaldırdığına göre konuşacağın şey çok önemli olmalı. Bu yüzden sen söyle önce.”
“Aşk olsun Çiçek. Ben o kadar zıpır biriyi miyim ki? Bilmeyen de beni hiçbir işe yaramaz sanacak.”
“Bu söylediklerimi duyman sorun olmazdı bundan önce senin için yanılıyor muyum? Hatta sevdiğin bile söylenebilirdi.”
“Öyle ama neyse sıkma canını. Unuttum gitti. Kim konuşacak ilk önce öyleyse?”
“Sen konuş dedim ya. Benimkisinin acelesi yok sonra da söylesem olur. Zaten daha netleşmedi kafamda. Biraz daha süre geçmesi lazım.”
“Eh peki o zaman dedi Meltem. Duymaya hazır mısın bilmiyorum ama…”
“Ne oldu? Bir şey mi var? Yoksa Halil…”
“Yok Halil ile ilgili değil.”
Halil Meltem’in bu aralar ayrı yaşadığı kocasıydı.
“Kim o zaman?”
“Dur üstüme gelme söyleyeceğim.”
“E hadi konuş o zaman.”
“Şey Çiçek…”
“Evet…”
Abla tekrar suskunluğa büründü. Gözlerinin önünde bir gölgelik oluştu. Bunu fark eden Çiçek daha çok kaygılanmaya başladı ama üstelemedi. Artık korkuyordu çünkü. Ablasını böyle hüzünlü çok nadir görüyor ve sanırım kötü bir şeyi haber verecek diyordu. Ablası konuşmaya başladığında düşüncelerinde ne denli haklı olduğunu anladı. Bu haber resmen felaketti. Böyle bir şeyi kabul etmesi imkansızdı. Ablası ondan nasıl böyle bir şey isteyecekti. Üstelik yarın diyordu. Bu ne acele? Böyle bir aceleyi yıllar önce neden yapmamıştı? Yok böyle bir şeyin olması imkansızdı. Hiç duymamış olayım.
Ali bey yıllar sonra ortaya çıkmanın verdiği heyecanla yatağından hızla kalkıp banyoya gitti. Aynada bir süre kendine baktı. Yorgun gözüküyordu ama bundan önce telaşlı ve suçlu buluyordu kendini. Şakaklarına inen beyazlık onu nasıl da yaşlı gösteriyordu. Avurtları çökmüş müydü? Yüzü zayıflamıştı ama. Daha fazla bakamadı kendine. Aynada bir bencil bir korkakla daha fazla konuşmak istemiyordu. Çabucak tıraş olmak için harekete geçti.
Her sabah tıraş olurken üç kızı da şaşkınlıkla onu izlerdi. Çiçek çok küçük olduğundan ağlardı. Aslında her kızı sırasıyla ağlamışlardı. Ama tamamen alışınca bu duruma bunu bir oyuna çevirmeyi bildiler. “Hadi baba yıldız kayar gibi. Evet işte böyle hoop!” Hep birlikte atılan kahkahalar sonra. Yüzünü yıkayıp çıktığında herkes yüzüne dokunmak isterdi. Ali bey kızları ağladığı zaman onlara bir şey olmadığını göstermek için çıkarmıştı bu dokunma işini işte böyle böyle alışkanlık olmuştu. Sanırım cildin kayganlığı hoşlarına gidiyordu, en çok da yüzüne hiçbir şey olmadığını görmeleri… Tıraş kolonyasını babalarına tutmak için birbirleriyle yarışırlardı. Bazen kavgaya döndüğü olurdu. Ali bey bunun da önlemini almıştı. En büyük kızı havlu, ortanca kolonya tutacaktı. En küçük kızı da onu koklayıp öpecekti. Tekrar yatak bölümüne geçti. Pencereye çıktı. Bazı zamanlar kendisini boşluğa bırakmak istediği o yerden biraz alaylı kendini dinledi. Az sonra dışarı çıkması gerektiğini hatırlayıp fazla durmadı. Havaya baktı kapalıydı. Şemsiyesini koyduğu yerde bulamamanın sıkıntısı sardı bir ara. Gideceği adresi çıkarıp çıkaramayacağını düşündü sonra. Birkaç süredir kaldığı şu otel odasının onu basması her şeyin üstündeydi. Zor attı kendini dışarı.
Artık tamamen dışarı çıktığında biraz yürümek istedi. Taksiye köşe başında binmek geçiyordu içinden. Yağmur çiselemeye başlamıştı. Yine de açmadı şemsiyesini. Biraz ıslanmak iyi gelebilir, dağılan düşüncelerini toplamasına yardımcı olabilirdi.
Çiçek ve Meltem alt katta kopan gürültüye koşup geldiler. Mehtap ve annesi tartışıyordu. Bu tartışma değil düpedüz kavgaydı. Mehtap elinde bir demir sopa annesine vurmak için alesta bekliyordu. Çiçek tehlikenin büyüklüğünü fark edip o yöne doğru koştu. Mehtap’ın elindeki demiri tutmaya çalıştığında annesi fırsattan istifade oradan sıvıştı. Uzaklaşırken, “Çıldırmış bu kız!” diye bağırıyordu. “Onları bırakıp giden benmişim gibi bana saldırıyor. Çıldırmış bu kız çıldırmış!”
Mehtap kız kardeşini karşısında görünce sarılıp ağladı. “Silip atamamışım içimden. Meğerse onu çok seviyor...” dedi anca anlaşılır bir sesle. Çiçek hiçbir şey diyemedi bu açıklama karşısında. Babasına kızgınlığı anlatılamaz derecede fazlaydı ama Mehtap’a bu kötülüğü yapamazdı. Yalnız bu açıklamaya şaşırmış olduğunu gizlemiyordu. Babalarının yokluğuna en az üzülenin Mehtap olduğunu düşünüyordu. Zira Mehtap hiçbir şeyi takmamakla tanınırdı. Okulunu bile bu rahatlıkla bitirememişti. Yıllarca sevgili eskitmekten hiçbir şeye fırsatı olmamıştı ki. Ve bu ilişkilerin çoğu da yine Mehtap istediği için bitmişti tabii. Haftalar ve sadece günlerce süren ilişkileri bile olmuştu. Erkekleri terk ederek sanki yıllar önce babasının onları terk etmesinin acısını çıkarıyordu. Çok içerdi. Madde kullandığı bile olmuştu. Ama çok kısa sürmüş şükür bırakmıştı. Sanırım çıktığı İtalyan erkek arkadaşı sayesinde öğrenmişti bunu. Bu arada dadıları da gelmişti. Bütün kızlar ve dadı bir yumak olup çıktılar. Hazırlanmaları gerektiğini düşünüp ayrıldılar sonra. Mehtap hazırlanmak için odasına uğrayıp Çiçekten yardım istedi. Çiçek işini bırakıp ablasını izledi. Odaya yeni varmışlardı ki tek başına giyinmeyi beceremeyen Meltem onları birlikte görünce kızdı. Çocukken onları birlikte yakaladığında ona karşı birleştiklerini geçirip içinden türlü şeyler düşlerdi. Sanırım en çok da kıskanır ve kısıp boynunu onu çağırmalarını beklerdi. Yine öyle oldu Çiçek durumu görüp anladı “Hadi durma kapıda gel şaşkın!” dedi. Meltem nazlanmadan onlara doğru koştu. Kolyesi için yardım istedi. Çocukken Meltem’i korkutmak için arkadan yaklaşıp onu boğarmış gibi ellerini boğazında bitiştirirlerdi. Meltem bu hareketten korkunç korkar ve bir çığlık koparırdı. Sanırım izlediği filmlerden etkilenerek yapıyordu bunu. Sonra evin en büyük kızı oydu ama hareketleri ters oranda hep küçük kaldı. Babasına sorduğu sorular ise yıllar geçtikçe iki kız kardeşin onu kızdırmak için hiç usanmadan yaptıkları şakaları oldu. “Baba benim ellerim neden küçük?” “Sen küçüksün de o yüzden.” “Hani baba ben en büyüktüm. Bir şey olduğunda sen büyüksün kızım biraz anlayışlı ol diyen sen değil misin?” Çiçek az önce oldukça gerilen havanın hâlâ dağılmamış olduğunu fark edip ortamı yumuşatmak adına bu kez Meltem’in boğazına onu boğarmış gibi sarıldı. Kızlar gülmesini koyuverince çabucak bıraktı ve kolyesini taktı ablasının. İşleri bitince ayrılıp odasına geçti herkes.
Ali Bey eski evinin kapısına gelince durdu. Yüreği yerinden oynayacak zannediyordu. Ev nasıl da bıkkın ve yorgun gelmişti ona. Yıllarca bildiği gerçekleri saklamaktan utanıp sıkılmış gibi en çok. Dış kapı ise inatçı ve asabiydi ona karşı bugün. Oysa eskiden nasıl da sevinçle açılırdı bu kapı. Kızları araba sesine uyanıp biterlerdi daha kapıda. Çiçek ve Mehtap iyi tanırlardı babalarının araba sesini. Meltem ise en büyük olmasına rağmen hiç tanıyamazdı bu sesi. Her defasında kardeşlerine şaşırır nasıl bildiniz diye sorardı. Onlarda babasından yeni oyuncak almış bir çocuğun sevincini buluyoruz derlerdi. Yırtılan bir çığlık ve şen bir kahkaha gibi yani. Meltem anlamaz ama anladım derdi her defasında ve bir dahakine bu sesi kesin tanıyacağını söylemeyi ihmal etmezdi. Kapıda biten kızların arkasından dadıları koşturup her defasında babalarını rahat bırakmaları için kızları biraz da sert bir şekilde uyarmayı ihmal etmezdi. Kızlara nasıl çekilmez gelirdi bu hareket. Nasıl bir güç onları babalarından ayırmak isterdi ki? “Bırak dadı,” derdi her seferinde babaları ve üç kızını birden kucaklardı. Ve her defasında dadılarına karşı almış oldukları zaferle kabuklarına sığamayan kızlar mutluluktan çıldırırlardı. Ali Bey bu hayaller içerisinde kapıya dokundu. Sert ve soğuk bir karşılama olmasını yine de engelleyemedi. Dadı bir yabancı gibi ve zoraki buyur etmişti onu içeri. Dadının ardı sıra salona geçtiler. Ali Bey etrafı süzdü. Yemek masasına baktı. Birlikte yaptıkları mutlu yemekler geldi aklına. En çok bahçede yaptıkları kahvaltıları özlemişti ama. Masanın yanında bir erik ağacı vardı hâlâ duruyor muydu çok merak etti. Bir keresinde nasıl olduysa kızlardan birinin çayına bu eriklerden biri düşmüştü. Küçük kızı Çiçek komposto oldu demişti çay. Bunu nasıl bilebildiğine şaşırdığı bir yaştaydı. Diğer kızlar merak edip kompostoyu sormuşlardı. O da hizmetçilere akşam erik kompostosu yapmalarını söylemişti. İşte kızlarının kompostoyla ilk tanışmaları böyle olmuştu. Çiçek sayesinde yani. Ah akıllı kızı. Daha o yaşta belli etmişti zekasını. Bunca yıl babasının işlerini tek başına yürüttüğüne göre ne kadar güçlü olduğunu da göstermişti. Daha küçüklükten belliydi bu kızın şimdiki halleri aslında. Daha o zaman bile yetişkin bir kız davranışlarına çokça şahit olmuştu baba. Babalarının diğer kızları sevmeleri için bazı zamanlar babasının kucağına atlamakta istekli davranmazdı mesela. Başka zamanlarda kızları babalarına yönlendirdiği olurdu. Bunları gören baba kızına daha çok yakınlaşmaya başladı. Onu en sevgili kızı olarak niteliyordu. Ve en büyük sevgiyi onun hak ettiğini usanmadan kendine itiraf ediyordu. Bunu fazlasıyla hak ediyordu o.
İlk önce kızı Meltem indi. Sonra Mehtap ve en son Çiçek gelmişti. Anneleri ise çok sonra geldi. Kocasına küçümseyen bakışlar atıyordu geldiğinde. Daha fazlasını yapmak istiyordu ama bunun için ilerleyen saatleri bekleyecekti. Güya buraya neden onları terk ettiğini açıklamaya gelmişti. Bunun için neden yıllarca beklemişti o zaman. Yoksa bunca yıl söyleyeceği yalanların olgunlaşmasını mı beklemişti? Ya da acıyı tazelemek miydi amacı? Üstelik annesini kaybetmenin derin üzüntüsü içerisindeyken yapıyordu tüm bunları.
Çayları geldi az sonra. Daha konuşan olmamıştı. Bu yüzden sadece kaşık sesleri duyuldu bir ara. Sonra kafalarını kaldırıp etrafı ve birbirlerini seyre daldılar. Meltem babasını daha şimdiden affetmişe benziyordu. Ona yakın oturmuş arada ellerine dokunup duruyordu. Sanki diğerlerinin bilmediği onun bildiği bir şeyler vardı. Oysa kimse bu ayrıntının farkına varmadı. Ne de olsa Meltem’di işte. Saf, kin tutmayı bilmeyen küçük kız. Oysa gerçekte babalarına herkes kadar o da kızmıştı ve affetmeyi kesinlikle düşünmemişti. Ama ölmeden önce anneannesinin babasıyla yaptığı telefon görüşmesi her şeyin gün yüzüne çıkmasını sağlamıştı. Bir mektuptan bahsediyordu anneannesi ve sanırım annesindeydi o mektup. Bugün o mektup okunacak ve babasının neden gittiği anlaşılacaktı ama o zaten babasının masum olduğunu biliyordu. Kardeşlerini bu yüzden babalarını görmek ve ona bir şans daha vermek için ikna eder miydi yoksa?
“Sanırım benim bugün neden buraya geldiğimi merak ediyorsunuzdur?” Derin sessizliğe daha fazla katlanamayan baba konuşuyordu. Kelimeler zorla ve yırtarcasına çıkmıştı ağzından. Cevap veren olmadı. Anneleri konuşmak istediyse de vazgeçti. Baba tekrar konuştu.
“Evet biliyorum daha önce gelmem lazımdı. Ya da hiç gitmemem ama inanın bu elimde değildi.”
“Elinde değil miydi?” diye bağırdı adeta anne. Kızlar kafalarını sallamakla yetindi. Meltem ise annesine daha sakin olması için bir uyarı yaptı. “Babamı dinleyelim önce istersen, pişman olacağın şeyler söyleme sonra,” dedi. Bunları duyar duymaz herkes dilinin altında bir şeyler mi var gibisinden baktı Meltem’e. Meltem kekeleyerek, “Yani konuşmak için diyorum,” dedi, “karşı tarafı dinlemek lazım değil mi önce? Anlaşılmayacak bir şey değil söylediğim. Yoksa yanılıyor muyum?” Diğerleri ona bakmayı bırakınca durumu şimdilik kurtardığını düşünüyordu.
“Neyi konuşacağız,” dedi anne kızarak tekrar. Sanki kızını hiç dinlememiş gibi. “Bizi terk edişini mi? Yoksa yıllarca yabancı ülkelerde gönlünü gün edişini mi?” Anne bu açıklamayla babanın yaptığı ikinci evliliğine dokunduruyordu. Onu hâlâ evli biliyordu çünkü. Oysa çocuklarının bir kazada öldüğünden haberi yoktu. Bir kanun kaçağının kaçırdığı kamyonun altında kalarak feci şekilde can vermişti oğlu ve karısı. Baba bu gerçeği söylediğinde herkes buz kesmişti. Güzel kardeşlerini bir defa olsun görmeden kaybetmişlerdi demek ki. Allah’ım ne kadar acıydı. O da bu yüzden şirketini satıp ülkesine geri dönmüştü. Daha dün kızlarının şirketiyle ortaklık bile imzalamışlardı. Konuyu fazla uzatmak istemediğini söyleyen baba burada karısına döndü. “Annen bahsetmişti sanırım, sende bir mektup olacak,” dedi, “orada her şey yazıyor. Yani neden sizi terk edip gidişim.” Evet bir mektuptan bahsetmişti annesi. Bugün açılmak üzere verilmişti. Ne yazdığını bilmiyordu çünkü annesine söz vermişti açmamak konusunda. Tüm gözler anneye çevrilmişti bir anda. Ne duruyordu. Bir an önce alıp gelseydi şu mektubu der gibi bakıyordu herkes. Daha fazla nazlanmayan anne istemeye istemeye odasına yöneldi. Az sonra da elinde mektupla geri geldi. Şimdi herkes nefesini tutmuş bu mektubun okunmasını bekliyordu. Anne bu görevi kızlardan birine vermek istedi. Meltem ben okurum deyip atıldı mektuba. Ve bütün dikkatlerin üstünde beklemesinden memnun hiç beklemeden okumaya başladı.
Sevgili kızlarım. Ne olur beni kötü bir anneanne olarak hatırlamayın. Zaten bunun için yazıyorum bu mektubu size. Ben her şeyi sizin daha mutlu olmanız ve tabii ki de en başta kendi kızımın mutluluğu için yaptım. Biliyorum bencil diyeceksiniz bana ama inanın değil. Bunu anne olunca siz de anlayacaksınız. Sanırım Meltem ne dediğimi çok iyi anlıyordur. Ben kızımı babasız büyüttüm. Onu gözümden sakındım. Erkek kardeşinden bile daha çok sevdim onu. Bunun sonucunda iyi mi ettim kötü mü ettim bilemem ama annelik böyle bir şey olsa gerek. Sevgiye daha çok ihtiyacı olduğunu düşündüğünüz çocuğunuzu daha çok seviyorsunuz. Kızım sevgiye açtı. Babasını ne çok sevdiğini bir ben bilirdim. Ama o dünyadan göçüp gidince kızım çaresiz ve kimsesiz hissetti kendini. Ben de babasının yokluğunu hissetmesin diye onu daha çok sevdim. Hayatta hiçbir isteğine karşı çıkmadım. Evlilik, okul, çocuk sayısı hemen her şeyi onun istediği gibi olmasına özen gösterdim. Sonunda her şeyi kendine istemeye başladı. En çok da sizi istiyordu. Her gün yaşlı gözlerle bana gelerek ağlıyordu. Çocuklarının kendisini değil babalarını sevdiğini söylüyordu. Onları sevmek için her şeyi yapıyorum ama olmuyor. Sanki onları kendime bağlamak için ne yapsam daha çok benden kopmalarını sağlıyorum. Bunun tek nedeni babaları onlara bu denli bağlı olmasa işim daha kolay olabilirdi ama onları çok seviyor. Buna seviniyorum tabii. Bir babanın çocuklarından daha kıymetli nesi olabilir ki? Elbette ki sevecek. Fakat bu sevgi başkasından soğumalarına sebep olacaksa bu beni yaralar. Söyle anne ne yapmalıyım. Kocamı çok seviyorum ondan ayrılmayı hiçbir zaman düşünmedim. Ama bu durum evliliğimizi zora sokuyor farkındayım. Her gün kavga ediyoruz. Onu kızlarından kızları ondan soğutacak en küçük fırsatı dahi kaçırmıyorum. Bu yüzden asabi ve çoğu kez dalgın oluyorum. Babamı kaybettiğim yıllara geri dönmüş gibiyim. Onlardan herkesten kaçıp odama kapanıyorum ve saatlerce ağlıyorum. Oysa neler düşlemiştim. Çocuklarım kocam ben mutlu bir aile olacaktık. Babamın yokluğunu bile unutacaktım. Ama olmadı geçmişe saplanıp kaldım. Sürekli geçmişle yaşıyorum. Sanırım geçmiş yaşantıların insanların geleceği üzerinde etkili olduğu sözü doğruymuş. Geçmiş yaşantılarım beni bugünlere hazırlamış sanki. Durup düşününce insanlar için bazı şeylerin kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum. Daha babam öldüğü gün kader ağlarını örmüş benim üzülmem ve acı çekmem için ve her şeyi hazırlamış. Ne yapsam bu gerçeği değiştiremem. Sanırım ben mutsuz olmak için doğmuşum.” Bu konuşmalar beni yaralıyordu. Çaresiz kalmıştım. Kızım gözlerimin önünde günden güne eriyordu. Buna seyirci kalmamam gerekirdi. Kızıma ilk önce gerçeklerin böyle olmadığını anlatmakla başladım. Ama başarılı olamıyordum. Dinlemiyordu beni. Ben ne söylersem söyleyeyim yaşantısını buna örnek gösteriyor ve işin içinden çıkıyordu. İşte ilk o zaman düşündüm bu planı. Babanızın işleri kötüye gitmeye başlamıştı zaten. Bu benim için bir şanstı. Kötüye giden işleri biraz daha kötüye gitse benden kimse şüphelenmezdi. En sonunda işleri tamamen bozulmadan onunla konuşmayı düşündüm. Kızlarının hayatından çekilirse işlerinin düzelebileceğini söyledim. Kızlarına kötü bir gelecek bırakmaz istemezdi tabii. Bunu kabul etti. Yani hayatınızdan çekilmeyi işleri sizin lehinize düzeltilmesi şartıyla. Babanız gururlu bir insandı. Kimseden yardım dilenecek biri değildi. Zaten işler tamamen bozulduğunda sizleri benim alacağımı biliyordu. O da bir sığıntı gibi gelip benimle birlikte yaşayamazdı. Zaten dayınızla birbirlerini sevmezlerdi. Çünkü dayınız onun sevdiği kadınla evlenmişti. Bu gerçeği de bugün açıklamak zorunda kaldım. Ne olur affetsin beni. Ve son sözlerim ne olur tekrar bir araya gelin ve birbirinizi çok sevin. Bunun için annenize kızmayın. O hiçbir zaman bilmedi bu gerçekleri. Yani babanızın sizi terk ettiğini biliyordu o da. Kocasını çok seviyordu ve en çok üzülen o olmuştu gittiğinde. Kocasının tekrar evlendiğini öğrendiği gün nasıl sinir krizleri geçirdiğine ben şahidim. Ama artık her şeyin geçtiğine inanmak istiyorum. Her şey çok geride kaldı. Her şey daha iyi olacak bunu biliyor ve böyle ümit ediyorum. Lütfen bana kızmayın bu olanlar için. Ben her şeyi sizlerin ve herkesin iyiliği için yaptım. Sizin her zaman seven anneanneniz…
Mektup bittiğinde herkesin gözlerinde yaşlar birikmişti. Hizmetçiler dahil herkes ağlıyordu. Ali Bey her ne kadar kızlarına karşı güçlü durmak istemişse de başaramamış o da ağlamıştı.
Fazlı Buğu
Comments