Öykü- Günay Oktay- Korkuyorsun Öyleyse Yoksun
- İshakEdebiyat
- 7 Haz
- 5 dakikada okunur
“Eğer birini sevmek demek, onun her nefesini kontrol etmekse… Sevgi değil, korkudur o. Siz korkuyorsunuz. Onu kaybetmekten değil, onsuz kim olduğunuzu bilememekten.”
Bu sözleri duyunca irkildi birden. Her ne kadar buraya gelme sebebi, kendisiyle yüzleşmekse de henüz kendisini hazır hissetmiyordu. Duyduğu sözün ağırlığı altında ezilmesi bunun kanıtıydı.
“Sizin için böyle konuşmak kolay tabii. Siz benim neler hissettiğimi biliyor musunuz?”
Kalemi elinden bırakan doktor, çok hızlı ilerledim, sert konuştum, diye düşündü. Bu kadar aceleci olmamalıydım. Biraz daha zaman tanımalıydım ona.
“Bakın Yeşim Hanım elbet sizi anlıyorum. Neler hissettiklerinizi de… Özeleştiri yapmam gerekirse biraz erken sarf ettim bu sözlerimi. Ben de hata yapabilirim. Öyle değil mi? Kusura bakmayın.”
“Estağfurullah, rica ederim, böyle düşünmenizi istemedim.”
“Önce birbirimize açık olmalıyız, hata yaptığımızı hissettiğimiz an bunu ifade etmeliyiz. Çekinmeden, sıkılmadan, tıpkı benim yaptığım gibi. Ancak bu şekilde kendimize ve birbirimize daha fazla yardımcı olur ve daha iyi tanırız. Bu yüzden özür diliyorum sizden. İlk geldiğiniz gün bana ne söylemiştiniz hatırlıyor musunuz? Buraya kızım istediği için geldim. Profesyonel yardım almamın gerekli olduğunu düşünüyordu, ben de ona hak veriyorum artık, dediniz. Bu sizin attığınız en büyük adım. Tebrik ederim sizi. Ve böyle söyleyerek bir değişime ihtiyacınız olduğunu da kabul etmiş bulunuyorsunuz. Eveet nerede kalmışız en son bir bakalım. Tamam… İçinizdeki boşluktan ve eşinizle aranızda olan duvardan, uçurumdan bahsetmişsiniz. Şimdi neler hissediyorsunuz?”
“Maalesef ki aynıyım. Onun benden her gün biraz daha fazla uzaklaşmasıyla o uçurum daha da büyüyor sanki. Belki… Belki değil aslında, bazen o uçurumu kendim yarattım diye de üzülüyorum.”
“Şimdi size bir soru soracağım ama cevaplamanız için değil, düşünmeniz için. İlk eşinizle de aranızda bu tür sorunlar olduğunu söylemiştiniz. Yine bu ilişkide benzer durumların olması sizce tesadüf mü?
“Evet, düşünülmesi gereken güzel bir soru. Düşüneceğim bunu söz. Size sadece şu kadarını söyleyebilirim. Beni buna iten duygum aynı.”
“Nedir o?”
“…”
“Sizi dinliyorum Yeşim Hanım. Lütfen.”
“Korku... Zaten ilk eşim de sanırım bu yüzden beni terk etti. Korkularımın ona bindirdiği sıkıntılara daha fazla dayanamadı. Bir gün hiç haber vermeden ardında bıraktığı bir notla çekti gitti. Bu kadar boğucu bir hayat istemiyorum, diye. Küçük bir kızken babam da ölümüyle tek etmişti beni.”
“Sizin de belirttiğiniz gibi ölümü bir terk ediliş olarak görmeniz küçük bir çocuğun ölüme yüklediği anlam, öyle değil mi?”
“Sanırım öyle.”
“Korkularımız, bizi istemediğimiz o sonuca yönelten davranışlarımızın tetikçisi olabiliyor. Yaptığımız, tercih ettiğimiz bir seçim gibi.”
“Nasıl yani? Ne demek istiyorsunuz?”
“Bizi terk edenler aslında bizim izin verdiğimiz şekilde bizi terk ediyor. Çünkü insan bir parça da olsa o duyguyu kucaklıyor. Davet eder gibi. Yani kısaca Yeşim Hanım kaybetmekten bu kadar korkuyor olmanız sizi gerçekten kaybetmeye itiyor. Bu duygu sizi o kadar ele geçirmiş ki şu an sahip olduklarınızın tadını bile çıkaramıyorsunuz. O korku parçalıyor sizi ve onunla kalabilmek için yapmadığınız şey kalmıyor.”
Bunları duymak örtüşen lego gibi birbirini tamamlasa da içinden bir şeyler itiraz ediyordu yine de. Duyduğu korkuyla kocasına nasıl zırh gibi yapıştığı, çok seviyorum adı altında onu nasıl bitirip tükettiği, yediği yemekten, içtiği sudan onsuz zevk almadığı… Hatta ve hatta kızından daha fazla üzerine düştüğü… Ya kendime yaptıklarım. Off nasıl bu kadar…
“Ne yapacağım peki ben?”
“Yeşim Hanım size yine düşünmeniz için bir soru. Korktuğunuzda gerçekte kimi kaybetmiş oluyorsunuz?”
“Kendimi sanırım. Evet, aynen öyle. Ben kendimi kaybetmişim. Öyle mi?”
“Bu korku sizi kendinize unutturmuş.”
“O zaman ben kendimi kaybetmekten mi korkuyorum?”
“Hayır. Korktuğunuz için kendinizi kaybediyorsunuz.”
“Güzeldi.”
Masanın üzerindeki bir bardak suyu derin bir iç çekişten sonra içti. Şu anın kıymetini bilmeli ve hiç biz zaman da aklından çıkarmamalıydı. Duyduğu sözler bir iksir gibi aktı kulaklarından kalbine doğru. Çünkü insanın kendisini kaybetmesinden daha büyük bir terk etme-edilme biçimi yoktu. Ben bunu nasıl yaptım kendime? Ben böyle biri değildim, ne oldu bana? Nasıl kıydım o güzelim yıllarıma. Korkunç bir şey bu, hatta daha da öte. Hemen her şey, tüm saçmalıklarım bitmeli burada. Hem de şimdi. İnsan kendinden nasıl özür dileyebilir, kendine nasıl yardım edebilir? Tek yapmak istediğim şey bu artık. Kendi kendimin düşmanı değil, dostu olmayı öğrenmeliyim. Hatalarımın telafisi olarak değil, gurur duyulması gereken bir kadın olduğum için.
Kıyıda köşede aklında bir soru kalmasın diye kendini dinleyip tekrar sordu.
“Ben ona nasıl davranacağım peki?”
“Bırakın ona nasıl davranacağım diye düşünmeyi. Önce kendinize nasıl davranmanız gerektiğini düşünün.”
Şimdi düşünme sırası doktorun kendisindeydi. Ona korkularından kurtulması gerektiğini, terk edilmenin onu öldürmeyeceğini ve her şeyden önemlisi artık kendini bulmasının zamanının geldiğini uygun bir dille nasıl anlatmalıydı? İlk defa bir terapi sırasında zorlandığını hissetti. Her zaman oturduğu koltuğu, masası yabancı gibi geliyordu. Zevkle dayayıp döşediği, mavi bir saray dediği bu oda boğmaya başladı ruhunu. Elini uzatıp masadan bir bardak su alıp içti. Kravatını gevşetti. Ceketini çıkarıp yanındaki çekmecenin üzerine koydu. Ayağa kalkarak aynanın karşısında durdu. Hafif kırlaşmaya başlayan saçlarını elleriyle düzeltti. Karizmatik, yakışıklı adam duruşunu giydi üzerine. Çarpmaya başlayan kalbinin ritmini düzeltmeye çalışarak arkasına dönüp baktı ona.
“Yeter artık, bu oyunu daha fazla sürdüremeyeceğim Yeşim.”
Şaşıran kadın duyduklarına inanamayarak bakarken ona, o, çatallaşan sesiyle konuşmaya devam etti.
“Yeşim, neden kendine bu kadar haksızlık ediyorsun? Neden? Seni ilk gördüğümdeki kendine güvenen haline, dik başına, onurlu ve gururlu hal ve hareketlerine ne oldu böyle? Senin aynaya bakan kendini beğenir haline âşık oldum ben. Arkandan koştuğum, bir gölge gibi seni çaktırmadan takip ettiğim hallerin… nerede şimdi? Kendi başına gittiğin tatillerde seni merak ettim, kıskandım. Gururuma yedirip de itiraf edemedim sana. Mesleğindeki başarını, özverini takdir ettim öğrencilerin gibi hep, gurur duydum senle. İşinden ayrılıp evde çocuğumuza bakmaya başlayınca değiştin. Beni de kendini de değiştirdin böylelikle.
Sana terapi yoluyla anlatmaya çalıştım ama olmadı, yapamadım işte. Bu oda da ilk defa dinledim seni. Bana yaklaşımların, ön yargıların sana ulaşmama engel oluyordu hep. Şimdi ilk defa konuşmaya başladık ve bunu başardıysak artık korkmana gerek kalmadı. Ben de iyi değildim Yeşim. İlişkimizin bu durumundan ben de memnun değilim. Seni seviyorum, istiyorum ama ben de yoruldum inan. Yaralandım. Niye mi? Bana güvenmediğini bildiğimden. Şimdi kızımızın ısrarı bizi bu şekilde konuşmaya yöneltti. İyi ki böyle oldu Yeşim. İyi ki…”
Kocasının bu şekilde açık konuşması kadını da çıkarttı büründüğü rolden. İtiraf sırası şimdi ondaydı.
“Biliyor musun Serhat neyi fark ettim? Yıllardır senden beklediğim, ilgi, sevgi, güven benim kendimden esirgediklerimmiş aslında. Kendime veremediğim o duyguları sana yöneltmiş, senden beklemişim. Çünkü onları senin tamamlamanı beklemişim. Sana kızarken kendime kızıyormuşum. Kıskançlık dediğim şey kendi değerimi anlayamamakmış. Hatalıydım evet. Üzgünüm Serhat çok… Güldüğümde yüzüme bakıp benimle gülmediğin, anlattığımda beni dinlemediğini söyleyip yaptığım kaprisler için çok ama çok üzgünüm. En son da beni aldattığını varsayıp sana yaptığım tüm hırçın davranışlarımdan dolayı üzgün ve de pişmanım.”
Oda sessizliğe gömüldüğünde, ıslak peçeteler masada hayli kabardığında, oturduğu yerden kalktı Yeşim. Az önce kocasının baktığı aynada kendine baktı. Yüzündeki yorgun çizgileri görüp takılıp kalmadı onlara, hâlâ çok güzel bir kadın buldu karşısında. Bozulan hafif makyajını tazeledi, saçlarını tepesinde topladı, dikleştirdi vücudunu ve gülümsedi aynaya.
“Biliyor musun Serhat? Ben aslında güzel bir kadınmışım ama yalnızca kendim olduğumda. Ben çıkayım artık seansımız da bitti zaten. Dışarıda bekleyen hastalarına baktım da kıskanılacak birini göremedim. O yüzden içim rahat, demeyeceğim, merak etme. Şaka şaka. Akşama evde görüşürüz.”
Karısının nazikçe gülüşmelerinin ardından, onu geçirdikten sonra kapıyı kapatmadı hemen. Onun parfümünü, soluğunu hissetmek istedi biraz daha. Çekti içine ondan kalanı. Bu çekip giden kadın sabahki karısı değildi artık. Bu bir sevinç dalgası mıydı yoksa üzüldüğünün işareti miydi, kestiremedi o an. Ve acı bir kahkaha attı, sessizce.
“Seni en cazibeli, genç, deli dolu halindeyken sevdim. Seni aldım tutuk bir kadına çevirdim. Seni kendime bağlarken yok ettim. Şimdi artık yine o eski kadın oldun. Korkularıyla yaşama sırası sanırım bende bu sefer. Duyduğunda, ihanetimi affedecek bir karım yok artık karşımda… Ve ben seni kaybetmekten -ölmeyeceğimi bildiğim halde- çok korkuyorum.”
Günay Oktay
Comments