09 Temmuz Perşembe 18:00
Salgında evden çalışması Sinem için bir yandan iyi olmuştu ama bir yandan da insan yüzüne hasret kalmıştı. Zaten insan yüzüne hasretken bir de bu, iyice canını sıkıyordu. Allah’tan haftada bir ziyaret edebileceği müşteriler vardı da ofise uğramasa da tabletini alıp arabasıyla birkaç saatliğine evden uzaklaşıyordu. İşler de pek yolunda gitmiyordu hani. Patron üç hafta zorunlu izin vermişti. Gidecek bir yeri yoktu. Ne kadar genç de olsa bu salgında tatile gitmek içinden gelmediği için eve üç haftalık stoğunu yapmıştı.
10 Temmuz Cuma 14:00
Selim, Tekin’in odasının önünde izinden önceki son görüşmesi için beklerken bir yandan adamın yılışıklığı aklına geliyor bir yandan da ona bir şeyler satabilirse şirketin bir süre daha nefes alacağını düşünüyordu.
Sekreter, Selim Bey’in çok hassas olduğunu söyleyerek burnundan aşağı kayan maskesini düzeltmesini istedikten sonra odanın kapısını açıp onu içeri aldı ve bir şey içip içmeyeceğini sordu. Salgından dolayı içmediğini söyleyerek teşekkür ettikten sonra simsiyah maskesiyle bir gangsteri andıran Selim Bey’in masasına doğru yürüdü. Her zaman olduğu gibi yine toplantı boyunca telefon bağlanmayacağını biliyordu.
Sekreter çıkınca Selim Bey’in yerinden kalkıp Sinem’in yanına gelmesi bir saniye bile sürmedi. Sekreterin girişteki tavrının aksine hemen maskesini çıkarıp, “Lütfen siz de çıkarın. Bu virüs temizlikle alakalı. Ben bizimkilere güvenmediğim için onlara karşı sertim ama sizin gibi bir güzelliğe gelse de utanır bu meret,” deyince Sinem bir yandan, “Yine başladı,” diye düşünürken bir yandan da maskeyi indirmek zorunda kaldı. Romanlardakinin aksine Selim Bey’den pis bir nefese karışmış sarımsak, soğan kokusu değil oldukça pahalı bir parfüm kokusu tam ayarında geliyordu.
Selim Bey bu kez her zamanki gibi karşısına değil yanına oturunca, Sinem şaşırdı. Ne kadar yılışık olsa da karşı odadaki karısından Azrail gibi korktuğunu biliyordu. “Bizimki salgından korkup çocuklarla yazlığa gitti,” deyince taşlar yerine oturdu ama yine de tavrını bozmadan tabletini açıp ikisinin de bildiği sunumu yaptı ve her zamanki gibi “Eee Selim Bey, ne diyelim,” diye bitirdi sözünü.
Selim’in gözlerinde daha önce hiç görmediği pis bir parıltı vardı. Ağzının altındaki maskesiyle birlikte artık gangster olduğundan emindi. Birden elini Sinem’in dizine atıp, “Sen ne istersen güzelim,” dedi, “İki aydır evde yalnızım.” Sinem neye uğradığını şaşırdı ve birkaç saniyeliğine dondu kaldı. Bu kadarını beklemiyordu. Taletini alıp ayağa kalktı. “Selim Bey, lütfen,” diyebildi.
10 Temmuz Cuma 23:30
Sinem, salgına rağmen arkadaşının düğününe gitmekle iyi yapıp yapmadığını düşünürken bir yandan da her gece yaptığı gibi yoğurt yiyordu. Öğlenki olayın etkisinden hala çıkamamıştı ama biraz da kafasını dağıtmak için gitmişti düğüne. Yoğurt yemenin uyumasını kolaylaştırdığını düşündüğü gibi küçüklükten gelen bir alışkanlıktı. Yoğurt yerken tarifi zor bir mutluluk da hissederdi her zaman. Bu mutlulukla birlikte düğünü tekrar düşününce zaten sadece bir saat durduğunu kimseyle pek yakınlaşmadığını ve geçen yılki düğünlerin aksine hiç halay çekilmediği ve oyun oynanmadığını düşününce rahatladı. Hem zaten gençti ve öyle bildiği bir hastalığı da yoktu. Evet, şöyle bir düşününce bütün önlemler de alınmıştı düğünde. O esnada boşalan yoğurt kasesini yıkayıp dişlerini fırçaladıktan sonra yatmak üzere odasına gitti.
15 Temmuz Çarşamba 16:00
Kaç gündür Selim Bey’in yaptığı aklını kurcalıyordu. Bunu nasıl yapabilirdi? Hangi hakla? Kendini ne zannediyordu bu herif? Kesin öldürecekti onu. Bunun başka çaresi yoktu. Böylelerinin dünyada yeri yoktu.
İlkokulda öğretmeni cetvelle avcuna vurduğunda, ortaokulda koroya alınmadığında, lisede Fahir onun yerine Mine’yi seçtiğinde, ilk işinden kovulduğunda, kocası boşanmak istediğini söylediğinde... Ömrü cinayet planları yapmakla geçmişti ama bir türlü eli varmamıştı öldürmeye. Ama bu farklıydı. Bu, bambaşkaydı. Kesinlikle öldürecekti o herifi. Göt! Sen kimsin de ne hakla...Telefon çaldı.
Arayan balayında olması gereken arkadaşı Meh’ti, yani Mehveş. Kayınvalidesinde virüs çıkmıştı. Hastanedeydi. Kayınpederinde de vardı ama o evdeydi bir şeyi yoktu. Onlar da apar topar dönmüşlerdi İstanbul’a. Çok üzgündü. Gerçekten her şeyi yapmışlardı önlem olarak. Az sayıdaki bütün davetlileri tek tek arıyordu. Tam cinayet planının ortasında olacak iş miydi şimdi? Katil olacakken ölüp ölmeyeceğini düşünmeye başlamıştı bir anda. Hemen en yakın hastaneye gidip durumu anlattı. İki saat beklemenin sonunda sürüntü dedikleri şeyi alıp, “İnternetten takip edin bu arada insanlarla bir araya gelmemeye çalışın,” demişlerdi.
Şimdi ne yapacaktı? O Selim'e gününü göstermeden önce sağlam olmalıydı.
Eve döner dönmez uyumak istedi. Başka türlü yatışmayacaktı. Her zamanki gibi yoğurt koydu bir kaseye. Elindeki yoğurttan bir kaşık aldı. Sanki tadı var gibiydi, kokusu da. Ama o kadar uzun zamandır yatmadan önce yoğurt yiyordu ki beyninin oyun oynamadığından emin olamayınca neredeyse bir avuç pul biberi boca etti kaseye. Evet, hala tat alabiliyordu. Tüm tat alıcılarını yakmak pahasına bunu öğrenmişti. Sanki nefesinde de problem yok gibiydi.
16 Temmuz Perşembe 21.00
Gün boyu hastaneden söyledikleri gibi sonuçların çıkıp çıkmadığını kontrol etse de bir şey öğrenememiş, virüsü kaptığına ilişkin kendini ikna edecek bir şeyi de tüm ısrarına rağmen bulamamıştı. Artık onda bir şey olmadığına ikna olsa da ekranda görmeden içi tam olarak rahat etmeyecekti. Ve ekran açıldı. POZİTİF. Nasıl yani? Şimdi o da mı ölecek? Yoksa ayakta atlattı dediklerinden mi olacak? Aynı düşünceler bin kere tekrar ettikten sonra zil çaldı. Filyasyon. Kelimeye bak. Kesinlikle evden dışarı çıkmamalı, herhangi bir kötüleşme olursa hemen bilgi vermeli. Zaten aranıp kontrol edilecek. Böyle geçip gitmesi ihtimali de var. Faviripavir evet bundan sabah akşam evet önce beş gün evet. On dört gün dişini sıkacak. Kimseyle yakın irtibatı oldu mu? Düğündekiler hariç yok. O kadar yalnızım dedi. Cevap alamadı. Bu arada karantina kurallarını ihlal ederse bunun yaptırımı var. Ölecek miyim? Tamam, haber veririm. Teşekkürler.
Yoğurt, en iyisi yoğurt. Tadı var hala. Yaşasın!
Yaşayayım!
17 Temmuz Cuma 21:00
Gün dediğin ne kolay geçiyor. İster ağla ister zırla istersen kahkahalarla gül. Bir gün geçti bile, kaldı 13. Kimsenin haberi yok virüsün Sinem’i de yakaladığından, kendinin bile yok sayılır o sonuç ekranındaki devasa POZİTİF yazısını saymazsak. Sanki 250 fontla yazmışlar mübareği. Memlekettekileri telaşlandırmaya gerek yok. İş yerindekileri nasıl olsa görmüyor ama haber verirse korkularından ne yapacaklarını şaşırırlar; merak etmeyin telefondan ya da emailden bulaşmıyor bu meret.
Selim? Şeytan görsün yüzünü. Azgın teke. Ben sana biliyordum ne yapacağımı ama dua et şu virüs çıktı. Önce yaşayayım sonra öldürürüm. Selim Tekin! Herifin adı gözümün önünden geçiyor sanki hayalet gibi. Ne hayaleti? Mesaj atmış. Göt! Görüldü yapmadan nasıl okuyorduk şunu. Hah. “Siparişleri merak etme ama bak bende kalp var, seni düşünmekten gidersem öbür dünyaya çok üzülürsün.” Bi de göz kırpmış pezevenk. Kalp? Virüs? Kronik? Tabii ya. Şimdi yaktım seni tekinsiz Selim. Al bak mavi tik sana. Şimdi bir saat bekle öyle. Ama sakın kalpten gitme, işim var seninle.
17 Temmuz Cuma 23:30
Yoğurdun tadı hala var. Derin bir nefes. Evet bu da tamam. Galiba bende çok az var bu virüsten. Yoksa çok mu güçlüyüm. Öldürmeyen güçlendirir mi? Selim’i öldürür mü peki? Süründürsün yeter. Öldürmezse sonra iyice salça olmasın? Atarım o buldog karısının önüne valla. Yazalım bakalım.
“Yalnız önce patronla bana sekiz yüz bin lira sipariş, peşin, iskontosuz diye mail atmanız lazım.” Göz de kırpayım. Az mı yazdım acaba?
“O kolay canım. Kontrol et bak yolladım bile:) Gel, de hemen geleyim. Ya da sen gel, boğaz öyle güzel ki benim pencereden. Hem dolunay da var.” Hıza bak, kalp yolladı hayvan. “Çok ani oldu ya, beni gerçekten böyle görmek istemezsiniz. Saçım başım dağınık. Yarın iki kadeh şarap içeriz.” Mecbur göz kırptım ya Allah cezamı versin. Şarap da içmem ya ben. “Sen her halinle güzelsindir güzelim:) Seni zorlamayacağım ama yarın akşama kadar kalpten gitmem inşallah. Konum gönderiyorum. Yarın tam 7’de bekliyorum.” İstediğin kalbi gönder Selim efendi. “İyi geceler. ” Al sana göz kırpma.
18 Temmuz Cumartesi 19:00
Ve Selim Tekin’in kapısının önünde yine. Bu sefer sekreter yok. Zangır zangır titriyor. Ne yapacağını bilmese virüs her tarafını sardı zannedecek. Böyle makyaj yapmayalı bir yıl olmuştur herhalde. Gerçekten güzel oldu. Bunu biliyor. Kokusu da güzel. Eski kocası almıştı, ne atmaya ne sıkmaya cesareti vardı. Göğsünden kulaklarına doğru, evliyken yaptığı kavgaların gürültüsü geliyor. Sakin ol Sinem. Sadece bir saat sakin kal.
Kapı açıldı, Selim de heyecanlı. Rahatlamak için biraz içmiş belli. Dur bakalım, girer girmez dudaktan öpmek de neymiş? Al sana yanak: bir-iki. Manzara gerçekten güzelmiş. Şarap içer mi? Lütfen. Hangisinden? Siz seçin lütfen. Ama öyle siz, lütfen falan ne gerek var. Tamam, sen seç. Bak bu 2002, karıma bile açtırmamıştım bu şişeyi. Çok özür dilerim yanlışlıkla söyledim. Önemli değil.
Ne ara sekiz oldu saat. Adam kalpten gidecek Allah korusun. Nihayet Sinem’in yanına oturmaya cesaret edebildi. Yine o günkü gibi dizine attı elini. Sabret Sinem. Braveheart'taki William Wallace gibi. Bekle, bekle, bekle. Kolunu atarken eli boynuna değdi, ürperdin. Bekle.
Dudağına doğru bir hareket mi yaptı? Bekle. 2002 model bir nefes. Bekle. Şimdi birleşti mi dudaklarınız? Evet. Haydi virüsler saldırın şu pezevenge. Ele geçirin akciğerini, dalağını, böbreğini. Gittiniz mi? Duyamıyor. Bak göğsünü avuçladı, gittiniz mi? Tamam.
“Selim Bey, ben yapmayacağım. Siz evlisiniz. Ben de satış için bunu yaparsam kendimi orospu gibi hissedeceğim. Bugün hiç yaşanmamış olsun. Evet, ben unuttum bile. Tüm mesajları silin. Karınız duymasın, görmesin (bunu söylemen onu kendine getirecek). Siparişi de iptal edebilirsiniz. Ben patronu ikna ederim. Lütfen, lütfen.”
18 Temmuz Cumartesi 22:30
Eve zor attı kendini Sinem. Göğsünden yukarı doğru yayılan kokuda artık sadece evliyken yaptığı kavgalar yok, Selimin 2002 model nefesi ve o cüsseye hiç yakışmayan manikürlü ellerinin dokusu var. Eve girer girmez parfümü tuvalete döktü. Dökmesiyle birlikte de kustu akın akın gelen bütün kötü anılarını. Kusmuk kokusunun kurtarıcı bir güzelliği olacağını düşünmezdi hiç. Niye düşünsün? En garip zamanlarda gelen en saçma düşünceler. Balkona çıktı ve hiç hareketsiz bir saat bekledi. En zoru beklemek. Bakalım virüsler işe yarayacak mı? Karısına söyleyeceğini yazmasa ne yapardı acaba? Yok yok. Hata yaptı. Bu domuz ölmeyecek de peşini de bırakmayacak.
Yoğurt, en iyisi yoğurt. Hala tadı var. Yaşasın!
Yaşayayım!
25 Temmuz Cumartesi 18:00
Günler çok hızlı geçiyor. Günler geçmiyor. Sadece Selim’in siparişi için tebrik eden patron bir de aile hekimi aradı bu hafta. Selim siparişi iptal etmedi. Aramadı da. Kim bilir aklında ne var? Virüsler de bi boka yaramadı. Ha, bir de Meh aradı. Meh’in kayınvalidesi de çıkmış hastaneden. Her şey yolundaymış. Çok yolunda. Patron niye arıyor ki haftasonu bu saatte.
İyi n’olsun. Evde pinekliyorum. Yok yahu yapacak bütün işleri tükettim. Nasıl yani. Bizim Selim Bey. Virüsü nasıl kapmış? Evet sekreter beni de uyarmıştı. Ödemeyi yaptı mı? Ne çabuk. Yoğun bakım mı? Kalbi mi sıkıntılıymış? Çok üzüldüm. Ben görüşeli... Dokuz gün olmuş. Hem maske vardı. Anlayamamışlar mı nerden kaptığını? Ben gayet iyi hissediyorum. Tamam dikkat ederim.
Yaa Selim Tekin. Adımı söylemedin değil mi? Hepsini de silmişsindir mesajların, adım gibi eminim. Şimdi orda kime askıntılık edersen et.
30 Temmuz Perşembe 20:00
Açalım bakalım şu ekranı. Evet. NEGATİF. Bunun fontu daha küçük sanki. Ben biliyordum zaten. Şimdi küçük bir şey kaldı sadece. O da bir an önce hallolsa keşke. Üff, yine ne oldu pazar pazar.
Alo, iyiyim. Siz nasılsınız? Nasıl yani? Bizim Selim Bey? Ölmüş mü? Genç sayılırdı daha ya. Ama tabii kalp... Karısı ne haldedir kim bilir... Allah taksiratını affetsin. Sağ olun haber verdiğiniz için ama zaten cenazeye kimse katılamaz maalesef. İyi akşamlar.
Şimdi ne yapmalı? Güzel bir uykuyu hak ettim. Saat de kaçsa kaç! Yoğurt. Oh! Ne güzel tadı var.
Yaşasın! Yaşayayım!
Hüseyin Kılıç
Comments