top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Havva Evin Akay- Bilmece

Çınarlı Sineması’nda çalışan Ali’yi bıçaklamışlar dün. Elleri kırılsın. Üzülmem mi, içim eridi. Ama Safiye abla evlerine girerken görmüş bu sabah. Aksaya aksaya girmiş tahta kapıdan, anası karşılamış bahçede, dolanıvermiş boynuna koca delikanlının. Safiye ablaların evinden fotoğraf gibi görünür Alilerin evi. Mahalledeki iki katlı tek ev onların. Yememiş içmemiş kocası, para dökmüş bu mermer binaya. Bizimkiler gibi derme çatma değil. Akşamları bu mermer tabanları bir yıkatır bana Safiye abla, böyle şakır şakır. Bahçedeki lambayı sanırsın ayağının altına almışsın. Ağaçların dalları seni kucaklayıverecekmiş gibi olur. Biz don değiştirirken bile kırk gün düşünenlerdeniz. Pamuğa, tütüne, üzüme Safiye ablaların bağına, tarlasına gideriz ırgatlığa. Haftada iki de gündeliğe giderim ona. Elin ağzı torba değil gerçi. Ne cimrilikleri kalır ne ucuza çalıştırmaları. Kim ne derse desin, ablamın gönlü boldur bana. Şalvarımın lastiğine sıkıştırıverir paraları. Üzerine kılık al diye diretir. Dudağına da boya çal, der. Gören var sanki kılığımı, ala dönecek dudağımı. Bir Ali bakar gibi gelir bana. Benimkiyle aramda yirmi yaş var. Çoluk çocuğa da karışmayınca adam hepten bıraktı peşimi. Ama diyemem ki kimseye Ali’yle gördüğüm düşleri. Alev gibi kalkarım yataktan, yüzüme su çalarım gece yarısı demeden. Kalbimi tutarım, yerinden fırlayacak gibi olur. Ali gece yarısı sokakta göründü mü beklediğim perdenin arkasından dikerim gözlerimi ona. Perdeyi aralayınca o da etrafına bakınır önce, bir iki adım atar bizim eve doğru. Soluğum tıkar boğazımı, odanın en uzak köşesine kaçarım hemen. Ali bekler bekler, baktı ki kıpırtı yok camda, sessizce evinin yolunu tutar. Kulağımda tahta kapılarının gıcırtısı… Boğazıma dayanan düğümü yutmaya çalışırım. Bazen sessiz sessiz ağlarım da. Ama demem kimseye. Safiye Abla bile ellisine merdiven dayamıştır, gene de süzer Ali’yi. Bugün geç döndü Ali, der. Yine hangi kadına dadandı ki, eee yirmi beşinde çakı gibi delikanlı, der. Ne şanslı bunun koynuna giren de kızzz, der. Ardından kikirder. Ben Ali’nin o kadından bu kadına gideceğine inanmam. Öyle olsa bekler mi kapımda dut yemiş bülbül gibi? Diker mi bana öyle gözlerini? Der miyim kimseye demem. Adım çıkar köy yerinde, babam yaşındaki kor beni kapıya alimallah. Belki de vurur, öldürür ne belli. Gidemem peşinden açamam kapımı, penceremi ona. Gizli gizli akıtırım gönlümü, sade o. Gerçi o gece sinemada tuvalete gidince sıkıştırmıştı ya beni Ali, ilk o zaman tattım ben ateşi. Ama işte ateş bu yakar, kavurur, kül ediverir sonra. Eteğimi sıyırıp bacağımın arasına kaçırırken elini, dudaklarıma yapışıvermişti ya nasıl nefesim kesildi. Öldüm sandım. Gözümü açınca gözlerini gördüm Ali’nin, şimşek çakar gibi keskin, güçlü, arzulu. Korktum, baş edilir mi bu belayla aman diye kaçıverdim. Mahalleli tutturmuştu o gün “Dönüş” filmi için. Üç kere de izlesek beş kere de yine de sonunda Türkan’la bir ağlardık cümbür cemaat, hem de hıçkıra hıçkıra. Başa geldi olmaz işler, bin bir dertle doldu gönlüm. Tabii ben o gece en çok kendime ağladım.

Kimsenin sorduğu mu var geceleri yastık ıslatan dertlerimi, kan ter içinde düşlerle uyandığımın bahsi kimi ilgilendirir. Varsa yoksa dedikodu. “Nazmi’nin karısı ortakçısına yaltaklanıyormuş.” “Fadime’ye ne demeli, kocasını gömeli üç ay olmuş, beni evlendirin dermiş tanışlarına.” “Hepsi azmış bunların.” Kocalarımızı korumak farzmış bunlardan. Safiye abla da karışır bu laflara çok zaman. Allah yoldan şaşırtmasın, ar edepten uzağa düşürmesin, diye dua eder hep. Yüzüme yüzüme üfler sonra. Anlıyor belki Ali’ye olan hislerimi, korkuyorum. Sormadan edemedim bugün. Safiye abla kim etmiş bunu Ali’ye, dedim. Kahveci Memet’in oğlu Giritli Yusuf hasetmiş buna. Kızların dilinde hep Ali’nin adı dolanır diye bilenmiş belli ki. Sinemada yer vermedi bahanesiyle çıkışta kıstırmış bunu. Arif abi anlatmış akşam. Sabah başladığım temizliği daha bir hınçla yapıyorum. Allah korumuş diyor, Safiye Abla. “Gül gibi delikanlıyı solduracaktı, şu kıskançlık denen meret.” Kör edermiş insanı, kalbini karartırmış kiminin. Kadının da erkeğin de göze değeni belayı da kol gezdirirmiş yanında. Çok güzelden çok gezenden korkarım ben, diyor, Safiye abla. Çok gezenin de bok bulaşırmış ayağına. Gülüyorum. Bak Şükran’a… Elin, dilin maskarası oldu. Bir derdi var Şükranla, belli. İnsan kinlendiğini dolarmış diline ya da olmak istediğini. Hadi kahveleri pişir de öyle geç alt kata, diyor. Gözüm Alilerin bahçesinde. Giren çıkan çok oldu geçmiş olsuna. Camlar bitti abla, diyorum. Ben mutfağa yollanırken arkamdan bağırıyor, ondan vardım ben de bu çirkin adama diye. Parasından pulundan hiç söz açmıyor ama. Oysa onun da lafı ardında dolanır. Genç kızken daha da güzelmiş kimler kimler istemiş de vermemiş babası. İlla zengin olacak, diye tutturmuş. Arif abi boşuna kondurmamış bu koca binayı. Kimi malıyla kimi diliyle derdi ninem. Benimkinde laf da yok. Tarladan dönünce eve girmeden kahveye atar kendini, koca gece kaybolur ortalardan. Açlık midesine vurunca iyice, ayaklarını sürüye sürüye gelir. İçim gıcıklanır. Elini yıkamadan oturur kaldırmadığım sofraya, ekmeğe uzanır. Midemi kaldırır. Bi nerdesin, ne alemdesin demez. Merak etmez, sual etmez. Bugün Safiye ablanın evini temizlerim ben, sen üzüme git, dedim. Dönüp de tek laf etmedi. Gözümün içine baktığını ne ben bilirim ne kimse görmüştür. Ablama da böyle mi ederdi ki? Hep böyle ruhsuz, cansız mıydı bu adam? Sanki ben istedim evlenmeyi. Ablama tutkun olduğunu bile bile evlendirdiler işte. Neymiş evimize girmiş bir kere. Nihal istemedi ama Emine’yi verelim biz buna, demişti babam. Beni bu koyu karanlığa, kıpırtısız bu yüreğe hapsettiler bir nefeste. Bilsem o yaşında yok denir isyan edilir, karşı gelinir, ben de Nihal gibi dikilirdim elbet karşılarına. İnsan büyüdükçe keşfediyor kendini. İş işten geçtiyse boş…demek ezelden suskunmuşum ben de. Değişmez mi insan hiç, huyu suyu, arzusu şaşırmaz mı yönünü? Ah bir deyiversem Safiye ablaya Ali’yi. Paylaşsam azalır belki heyecanım. Sözden, küften ibaret oluverse, göğsümü sızlatan şu taştan katı arzu. Kırılıp dağılıverse. Desem ya ona, bir akıl verir belki. Yapma kızım der, unut der. Senin yazın şu dört duvar arasında der de avunurum. Ama diyemem işte. Dilimde küfre dönüşür her söz, huzursuzluğum bulaşıcı olur. İğneler durur arsız kulakları da yürekleri de. Ben yaşadığım hayata katlanamazken onlar duyduklarını taşıyamaz. Saldırırlar öfkeyle.

Duymuyor musun kız, dedi Safiye abla, içerden. Fokurdayan kahveyi fincanlara doldurdum. Tüüüh, tadı kaçtı. Nazmi’nin ortakçısıyla işleri bozulmuş. Kim bilir dedikodular mı gitti kulağına adamın? Kimi de yatar böyle kulağının üstüne. Ne mide… Ama öyle olsa Şükran adım atamaz değil mi sokağa. Geçen baktım göğsünü gere gere dolaşıyor haspam. Pespembe bir de don çekmiş ayağına, anaaam pek rahat, dünya umrunda değil. Ben de istemez miydim göğsümü gere gere dolanayım. Tutayım Ali’nin elinden de gireyim sinemanın bahçesinden içeri. Onun Çınarlı Sineması’nın bahçesine dizdiği gök mavisi sandalyeler, pamuk yataklara dönüşsün altımızda. Filmlerin oynadığı o ışıltılı beyaz perde, en masum örtümüz olsun. Anca filmlerde olur, dedi Safiye Abla, karşısına otururken ben. Ne, abla? O tutkulu aşklar, anca filmlerde olur. Kahvesini yudumladı. Acı olmuş. Yüzünü buruşturuyor. Hayat, insanı terzi artığı gibi çaputa dönüştürüveriyor. Bir kere makas değmeyegörsün. Sonra da kimse bakmaz suratına. İşe yaramaz olduğuna hem sen inanırsın artık hem seni inandırırlar. Boşuna koca dememişler. Kocaldık işte Emine. Görürüm ben o Şükran’ı da.

Rahatın beyde yok abla, sen de dikleniyorsan bahtına? İçini çekti Safiye Abla. Fincanı fiskos masasının üstüne iliştirdi. İçmez tabii. Bir şey de demez bana, kırmaz kalbimi hiç. Ellerini dizlerinin üstüne kilitledi. Başını yastığa huzurla koymadıktan sonra, sevildiğini bilip hissetmedikten sonra sıçayım öyle rahata.

Niye öyle diyon abla? Koca evler dikmiş bak sana. İnsan, bellemediğine kol mu kaldırır?

Şükrana tutkunmuş Arif, Emine. Vermemişler o zaman. Kaçmamış o da benimkiyle. Arif de hırsından bizim kapıya dayanmış. Şükrana inat yapmış her şeyi anlayacağın. Ben de sanırdım ki yandı tutuştu beni görünce. Aldanmak ne kolay.

Sana kim dedi ki bunları abla?

Kendi anlattı kim desin. Bazı geceler sayıklar Şükran diye uykusunda, ben de gönül düşürdü sanırdım. Nazıma niyazıma katlanamayınca döküldü bir bir, meğer eski meseleymiş.

Sen âşık olmadın mı Arif abiye?

Aşk mı?.. Bilmem. Seviyodum işte. Gönül karşılığını bulamayınca akar mı öyle gürül gürül, siner gider usulca…

Benimkinin de karşılığını bulamayınca mı sindi gönlü, ondan mı sıcaklığını duymam ne dilinde ne teninde? Nihal he deseydi evlenmelerine, buz gibi adam kora mı dönerdi? Akşam eve dönerken aklım Safiye ablada kaldı. Sahi neden bırakıp gitmemişti ki?


Havva Evin Akay

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page