Beni kim niye öldürdü, hiç bilmiyorum. İyi kötü bir tahminde bile bulunamıyorum. Yaşlılıktan, saçma, önlenebilir bir kaza sonucu ya da elim bir hastalıktan ötürü öleceğimi düşünmüşümdür daima nedense. Günün birinde ateşli bir silahla kasten vurularak öldürülme olasılığım yok denecek kadar azdı bana kalırsa. Zaten bütün dünyadaki ölüm istatistikleri de bu yönde. İnanın, olayın üzerinden en az iki üç saat geçmesine karşın hâlâ hayretler içerisindeyim. O ilk anki şaşkınlığımı üzerimden atamıyorum, durumumu kabullenmekte hayata bu şekilde veda etmeyi hazmetmekte zorlanıyorum. Cinayet yaşarken en sinir olduğum, aklıma geldikçe öfkelendiğim bir suçtu. Ortada haklı bir gerekçe de yokken birinin, başka birini ‘dan,’ diye çekip vurarak katletmesi akıl almaz derecede alçakça, ukalaca bir hareket gibi görünürdü bana hep. Bunun olabilirliğine inanmak istemezdim.
Cesedim, sabahın ilk ışıklarının vurulduğum sokağı aydınlatmasından önce bulunmaz sanırım. Bu koca, leş gibi, fazlasıyla dolup taşmış çöp konteynerinin dibinde, iki üç karnı aç kedi ve onların sonu gelmez miyavlamaları eşliğinde yıldızlara boş boş bakmayı sürdürür. Issız bir sokaktayım sonuçta. Hava sıcak mı soğuk mu bilmiyorum. Hissetmiyorum. Ben ölmeden önce hafif kapalı, serindi galiba. O yüzden şimdi biraz daha soğumuş olsa gerek. Gerçi havadan da artık bana neyse. Düşünmem gereken daha önemli başkaca şeyler yok mu? Örneğin katilimin kim olduğu, beni niye ya da şimdi ve burada öldürdüğü gibi. Sırtımdan vurdu beni alçak. Üç mermi kürek kemiklerimin arasına neredeyse aynı anda saplandı. Önce hafif bir sıcaklık hissettim. Sonra gövdem genişleyen dalgalar halinde uyuştu. Sanki derin bir rüyaya doğru istemsizce sürüklendim.
Cinayetim aydınlatılır herhalde. O konuda iyimserim. Günün birinde karakolda konuştuğum bir cinayet masası polisi, her yirmi cinayetten on dokuzunun katilinin er ya da geç yakayı ele verdiğini söylemişti bana. -Ne vesileyle hiç hoşlanmadığım karakola gitmiştim onu bilemiyorum şimdi şu ölü, taze vurulmuş halimle- Gerçi arada bir de yanlış kişileri yakalıyorlardır muhtemelen, ortada içten bir itiraf ya da yeterli çözünürlükte bir kamera kaydı yoksa kesin olarak bilemezsiniz bence katilin gerçek kimliğini. Belki bazen de uzun süre faili bulunamayan kimi dosyaları, sırf sene başında öngörülen iddialı hedefi tamı tamına tutturabilmek adına tavuk keser gibi adam öldüren ve yerli yersiz çıkan aflar sayesinde cinayet tarihinde dışarıda elini kolunu sallayarak, yeni maktul adayı belirlemeye çalışarak gezinen kimi sabıkalılara el çabukluğuyla ihale edip işin içinden sinsice sıyrılıyor, sırtlarındaki ağır yükü böylelikle biraz olsun hafifletiyor olabilirler. Bu olasılığı da göz önünde bulundurmalı bence. Umarım benim dosyamın başına böylesi talihsizlikler gelmez de rezil katilim, ceza kanununun ilgili maddesinde yazıldığı üzere en az yirmi dört yıl yer, şartlı tahliyeden veya iyi halden falan da istifade edemez.
Neyse ki evli ya da çocuklu bir adam değildim. -Öyle olmayı hiçbir zaman arzulamadım- Annemle babam da bundan birkaç yıl önce kısa aralıklarla öldü. Hiç kardeşim de yok. Yani ardımda yasımı tutacak kimseyi bırakmıyorum. Bu da hiç yoktan bir avuntu. Belki son kız arkadaşım biraz olsun üzülür. Uzun sayılabilecek bir süre boyunca iyi götürmüştük ilişkimizi. Sonra ben nefsime hâkim olamayıp başka bir kadınla şehir dışında birkaç günlük bir kaçamak yapmamın ardından acemice yakayı ele verince beni ve birlikte yaşadığımız evi kavga kıyamet terk etti. Ağzımı açıp bir yanıt bile veremedim. Yüzüm tutmadı. Öylece donup kaldım. Vaziyet inkâr edilemeyecek derecede açıktı zaten. Ben de sonunda salt bir özür dilemekle yetindim. Ölümüme üzülmezse de onu suçlayamam dolayısıyla. Arkamdan, “İyi oldu şerefsize, layığını buldu işte ne güzel,” falan demesin bana yeter. Ona da razıyım şu kabahatli halimle. Ama şimdi düşünüyorum da o kadar da kötü yapmamışım galiba ömrümün son demlerinde onu aldatmakla. En azından, kısa sürmüş monoton hayatım boyunca fazladan güzel bir kadınla daha günümü gün etmiş oldum. Zaten o da benden çok daha iyi sayılabilecek başka bir sevgili buldu kendine ayrılmamızdan hemen sonra. Güzel, genç, bakımlı bir kadın için kendine yeni bir erkek arkadaş bulmaktan kolay ne var ki şu hayatta. Belki de çoktan bağışlamıştır beni.
Hay aksi! Yağmur da iri, ağır damlalar halinde atıştırmaya başladı. Giderek de hızını artırıyor. Etrafta kimsecikler yok. Yalnızca kedi ve köpekler. Yolun iki yanındaki iş yerlerinin, atölyelerin ışıkları tamamen kapalı. Şimdi rahat koltuğuma kurulup güzel bir film ya da heyecanlı bir futbol maçı izlemek vardı, abur cubur eşliğinde. Kısmet değilmiş. Kırk beş yaşında öldürülmek büyük haksızlık. Üstelik bunu hak edecek hiçbir şey de yapmamışken. En azından bilebildiğim, anımsayabildiğim kadarıyla kesinlikle öyle bir şey yapmadım. Hayatım boyunca uyumlu, nazik, iyi niyetli bir insandım. Bırakın öldürülmeyi, bir dayağı ya da aleyhimde sarf edilecek kötü bir sözü, kınamayı bile hak etmiyordum bana kalırsa. Tabii sevgilime yönelik alçakça ihanetimi saymazsak. Ama artık o kadar da olsun. İnsanım sonuçta. Yani insandım. Kısa süre öncesine dek.
İş yerinde de sevilen biriydim bildiğim kadarıyla. Çalıştığım şirketin muhasebe şefiydim. Patronlarla da ast ve üstlerimle de aram her daim iyiydi. İşimi düzgün, zamanında yapardım. Göze batan bir tip değildim. Nadiren de olsa bana yapılan haksızlıkları sineye çeker, “Aman durduk yere bir tatsızlık, sürtüşme çıkmasın, başımız ağrımasın şimdi,” derdim. Olay çıkarmamayı ya da çıkmışsa da fazla büyütmemeyi yeğlerdim. İnsanları bağışlamak için büyük bir yaratıcılık sergileyerek, onlar lehine peş peşe mazeretler üretir, her seferinde de en sonunda kendimi suçlayacak, kınayacak, neredeyse muhatabımdan özür dileyecek raddeye gelirdim. Böyle bir insan da ne demeye kasten, tasarlayarak öldürülür, cesedi yağmur altında bir köpek leşi gibi ıslanmaya terk edilir; anlamak, bağışlamak mümkün değil. Halbuki izlediğim filmlerde katillerin cinayet işledikten sonraki ilk işi, cesedi arabalarının bagajına alelacele tıktıktan sonra en yakın ormana götürüp yarım yamalak da olsa gömmek olurdu. -Zaten ölülere saygı da bunu gerektirmez mi- Bu işi tek başlarına yapmaları hem fiziksel hem de psikolojik açıdan bir hayli güç olduğundan en yakın arkadaşlarından yardım dilenip o fukaranın da durduk yere başını yakarlardı namussuzlar. Gerçi bana da bu muamele yapılsa, katilimin bulunması daha uzun sürerdi. Belki de böyle kabak gibi sokak ortasında bırakılmam bu açıdan lehime bir durum. Kolluk güçlerinin işini epey kolaylaştırır. Aptal katil işini gördükten sonra gelip cüzdanımı bile almadı ceketimin iç cebinden. Bunu yapsa, o karanlıkta ne güzel hem doğru kişiyi tahtalıköye yolladığından emin olur hem de polislerin kimlik teşhisini epey zorlaştırırdı. Demek ki adam ya da kadın hırsız değil. Bana kafayı takan biri ya da onun tetikçisi. Profesyonel biri olduğu da söylenemez mevcut tabloya bakılırsa. Ben bile şu yufka yürekli ve amatör halimle delilleri yok etmek için biraz çırpınır, bundan çok daha düzgün bir iş çıkartırdım. En azından cesetten kurtulmanın bir yolunu mutlaka bulurdum. Orası kesin.
Ailemizde uzun yaşama geni olduğuna inanmışımdır hep saflıkla. Beklediğim ömür süresi doksan beşten aşağı değildi. Bu hesaba göre katilim benden elli beş yıllık bir yaşamı yüzsüzce çalmış, yok etmiş oldu. Beni vurmadan önce muhtemelen bunu düşünmemiştir tabii vicdansız. Aklının ucundan bile geçmemiştir bu önemli detay. Hoş, geçse de zerrece umurunda olmazdı ki zaten. Ben olsam, bir insanın benim yüzümden on beş dakika bile az yaşaması ömür boyu vicdan azabı çekmeme yeter de artardı. Galiba haddinden fazla duyarlı, sorumluluk sahibi biriyim. On beş dakikacık dediğin de nedir ki sonuçta?
Kimim kimsem yoktu, dedim yukarıda ama birkaç arkadaşım vardı tabii benim de herkes gibi. Ne ki hiçbiriyle düzenli görüşmüyordum. Hatta bazılarıyla iki üç yılda bir zar zor bir araya gelebiliyorduk.-Telefonda konuşmayı hiç sevmem- Zaten hepsi de evliydi, karılarından izin alabilmeleri ciddi bir meseleydi, buluştuğumuzda da birkaç saat sonra örneğin çocuklarını okullarından almaları gerektiğini, geç bile kaldıklarını ileri sürüp arabalarına atlar, apar topar çekip giderlerdi. Bekâr bir erkekle evli bir erkeğin arkadaşlık yürütmesi son derece güç bir iş. Örneğin, ne siz onu evinde ziyaret edebiliyorsunuz ne de o sizi. Dışardaki kısa süreli buluşmalar da sağlam dostluklar kurulması ya da yürütülmesi için yeterli değil bana sorarsanız. Deneyimlerim o yönde.
Şimdi soğukkanlılıkla düşününce hayatım yaşamaya ya da sürdürülmeye değer miydi, pek bilemiyorum doğrusu. Yani gerçekten de bir anlamı, güzelliği, kendine has yanları var mıydı? Öldürülmem bana ya da dünyaya yapılmış büyük bir kötülük sayılır mı sahiden de? Bu cinayet nedeniyle ben ya da çevrem hatırı sayılır değerde bir şeyler kaybetmiş; ciddi, bağışlanamaz nitelikte bir haksızlığa uğramış olduk mu? Bu soruları hiç duraksamaksızın yanıtlamakta ne yazık ki zorlanıyorum. Biraz düşünmem, konuyu dikkatle sorgulamam gerek. Bunun için yeterince zamanım var. En azından cesedim usulünce gömülene dek, bütün hayatım boyunca başıma bela olan böyle durup dinlenmeksizin düşünme, akıl yürütme yeteneğimi korumayı sürdürürüm, diye umuyorum iyimserlikle. Ondan sonra ne olacağına dairse hiçbir fikrim yok. Öte dünyaya inanmıyorum. Daha çok çürümeye ve yok olmaya inanıyorum çocukluğumdan bu yana.
Çalıştığım günler dışında neler yapar, şu bize hiç sorulmadan danışılmadan kendimizi üzerinde bulduğumuz gezegende nelerden hoşlanırdım, başka deyişle temel uğraş ve hobilerim neydi? İtiraf etmem gerekirse bu konuda sayabileceğim, sözünü edebileceğim pek de bir şey yok elde avuçta. Örneğin, bundan on yıl öncesine dek kendimi büyük, henüz keşfedilmemiş bir şair zanneder, hemen her gün sekiz on kısa şiir kaleme alır; bunların her birini birbirinden güzel, enfes şeyler, sözcüklerden imal edilmiş birer mücevher zannederek büyülenmiş bir ruh haliyle kendi kendime yüksek sesle peş peşe okur; memleketin en büyük, saygın dergi ve yayınevlerine büyük umutlar eşliğinde alelacele yollar, benzersiz dehâmın, sınırsız yeteneğimin tekrar tekrar takdir edildiğini gösterecek övgü, hayranlık, duygudaşlık dolu uzun mu uzun yanıtları sabırsızlıkla, kendimden emin bir ruh haliyle bekler ama tabii neredeyse daima sonunda avucumu yalamak zorunda kalırdım. Genellikle bir ret yanıtı bile koparamazdım saygıdeğer muhataplarımdan. Buna bile zahmet etme gereği duymazlardı sağ olsunlar. Demek ki son derece meşgul, şakası olmayan, ciddi mi ciddi kimselerdi bunlar. Benim gibi zibidilerle, kerameti kendinden menkul şiir heveslileriyle, yeteneksizlerle kaybedecek bir dakikaları bile yoktu. Gerçi birkaç şiirim orta ölçekli dergilerde yayımlandı, beğenen, takdir eden birkaç okur da oldu, aldığım olumlu geri dönüşlere, yani tebrik mesajlarına bakılırsa ama şimdi -yani ölümümden önce- onları tekrar okuduğumda hepsinden de tiksiniyorum açıkçası. Acınası derecede kötü, olmamış, ham, acemice yazılmış şeyler gibi görünüyorlar bana tümü de. Cahil cesaretiyle ne de çok sözde şiir yazıp yollamışım zavallı, o zamanı pek bir bir kıymetli, anlı şanlı editörlere, sanat erlerine. Ne de küçük düşürmüşüm kendimi durduk yere. Meğerse adamlar beni ret bile etmemekte, tamamen görmezden, işitmezden gelmekte yerden göğe kadar haklılarmış da haberim yokmuş. Bir de ilk gençliğimden beri klasik müzik dinlemek hoşuma giderdi belki de babadan kalma bir alışkanlıkla. Ayda bir tek başıma konsere de giderdim, yıllar önce vazgeçilmez bir ritüel haline getirmiştim bunu. Bazen evde müziğin sesini fazlaca açar, üst komşumun itirazlarına muhatap olur ama adam benim yarı ebatlarımda olduğundan kendisini ve haklı isyanını fazla da ciddiye almaz, o gün yalandan özür dileyip sesi biraz kıssam da birkaç gün sonra yine bildiğimi okur, ortalığı inletirdim o muhteşem notalarla. Adam da galiba aynı beden ölçüleri kıyaslamasını yapmış olacak ki bir süre sonra durumu gönülsüzce de olsa kabullendi, muhtemelen haklıyken dayak yediğiyle kalacağından korktu, belki de klasik müzikten o da ister istemez hoşlanmaya başladı zamanla ya da izlediği futbol maçlarının sesini her seferinde sonuna dek açarak, desteklediği takım gol attığında sevincinden deli gibi bağırıp çağırarak durumu iyi kötü eşitlediğini düşündü. Bunları kendisinden sorup öğrenmek için de artık çok geç.
Öldürüldüğüm gece fazla mesaiye kalmıştım birkaç arkadaşımla birlikte. Defter ve beyanname işleri ne zamandan beri birikmişti. Hepsini halledip ofisten nihayet çıktıktan sonra, her zamanki gibi on dakikalık yürüme mesafesinde olan metro istasyonuna doğru yorgun argın, ellerim ceplerimde, fena halde acıkmış vaziyette, acaba nerede ne yesem diye iştahla düşünerek yavaşça ilerliyordum. Ne olduysa yarı yolda oldu. Üst geçitten karşıya geçmiş, ardından organize sanayi bölgesini yarılamıştım. Saat sanırım on buçuk civarıydı. Metroya tahminen yüz metre kadar bir mesafe kala sırtımdan vurulup ânında yüzüstü yere kapaklandım. Birkaç köpek havladı, kediler miyavlayarak sağa sola kaçıştı. Arkama dönüp failimi teşhis etmek istediysem de buna zamanım ve mecalim olamadı yazık ki. Evrak çantam elimden zınk diye yere düştü, kanın ıslaklığıyla sıcaklığını iyi giyinmiş olmama rağmen tenimde ürpererek hissettim. Hayır, hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçmedi, zavallı annemin yüzünü düşündüm ilk olarak. Bir de ölümümden sonra akvaryum balıklarıma ne olacağını, birinin onlara benim gibi şefkatle, özenle bakıp bakamayacağını, çok yüksek meblağlı olmayan banka borçlarımı, ödemekte bir hafta kadar geciktiğim kirayı ve beni terk eden sevgilimin öfkeden kızarmış genç, güzel, henüz bakmaya, öpmeye henüz doyamadığım, usta bir yontucu tarafından yapılmış bir büstü andıran yüzünü.
İşte, nihayet sabahın ilk ışıkları da dünyamıza ulaşmaya, onu aydınlatmaya, defolarını, güzel, çirkin yanlarını tüm çıplaklığıyla, umursamazca ortaya çıkarmaya başladı. Muhtemelen bu onları son görüşüm. Birazdan çilekeş işçiler de çalıştıkları atölyeleri açmaya ikişer üçer kişilik gruplar halinde ağır aksak gelir ve çöp konteynerinin yanında uzanan cesedimi kolayca, biraz da korku ve şaşkınlıkla fark ederler. Birkaç gün boyunca bu sıra dışı olay en azından bu civarlarda heyecanla konuşulup tartışılır, sohbetlere bolca malzeme olur. Ardından da olup biten milyarlarca diğer şey gibi bir daha anımsanmamak üzere unutulur gider. Hiç bulunmamış, yaşamamış gibi olurum sanki bu dünyada ve evrende. Tıpkı ölen ya da öldürülen her insan gibi.
Korkut Kabapalamut
Comments