Önce kedi kayboldu. Nasıl olduğunu anlayamadılar. Bir anda ortadan yok oldu. Sabah evin her odasını aradılar. Her yeri. Karış karış. Sadece kadının annesinin yattığı odaya bakmadılar. Uyuyordu çünkü. “Kapıyı açık bırakmış olmayasın,” diye sordu kadın kocasına. “Yok,” dedi, “eminim. Kapalıydı. Sen pencereleri açık bırakmadın yatarken değil mi,” diye o da karısına sordu. Karısı emin olamadı. Hiçbir şeyden. Yedinci katta oturuyorlar. Pencereden düşmüşse yaşama ihtimali hiç yok. Kadının annesi sese uyandı. Kalktı. “Ne bu gürültü, sabah sabah bu ne telaş,” dedi. “Yoksa gene deprem mi oluyor?” Kadını son zamanlarda iyiden iyiye deprem korkusu sarmıştı. Hele televizyonlarda, gazetelerde tefrika halinde bangır bangır deprem tellallığı yapılıyorken. “Anne Pamuk’u gördün mü,” diye sordular ona da. “Görmedim yavrum, dedi yaşlı kadın. Gece tuvalete kalktığımda ben fark etmeden odaya girmişse bilemem. Gerçi miyavlardı, yatağa atlardı o zaman da. Gene de bir bakın odaya isterseniz.” Baktılar. Yok.
Merdivenlerden başladılar. Biri aşağıya, öbürü yukarıdaki dört katın merdiveniyle çatıya. Sonra komşuların kapısını çaldılar tek tek. “Pamuk’u gördünüz mü bugün, acaba kapıyı açık bulup da size kaçmış olabilir mi?” Tanıyanlar, bilenler başlarını salladı, uyku mahmuru çoğu, “yok,” dediler. “Hiç görmedik. Kedi sesi de duymadık.” Tanımayanlar, bilmeyenler boş boş baktılar suratlarına. “Beyaz, tüy yumağı bir kedi,” diye tarif etti kadın. “Dişi. Üç yaşında. İnsanlara alışık, biraz da sırnaşık.” Eliyle boyunu göstermeye çalıştı. “Tombulca bir şey.” Kimse görmemiş. Kapının önüne çıktılar korka korka. Aşağıda ölüsünü görme ihtimali var. “Dayanamam onu öyle görmeye,” dedi kadın. Gözleri yaşlı. Yok. “Yer yarıldı içine mi girdi bu hayvan?” Elini iki yana salladı başıyla birlikte adam. “Bir deliğe girdiyse çıkar mutlaka. Çıkmayıp ne yapacak.” Kadın bu cevaptan tatmin olmadı. Şirketi aradı, içini çeke çeke ağladı ne olduğunu anlatırken, biraz gecikeceğini söyledi. Eve geçti, bilgisayarı açtı. Pamuk’un resmini boş bir word dosyasına yapıştırdı. Üstüne kayıp kedi yazdılar, altına telefon numaralarını. Bulana ödül vaat ettiler. Sonra on on beş tane çıktı aldılar, apartmanın dışından başlayıp her köşe başına yapıştırdılar. Kimse aramadı.
Kadın arabasıyla işe gidip gelirken gözünün biri hep kaldırımlarda dolaştı. Belki bir ihtimal. Annesi görmüş geçirmiş zamanında. “Bir arabanın altında kalmadıysa, köpekler parçalamadıysa ya da kaçırmadıysalar, hoş kaçırdıysalar bile bir yolunu bulup geri gelir mutlaka, merak etme,” diyordu. Teselli mi ediyordu annesi yoksa gerçekler bunlar, seç birini kabullen mi demek istiyordu. Bilmiyor. Babası öldüğünden bu yana, yaklaşık üç yıldır, annesi onlarla kalıyor. Yedi yıllık evliler. Çocukları yok. Tercih değil. Kocasının spermleri yetmiyor. Tedaviyi denediler, yurt içinde, yurt dışında, Kıbrıs’ta, fayda etmeyince oluruna bıraktılar. Olmadı. Hafta sonları o park benim bu park senin Pamuk’u aramaya devam ettiler.
Pamuk dönmedi. Yavaş yavaş alıştılar yokluğuna. Önce tuvaletini kaldırdı adam ortadan. Sonra mamalarıyla kapları gitti. En son oyuncaklarını kedisi olan bir komşuya verdiler. Bir süre sonra astıkları ilanlar da kayboldu. Kimi yırtıldı, kimi yağmurdan ıslandı, silindi gitti. Kiminin üstüne başka bir ilan yapıştırıldı. İlk günler merak eden, kapısını çalıp Pamuk’u buldunuz mu diye soran komşular da bir müddet geçince sormadı bir daha. Hani resimleri de olmasa Pamuk o evde hiç yaşamamıştı. Sadece kadın unutmadı. Düştüğünü, köpeklerin parçaladığını, bir arabanın altında ezildiğini düşündü durdu. Aklında kurdukları gecesine kâbus oldu, kimseye diyemedi.
Pazardı. Sabah geç kalktılar. O gece ikiye kadar Netflix’te film izlemişlerdi. Kadın kahvaltıyı hazırladı. Kocasını uyandırdı. “Mmm,” dedi adam. “Burnuma patates kızartması kokuları geliyor.” Annesinin odasına girdi kadın. Annesi içeride yoktu. Banyoya mı girdi acaba, diye düşündü. Baktı, banyoda kimse yok. Balkona çıktı. Balkonun kapısı aralık. Ne zaman açtığını hatırlayamadı. Geceden mi açık bıraktım acaba? Aşağılarda olmasın annem, uyku tutmayınca sabah erken kalktı, dolaşmaya gitmiştir belki. Arada yapar. Canı sıcak poğaça çektiğinde köşedeki fırına giderdi onlar uyurken. Gelirken de mutlaka marketten karper alır. Kadın balkondan aşağıya baktığında dondu kaldı. Öylece. Annesi betonun üzerinde boylu boyunca yatıyordu. Yüzü yere dönük. Ayakları birbirine mi girmiş. Yukarıdan aşağıya annesini seyretti. Duygusuz, boş gözlerle baktı. Aklı başına geldiğinde çığlığı bastı. Kocası aceleyle geldi. “Ne oldu? Neden bağırıyorsun?” “Annem,” diyebildi. Eliyle bir yerleri göstermeye, bir şeyler anlatmaya çalıştı, beceremedi. Üstünde sadece gecelik, saç baş dağınık, doğrudan kapıya gitti, önce göz ucuyla asansöre baktı, meşgul. Merdivenlerden yalın ayak koşturdu aşağıya.
“Nasıl olmuş,” diye sordu akrabalardan biri adama cenazede. “Bilmiyoruz ki,” dedi. Sesi üzgün. Yorgun. “Düşmüş sanırım. Yaşlı kadın. Dengesini kaybetti muhakkak.” “Muhakkak,” diye onayladı soruyu soran. “Allah taksiratını affetsin. İyi kadındı.” “Âmin.” “Sen de iyi baktın ama,” dedi bir başkası. “Hayırlı damat,” dedi öbürü. “Nasıl bakmam, o benim de annem,” diye şaşkınlığını gizlemedi. “Ben annemi küçükken kaybetmiştim. Onun yerine koydum onu. Rahmetli kayınpederimi de çok severdim. Kıymetli bir insandı.”
Cenazeye gelenlere pide, ayran dağıttılar işleri bitip dualar edildikten sonra. Karnını doyuranların kimi ağzını koluna sildi, kimi, “bir ıslak mendil verir insan bunun yanında” diye ayıpladı, bir kısmı pidenin kıymasını az buldu, kimi de yağlı elleriyle baş sağlığı dileklerini iletti.
Kayınpederinin yanına defnettiler yaşlı kadını. Kızının ağlamaktan gözleri kan çanağı. Siyahlar içinde, başında siyah bir şal. Güçlükle ayakta durabildi. Koluna girdiler düşeyazdığında. Kadınlar baş sağlığı dilerken annesinin iyiliğinden, babasına kavuştuğundan, metanetli olması gerektiğinden bahsettikçe sağanak oldu gözyaşları. En azından hiç çekmediğinde, yatalak olmadan ruhunu teslim ettiğinde birleştiler. Babasının cenazesinde ağlamıştı bu kadar en son. Belki biraz daha az bundan. Ölüm izni bittikten sonra rapor aldı. On gün. Kendini toparlayabilmesi için şarttı. Herkes anlayış gösterdi. En çok kocası.
Komşular evine toplandı, Kuran okuyan, cüz süren vardı aralarında. Hem annesine hem babasına hem de bütün ölmüşlerine okudular birkaç akşam. Dua edip hep birlikte âmin yaptılar. “Balkondaki ışıkları açık bırakın,” dediler. “Ölüler ilk hafta geri gelirlermiş kendilerinden sonraya bakmak için.” Yattıkları oda hariç evdeki bütün ışıklar yandı bir hafta. “Cenaze evinde yemek yapılmaz dediler,” zaten yastasın. Günde dört öğün komşular tepsilerle, tencerelerle, sinilerle yemek taşıdılar. Boğazına lokma koymadı ilk iki gün. Sonra az biraz başladı yemeye.
Kadın suskunlaştı annesinin ölümünün ardından. İçine kapandı. Kocasıyla konuşmaz oldu. İşyerinde geçimsiz birine dönüştü. Acısına verdiler. Üstüne gitmediler. Düzelir zamanla diye beklediler. Düzelmedi. Ne evde ne de işyerinde. Kendini iyice koyverdi. Dikkat etmedi üstüne başına, giyimine kuşamına. Makyajına. Toparlayamadı. Kocası, sonunda, “bir psikoloğa gidelim mi,” diye sordu. “Deli miyim ben,” diye çıkıştı adama. Kabul ettiremedi. “Sadece delilerin mi işi olur psikologla allasen, desteğe ihtiyaç duyan herkes gidiyor. Hem birlikte gideriz. İkimiz.” “Hayır,” diye diretti. “Ben iyiyim. İhtiyacım yok. Ne psikoloğa ne de başka birine. Hiç kimseyi istemiyorum.”
Çalıştığı şirketten çıkışını verdiler bir süre sonra. Umursamadı. Kendini tamamen eve kapattı. Dış dünyayla arasında duvar ördü. Yemek yapmadı, bulaşıklar, çamaşır dağ gibi birikti, eviyle ilgilenmedi. Alkol kokusu bütün odaları sardı. Adam rica minnet, yardımcı kadın her gün gelmeye başladı.
Adam işten geldi. Kapıyı açtı. “Sevgilim,” dedi, “ben geldim.” Karısı ondan önce evde olurdu hep. Adamın çalıştığı şirket ta karşıda. Ses alamadı. Bütün ışıklar yanıyor. Evde olmalı. Yatak odasına baktı. Yok. Oturma odasında yok. Boş şişeler sadece. Yerlerde, kanepelerde. Banyo. Kapıyı açmasıyla ayaklarına su boşaldı. İlk gördüğü küvet oldu. Karısı küvetin içinde yatıyor. Gözleri açık. Boş boş bakıyor. Gene alkolden sızdığını, baygın ya da uyuyor olduğunu zannetti ilkin. Sonra fark etti suya karışmış kanın kızıllığını. Karısının kollarını. Kapıyı kapattı. Ambulansı aradı.
“Bu kadar çabuk, böyle kolay hallolacağını hiç düşünmemiştim,” dedi kadın. Deniz gören bir mekânda baş başa kahvaltı yapıyorlar. “Kediyi bana bırakman iyi fikirdi. Pamuk beni çok sevdi bu arada. Ayrıca kayınvalidenin balkondan düşmesinin arkasında da sen olduğunu biliyorum ama ispat edemem.” Gülüştüler. “Karımın, pardon, rahmetli eski karımın en yumuşak karnıydı,” dedi adam sandalyesinde geriye doğru yaslanırken. “Biri kedisi, diğeri annesi.” Kadehini kaldırdı. Uzattı.
“Sağlığımıza.”
“Bize,” dedi kadın kadehini tokuştururken.
Murat Yüksel
Comentários