top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Mustafa Ünver- Adresimi Nasıl Buldun?

Beklediğim cevap elbette bu değildi. Öte yandan cevabı böyle bir soruyla alacağım aklımın ucundan bile geçmezdi. En kötü olasılık, bir cevap alamam diyordum. Ama bir cevap yazmıştı işte. Tamam yetersizdi, iş görmüyordu, alakasızdı; ama olsundu. Yine de dünyanın öbür ucundan aldığı bir mektuba cevap yazması, içinde insani bir kıpırtı ve nezaket taşıdığının göstergesiydi. “İsteyenin yüzüne kapı çarpılmaz,” diyen ilahi prensipten haberdardı anlaşılan. Ayrıca bu tutumundan kadının pozitif bir hümanizma enerjisine sahip olduğu da çıkarsanabilirdi. Buna rağmen canım yine de sıkılmıştı işte. Küreselleşme sayesinde dünya koca bir köye dönmüşken mail adresini nasıl bulmamın önemi ne olabilirdi ki? Bana yardım edecek misin etmeyecek misin, sen bana onu söyle, değil mi ama? Asıl konu bu olduğu halde “e-posta adresimi nasıl buldun?” sorusu moralimi epeyce bozmuştu doğrusu. Aksileşmiştim ve bu tepkimi yazacağım cevapta mutlaka hissettirmeliydim. Klavyenin tuşlarına abanıp sabahtan beri bana bakıp duran beyaz sayfaya döşendim:

Merhaba Tanya,

Linkedin’den buldum adresinizi. Fakat asıl konu bu değildi ki. Bana yardım edecek misiniz etmeyecek misiniz, lütfen siz onu söyleyin. Nette araştırırken sizin Ukrayna kültürüyle uzmanlık derecesinde ilgili olabileceğinizi düşündüm ve sizden bir konuda yardım istedim. Şimdi söyleyin lütfen, bana yardım edecek misiniz?

Serkan

Mesajımda kabalaştığımın farkındaydım. Ama bir önceki mailimde meramımı efendice anlatmıştım. Mazlum Ukrayna halkının yaşadığı büyük acılardan biri üzerine öykü yazdığımı ve kurmacada kullandığım bir iki figürün Türk anlayış sınırları içinde kaldığını; oysa onların Ukrayna ya da Rus kültürüne uyarlanmaları gerektiğinden söz etmiştim. Kendisinin bana bu konuda yardım edebileceğini düşündüğümü söylemiş, sonra da vakit ayırdığı için teşekkür etmiştim.

Tanya’ya ulaşıncaya kadar elbette pek çok kaynakta ve sitede araştırma yaptım, birçok Rus atasözü inceledim. Belki tam anlamamışımdır veya aradığım noktayı kaçırabilmiş olabilirim korkusuyla uzun sayılabilecek bir süre çevirileri üzerinde teker teker çalıştım. Hatta bir kısmının Anadolu örfündeki karşılıklarını tespit ederek notlarını tuttum. Nasıl yani, birkaç örnek mi vereyim? Şimdi mi, burada mı? Pekâlâ madem bu kadar ısrar ettin birkaç örnek vereyim. Ama şimdiden uyarayım; bazıları oldukça cinsiyetçi ve ırkçı, sonra demedi deme:

“Şeytan ulaşamadığı erkeğin yanına kadını yollar / Teşekkürü cebe koyamazsın /  Erkeğin karnını dolu, yumurtalarını boş tut / Ölmek istiyorsan Çeçen çocuğunu tokatla / Tula’ya giderken semaver götürülmez / İş iştir, dostluk dostluktur / Para konuşunca doğruluk susar / Yüzün çarpıksa aynayı suçlama / Erkek gözüyle, kadın kulağıyla sever / Her tencereye uyan bir kapak mutlaka vardır / Islak adam yağmurdan korkmaz / Çirkin kadın yoktur, az votka vardır / Az insan, çok oksijen / Bir ayıyla dansa kalkarsan dansın ne zaman biteceğine sen karar veremezsin / Davetsiz misafir Tatar’dan kötüdür / Gülmek karın doyurmaz / Atın sağlamsa yoldan korkma / Kim çok sebep sayıyorsa, o çok yalan söylüyordur / Tüccar babanın oğlu çapkınsa, torunu dilenci olur / Bir kişi her şeyi öğrenemez / Papazdan at, duldan kız alma.”

Bunlar gibi yüzlerce atasözü bulup okudum işte. Ama içlerinde işime yarayacak olanı bir türlü bulamadım. Derken Tanya Mukoloviy ismi çıktı karşıma. Bilgileri içinde İngiltere, İsviçre ve Ukrayna kültürleri üzerine ilgi ve çalışmalarını gösteren açıklamalar yer alıyordu. Ben de tuttum elektronik bir mektup yazdım ona ve yardımını istedim. Elini vicdanına koyarak söyle bana lütfen, haksız mıydım verdiği cevaba dellenmekte?

Hocalarımdan biri Amerika’ya gitmiş bir tarihte. Toplu taşıma aracına binecekmiş, ama bozuk parası yokmuş. Durakta bekleyen iri kıyım bir siyahi adama doğru kâğıt parasını uzatarak yaklaşmış ve “pardon otobüse bineceğim de bozuk paranız var mı acaba?” diye sormuş. O da ne cevap verse beğenirsiniz, sıkı durun. Asık bir suratla sadece “it’s your problem man,” demiş ve yürümüş. Bizim hoca donakalmış şaşkınlıktan. Biraz da bozulmuş tabii. Koskoca profesör, kendi ülkesinde hiç alışmamış bu türden terslenmelere. Sokakta bile yaşından ve ilminden dolayı hep saygı ve iltifat görmüş herkesten.

Fakat biraz durup düşününce Amerikalının cevabını gerçekçi bulmuş. “Bana ne ya, değil mi? demiş kendi kendine. “İster otobüse bin ister ayakkabını boyat, istersen köşedeki kulübeden bir yere telefon et. Bunların hepsi senin sorunun.” Hiç kimsenin sana yardım etmesini geçerli kılacak mazeretler değil bunlar. Cık cık’lar eşliğinde kafasını sağa sola çevirerek kendi kendine gülmüş ve parasını bozdurabileceği daha rasyonel bir çözüm aramış. Ne mi yapmış? Orasını ben de bilmiyorum ama ben olsaydım caddenin köşesindeki Starbucks’tan bir kahve içerdim mesela, böylece paramı da bozdurmuş olurdum. Belki hocam da öyle yapmıştır. Bilmiyorum işte dedim ya. Neyse asıl konu bu değil şimdi.

Üç saat sonra kutuma düşen yeni bir e-postasını gördüm. Aynı durumda ben olsaydım asla yazmazdım herhalde. Sen tut saçma sapan bir gerekçeyle kalk, dünyanın bir ucundan bana mektup yaz. Üstelik araştırma yapıyorum, öykü yazıyorum diye tüm dünyanın senin emrine ve yardımına amade olarak karşında reverans edeceğini san. Haydi oradan megaloman seni. Ben onun yerinde olsam böyle kaba bir kaçığa cevap vermeye bile gerek duymaz, anında mektubunu çöp sepetine yollar, bununla da yetinmez, bir de bloke ederdim kendini bilmezi. Peki ne mi yazmış e-postasında?

Merhaba Serkan,

Sınandığımı düşünüyorum. Sınama aracının da artık sen olduğundan kuşkum yok. Pes etmeye niyetim yok, içimdeki zayıflığa teslim olmayacağım. Huzurumu bulmak için sana bir kez daha yazmaya mecbur hissettim kendimi. Zaten sana yazdığım o bir cümlelik ilk mektubun sebebi de ortalıkta iç dinginliğimi ve huzurumu bozabilecek bir pürüz bırakmamaktı. Ancak galiba yanlış yapmışım bu tercihimde. Şimdi öncekinden daha gergin ve huzursuzum çünkü. Ne yapayım artık, inceldiği yerden kopsun. Sana adresimi nasıl buldun diye sorarken aslında benim Ukrayna kültürüne hâkim olup sorununu çözmende yardımcı olabileceğim fikrine nereden kapıldığını sormak istemiştim. Bunu anlamaya çalışmak yerine, iyiden iyiye öfke soluyan cümleler kurman hoşuma gitmedi, beni gerdi ve huzursuz etti. Öykü yazdığını söylemişsin bir de. Oysa ben öykü ve roman yazarlarının zeki ve hisli, dolayısıyla nezaket sahibi insanlar olduklarını sanırdım. Bence sen öyküyle möyküyle filan da uğraşma. Çünkü bu işe hem tabiatın hem zekâ kapasiten yetmez diye düşünüyorum. Saçma sapan ve zekâ pırıltısı içermeyen hikâyeler yazıp insanların başına da dert olma istersen, olur mu? Haydi kardeşim sen başka bir işe bak e mi?

Tanya

Hoppala bu da neydi şimdi? Nasıl bir mektup bu böyle? Baksanıza kadın konuyu nereden nereye çekmiş. Hatta bir ara bana kur yapıp asılıyorsun da diyecek sandım. Şu şırfıntıya bakın hele. Neyse hemen cevap yazmayacağım ona. Öfkem şöyle biraz yatışsın, sakinleşeyim. Olanı biteni teker teker gözden geçireyim, ancak o zaman yazarım gerekirse.

Ne diyor bana? Zeki değilmişim, tabiatım bu işe uygun değilmiş, öykü yazmaya kapasitem yetmezmiş falan filan. Doğru olabilir mi?

Bak Serkan, Tanya haklı olabilir. Kadının ilk mektubundaki cümleyi düz mantıkla okuyup anladın. Aslında sana “benim adresimi nasıl buldun?” derken senden “işte şuradan buldum,” diye bir cevap vermeni beklemiyordu. “İhtiyaç duyduğun konuda neden bana müracaat ettin, Avustralya’da yaşayan biri olarak neden ben?” demek istedi. Ama sen kalın kafalının birisi olmalısın ki şu kadarcık şeyi dahi anlamadın. Halbuki hakikat nedir, mecaz nedir, kinaye nedir; bunların hepsini şiirlerden ve diğer edebî metinlerden örneklerini verebilecek kadar iyi bilirsin. Hem sonra soruların onlarca türü olduğunu da ne ara unuttun sen! Düşünmeye çağrı yapanı, kınama amacı güdeni, yol göstereni, azarlayanı, köşeye sıkıştıranı, mazinin karanlıklarında küllenmiş bir toplu mirası hatırlatanı gibi pek çok soru çeşidi olduğunu nasıl unutursun Serkan? Sen her sorunun sadece düz bir soru olduğunu nasıl düşünürsün Serkan? Sen nasıl da yutarsın bu zokayı Serkan? Sen budala mısın oğlum, söyle haydi, senin derdin ne Serkan?

Yok, saf ayağına yatarak kadının asıl maksadını gölgelediğini, bu yüzden de onun cümlesini hakikat manasında anlamanın şu etapta işine daha çok yarayacağını gördüğünü bir an için düşünelim. Peki ya bu seçeneği nasıl yorumlamalı Serkan? Böyle mi oldu geçekten de? Haydi itiraf et bana.

Niyetin böyleyse bu en basit deyişle bir safsata örneğidir, değil mi Serkan? Safsata, yani su katılmamış mantık hatası. Kısa günün kârı ya da buluttan nem kapma sendromu. Konunun özünü bile isteye kaçırma hâli. Senin amacın ne Serkan? Alakasız amaç ve alakasız sonuç safsatası. Konuyu saptırma safsatası. Sen şimdi başıma bir de düzmeci mi olup çıktın Serkan? Bir kadının cümlesini kastetmediği bir anlama çekmenin cebinden parasını çekmekten ne farkı var? Onun bunu kastetmediğini gördüğün halde, öyle anlamamak işine geldiği için manayı zihninde kurduğun alana çekmek düzenbazlık değil de nedir? Öykü yazan bir insana kumpas kurmak yakışır mı Serkan?

Ha şöyle Serkan, şimdi yola gelmeye başladın biraz. Her şeye itiraz edip durmak yerine domatese dönmüş suratınla suskunluğa gömülmen iyiye işaret. Ha unutmadan Serkan, kalk da kadına bir iki satır yaz ve kabalığından dolayı özür dile:

Sevgili Tanya,

Kabalığımdan dolayı son derece üzgünüm. Samimi özrümü kabul etmen için yalvarıyorum. Bu saatten sonra bana bir cevap yazman da önemli değil artık, çalıştığım konuda yardımcı olman da. Ama içindeki insani kıvılcımın benim gibi bir hödük yüzünden sönmesine lütfen izin verme, olur mu?

Saygılarımla Serkan

Mektubuma gelen hızlı cevap beni tam anlamıyla şoke etti, komaya soktu adeta. Ne diyeceğimi, nasıl tepki vereceğimi hiç bilemedim. Peki sen neler hissedersin şu satırları okuduğunda:

Serkan Bey,

Mesajınızı ne yazık ki kızım okuyamadı. Tanya yaklaşık bir aydır amansız bir mücadele verdiği Covid-19 virüsüne maalesef yenik düştü, iki gün önce kaybettim yavrumu. Acım çok büyük. Bilmeye hakkınız olabilir diye düşündüğümden size haber vermek istedim.

Annesi Elena Mukoloviy


Mustafa Ünver

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

コメント


bottom of page