top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Rıdvan Hatun- Tatlı

Başkasına âşık olduğunu söylediğinde çok şaşırdım.

“Ne?” dedim. “Sen?”

Öylesine çıktı ağzımdan. Şaşkınlıktan. Bizi yan yana tutan onca şey birikmiş. Yıllar geçmiş. Ne yalan söyleyeyim, zaten deli gibi âşık değildim kendisine. Deli gibi âşık olmak da ne biçim lafsa, sadece aşk demek az mı, işte yine de çok şaşırdım, öyle rahat söyleyebilmesine. Onun hayatının benimkinden bu kadar farklı olmasını, böyle heyecanlar yaşamasını çok yadırgadım. Hep yan yanaydık ya hani. Eskiden sık geldiğimiz pastaneyi seçmiş. Niye orayı seçti anlamadım. İşin içine başka duygular da karıştırmak için mi, artık o pastaneye pek kimseler uğramadığından diye mi, öylesine, bir an önce bitsin dedi, içi sıkıldı, benden sonra gidebileceği yerler azalmasın diye belki.

Gözlerimi kapattım, isteyerek mi değil mi bilmiyorum, yüzü en sevmediğim haliyle zihnimde belirdi. Ta ne zamandan kalma bu yüz. Daha evlenmeden önce, seviştiğimiz ilk günden. Ben ilerici, özgür bir bireyim, dediğim günler. Dergiler, gazeteler takip ettiğim, yabancı diller, kitaplar öğrenmeye heves ettiğim… Seviştik. Hem canım yandı hem de o kadar ilerici, özgür olmadığımı fark etmemi sağlayan bir pişmanlık çöktü göğsüme. Kime ait olduklarından emin olmadığım ayıplamalar, düşünceler doluştu. Tam o esnada, sırtı kapaklı kanepede dip dibe uzanırken, “Şimdi seni bırakırsam, ne yaparsın?” dedi. Onun da o kadar ilerici, özgür olmadığını o dakika anladım. Kaçlı yıllar. Annemi, babamı, kardeşlerimi biliyor. Çevreyi biliyor. Demek ki kendini de biliyor. Öyle böyle eli güçlenmiş. Beni uçurumların kenarına sürüklemiş. Öpücüklerle, üflemelerle ayağımı kaydırmış, düşecekken tutmuş, “Şimdi seni bırakırsam, ne yaparsın?” diyor. O zamanki aklımla düşerim sandım. Parmağımdaki nişan yüzüğü genişledi sanki, pişmanlığım büyüdü, gözlerim büyüdü, nasıl baktım ona bilemedim. İşte tam o esnada hiç tanımadığım bir gülme geldi; sürüne, tıslaya yerleşti yüzüne. Belki her zamanki gülüşüydü. Eziliyorum sandım, nefesim daraldı. Beni kollarına almış, yüzünü yüzüme yanaştırmış, “Korkma korkma,” dedi. O gülme kıvrıldı, kolları sarıldı, yeniden iştahla öpmeye başladı.

Evliliğimizin ilk yıllarında dönüp dönüp bu ana bakardım. Her şey o dakika netleşmiş. Baskı hissettiğim, kırıldığım, boğulduğum anlarda o gülmenin altındaki sus pus halim hortlardı. Bazen de mutluyken aklıma gelirdi, o gülerken, bana sarılırken, öperken. Şimdiki aklım olsa, seni bırakırsam ne olur, dese uçarım derdim. Bana bu acizliği öğretenlerden de sana bu gücü verenlerden de uzağa uçarım. Kızım olsaydı ona da anlatırdım. Yirmi küsur yıl. Aslında her şeyi baştan bilmeme rağmen aynı telkinlerle, sıvalarla oluyor, ev ne ısınıyor ne soğuyor, en azından salondaki çiçekler ölmüyor sandım. İyi arkadaş olduğumuza, yoldaşlık gibi bir şeye evirildiğimize inandım.

“Kime?” dedim.

Meraktan sordum herhalde. Dilim öylesine döndü. Kimse kim. Ben sanki hiç düşünmedim âşık olmayı. Sesleri, elleri güzel, düzgün adamlar görmedim sanki, bazıları rüyalarıma girmedi. Yanıma yaklaştırmadım. Onlarla yapabileceğim her şeyi düşündüm. Kaçtığımı, herkesten uzakta, içlerinde zeytin ağaçları, gölgeler, ferahlıklar titreşen yasak aşklar yaşadığımı hayal ettim. Ama eve gelip, ben âşık oldum, demeyi aklımdan bile geçirmedim. O kadar romantik, olmayacak, erotik hülyalara daldım, oralarda ömürler geçirdim. Ama hiçbir hayalin bir yerinde âşık olduğumu ilan etmek, onunla yüzleşmek, ben âşık oldum, demek gelmedi aklıma. Onun bir gün eve hiç gelmeyeceğini, ayrılmak isteyeceğini, birileriyle sürttüğünü, yatıp kalktığını, erken yaşta hakkın rahmetine kavuştuğunu düşündüm. Bunları düşündüğüm bazı anlarda utana sıkıla, korka korka hafifledim. Ama yine de… O ise gözlerimin içine baktı, ne yalan söyleyeyim çok kıskandım. Ben hayallerimde bile tek çarenin kaçmak olduğunu zannederken onun göğsünü gererek aşkına sahip çıkması ağrıma gitti. Belki ben uçmayı hiç öğrenemedim, bugün bile, belki de o, darbelerin onu öldürmeyeceğini anasından, babasından, çocuğundan, akrabasından, arkadaşından etmeyeceğini bildiğinden sakınmadı. Hepsi zaten biliyor muydu?

“Kimse değil. Tanımıyorsun,” dedi.

Ben onu bekleyen, onu öpen kişiyi tanımadığımı düşündüm. Yanağına, boynuna baktım. Gözümün önüne yerini sürekli değiştirmesini istediğim, balkon kapısının önündeki sözde limon ağacı geldi. O aşkını ilan etmemiş olsaydı, ben evdeki saksılarla ilgili konuşabilirdim, son tatilin ne güzel geçtiğini tekrar söylerdim, zamanında ev almakla ne kadar akıllıca davrandığımızı tekrar söylerdim, tanıdığımız başka çiftlerin bize garip gelen davranışlarıyla ilgili tekrardan konuşabilirdim. Her zaman tekrar ettiğimiz şeyleri tekrar ederek kendimi uyuşturabilirdim. Sözde limon ağacını oradan oraya sürerken ki komik hali, pijamasının kıçından düşecek gibi olması, terlemesi, Eski yeri daha mı iyiydi, dediğimde yüzünün aldığı sitemkâr, öfkeli hali; yemeden duramadığı saksıdaki domatesler geldi. Daha öncesi limon mu, mandalina mı üzerine girdiğimiz iddia, onun bana tatlı diye acı biber yedirme çabaları, oynadığımız mecburi iki kişilik oyunlar, pazar filesi omuzunda çocukça peşimde yürümesi, sakarlıklar, sarılmalar, gülmeler geldi aklıma. Çektiğimiz onca sıkıntı geldi. Evliliğimizin ilk yılı işinden olunca Züğürt Ağa’yı tekrar izlemek istemesi, filmden sonra, “Sen de beni bırakacak mısın,” diye sorması geldi. Titredim. Dışarısının soğuk, buz gibi soğuk olduğu günler geldi aklıma. Sokulmak istedim. Yaşlandığımı hissettim. Daha önceden fiziksel olarak yaşadığım değişimlerle hissettiğim şey başkaydı. Bu kadar aciz, güçsüz, çirkin, kullanılmış hissetmedim. Yüzümde derinleşen bir çizginin onun yüzündeki devamını izlerken güvende hissederdim.

Evle ilgili ne yapacağımızı, kimin nerede yaşayacağını falan düşünmüş. Oğlumuzu aramayı düşünmüş. Aramış. Ben oğlumuzu hiç düşünmedim, evde ağlayacağımı düşündüm.

“İki çay,” dedi boş bardakları alan garsona. Çocuk başka bir şey ister miyiz diye sordu. O, yok diyecek oldu.

“Tatlı,” dedim. Şaşkınca bana baktı. En sevdiğim tatlıyı söyledi. Hemen ikinci en sevdiğim tatlıyı söyledi. Boğazıma bir yumru oturdu. İkisine de kafamı salladım. Elimle gösterdim çocuğa, adını okuyamadım.

“Ne tatlısı o?” diye sordu.

Ona baktım. Tatlı geldi, yerken beni izledi.

3 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

3 Comments


oznurunat
Apr 16

Nefis bir öykü. İçten, akıcı, hayata dokunan. Kaleminize sağlık.

Like

aliyezorlumit1
aliyezorlumit1
Dec 02, 2023

yeniden merhaba, Can Yayınları Aralık programında gördüm adınızı. dosya gönderme hayallerinde merdivenin üst basamaklarını sadece içinizden geçirirsiniz. siz göndermişsiniz, yayınlanmış kimdir bu insan neyi- nasıl yazmış diye merak ettim. duru ve oyuncaklı, bahçede evin içinde pazar yerinde yirmi yılın her yanında dolanan bir anlatım. sonra tek yorumda kendi adımı gördüm. daha öncede sevmişim yazdıklarınızı, yolunuz açık olsun.

Like

aliyezorlumit1
aliyezorlumit1
Apr 26, 2021

merhaba, dört dakikadan uzun sürmüştür okumam. bazı cümlelere başımı salladım, kimi sözcüklerin parıltısına bakakaldım. yolunuz açık olsun.

Like
bottom of page