Şubat bitmiyordu. Ev soğuktu. Çünkü kombi bozuktu. “Kart beyninin değişmesi lazım,” demişti servisten gelen dövmeli eleman. Sercan çocuğun tuhaf saç tıraşına, elinin üstündeki yılan dövmesine bakarken bu sözleri bir şiire dönüştürmeyi düşündü. Kart beyinler değişmeli, genç beyinler gelmeli, değişim… Bir yılanın deri değiştirmesi gibi. Kombiler değişiyor, kombici işçi çocuklar değişiyor. Değişmeyen tek şey gelenek faşisti sanat lordları. Çatal dilli şairler, eski beyinler, sizi de değiştirmeli. Hayatın kendisinden beslenen bir şiir yükselmeli burçlarımızda.
Paraları olmadığı için kart beynini değiştiremediler. Sercan bunda bile sevinecek bir şey buldu. Kombileri çalışmadığı için doğalgaz faturası ödemekten kurtulacaklardı, ne güzel. Son fatura da duruyordu daha.
Sercan’ın anne evinden getirdiği terliğin ucu yırtıktı. O delikten çıkmış yün çoraplı başparmağına bakarak düşünüyordu. Bir şeyler olacaktı.
Efe odasından sırtında bir battaniyeyle çıktı. Mutfağa girdi. Dolabı açtı. Şu açtığım bir kitap kapağı olsaydı, diye düşündü, ne kadar kısa bir içindekiler listesi olurdu.
Başlık: Şairin Buzdolabı
İçindekiler:
1) Küflü salça
2) Bir teneke İzmir tulumu
3) Plastik kabın dibindeki bulanık, yeşilimsi, yoğurt suyu
4) Hardal
5) Taşlaşmış iki adet limon
6) Boş zeytin kabı, içinde bir miktar çekirdeğiyle
İncecik bir kitap. Kâğıt malum, çok pahalı artık. “Şairin Buzdolabı” belki inceliğinden dolayı basılabilir. En fazla elli sayfalık, kısa ama yüreğe kurşun gibi işleyecek bir kült kitap. Neden bahsediyor? Hiç. Dönüp dönüp aynı peyniri anlatmış. Yine de insanı mıknatıs gibi kendine çeken, gizemli bir gücü var bu içerik fakiri kitabın. Vazgeçemiyor Efe bu kitaptan. Daima hayal kırıklığına uğratsa da dönüp dönüp yine onun kapağını açıyor. Bir gün içinden bir mucize çıkacak gibi bitmeyen bir inançla bağlı ona. Ama artık kemiklerine kadar yoruldu bu karşılıksız bekleyişten. Tükendi. Nefret ediyor bu kitaptan. Yine de önünden bir yere ayrılamıyor.
Efe içi bulanarak dolaba bakarken Sercan geldi, arkadaşını kenara itip dolabın en altındaki tenekeden bir parça İzmir tulumu çıkardı. Babasının Ödemiş’te bir mandırası vardı, geçenlerde İstanbul’a mal getirirken çocuklara da birkaç teneke bırakmıştı. O günden beri peynir diyetindeydiler. Çok kısa sürede bir teneke İzmir tulumunu tüketmiş, ikinci tenekeyi açmışlardı. Sercan aldığı peyniri bir tabağa koydu, dünkü ekmekle yemeye başladı. Efe ne yapacak diye merak ederek hardalı çıkarıp uzattı Sercan’a. Sercan ekmeğe biraz hardal sıkıp, onu da yedi. Efe’nin sinirine dokunuyordu bu iştah. Kararmış, kurumuş limonu koydu mutfak masasına. “Güzel gider.”
Sercan limonu biraz mıncıkladı, kenara itti. “Yok abi. Taş gibi olmuş.”
“Yesene oğlum. C vitamini.”
Sercan tekrar aldı limonu, iki avucu arasında sıktı. “Yok abi bu yenmez,” dedi.
Efe zeytin kabını koydu. “Al bu çekirdekleri ye.” Sonra küflü salça kavanozunu aldı, kapağını açmaya uğraştı, açamadı. “Aç şunu,” dedi. Sercan kapağı açınca onu da masaya vurdu. “Bunu da ye amına koyayım, hepsini karıştır ye!”
Sercan ekmeğin köşesini biraz isteksizce çiğneyip yuttu. “Ne oluyor Efe?”
“Hiç. Senin iştahına saygı duyuyorum, o kadar.” Aşağı düşen battaniyesini sırtına doladı, plastik sandalyeye tünedi. Çökük avurtlarıyla iyice hortlağa dönmüştü. “Yaşam istencini kıskanıyorum, var mı? Durum ne olursa olsun, inatla hayatta kalan, semizliğinden hiçbir şey kaybetmeyen bir hamam böceğinden nasıl da farksız olduğuna şaşırıyorum. Nedir yani bu işin sırrı?”
Sercan önce biraz somurttu, sonra güldü. “Kafamı bozma, ekmeğin arasına koyar seni de yerim haa!” Uzanıp bir makas aldı arkadaşının parşömenleşmiş yanağından. “Takma oğlum her şeyi bu kadar.”
Efe başını iki yana salladı. Gözleri dolmuştu. “Yahu şu halimize bak. Bittik ulan. Kirayı nasıl ödeyeceğiz? Açım amına koyayım, açım!”
“Tamam oğlum, çeviri parası yatacak işte. Bugün tekrar ararım. Olmadı, gider dayanırız yayınevinin kapısına. Üç beş bir şey koparırız Kemal abiden. Moralini bozma.”
Efe hayretle karışık bir iğrentiyle bakıyordu ev arkadaşına. “Sen tam bir hayvansın lan.”
“Ayıp oluyor.”
“Kardeşim insanda birazcık duyarlılık olmaz mı? Biraz duygu, biraz hassasiyet? Bir kederlen ulan. Biraz depresyona gir. Senin o kalın postundan içeri hiçbir şey giremez mi?”
Sercan kötü kötü baktı arkadaşına. Sonra bir parça ekmeğe hardal sıkıp onu da yedi.
“Sen şair falan değilsin.”
Sercan için bardağı taşıran damla bu oldu. “Yeter ama ha! Her şeyi söyle ama şiirime laf ettirmem!” Masaya iri yumruklarından birini vurunca, tek ayağı kırık masa sallandı, üstündekiler, yani tuzluk, boş bir kavanoz ve hiç peçete görmemiş peçetelik, devrildi.
Efe çok doluydu. “Bok gibi şiir yazıyorsun. Epik epik zırvalar. Sen utanmaz bir Fethi Bülent Şefikoğlu taklitçisisin. Berbat bir taklit üstelik!”
Sercan sırıttı. “Ödülümü kıskanıyorsun demek. Hak ettim o ödülü. Hem de jüriye rağmen aldım, biliyorsun. Suat Şahin arkamdan neler çevirdi ama kalemimin kudretiyle, bileğimin gücüyle aldım.”
“Ödülmüş, umurumda bile değil ödülün. Benim dayanamadığım şey sahteliğin hakikati kuşatması ve boğması…”
Sercan da kızmıştı. Ayağa kalktı, gür sakalları titriyordu. “Ben hem 2000 kuşağının mevzilerini korudum hem de bir huruçla sıyrıldım oradan. Kimse bana o ödül salonunun kapılarını açmadı Efe. Poetikam bir koçbaşı gibi indi ve kendi yolumu kendim açtım! Sercan Tonozlu şiiri diye bir şey var.”
Kıpkırmızı olmuştu bağırırken. Gidip ketılın düğmesine bastı. Kaynayınca dibi kahverengiye dönmüş porselen kupalardan ikisini çalkaladı, lavaboyu dolduran bulaşıkların üstüne döktü suyu. Aynı poşeti batırıp çıkararak iki bardak çay elde etti. “İç şunu.”
Efe gözlerinden minik çiğ damlalarına benzeyen derli toplu yaşlar dökerek, önüne konulan çayı içti. Bakışında, duruşunda gerçekten şairane bir şeyler vardı. Sercan’ı da yumuşattı bu dokunaklı hali.
“Efe, bizim şiirimiz beraber evrildi, yıllar içinde katlandı, kanatlandı. Kendine de haksızlık ediyorsun bu umutsuzluğunla. Lütfen.”
Efe başını iki yana salladı.
“Senin çok güzel bir tanımın vardı hani, “Şiir her şeyden önce kendi kusurunu ayıplayan bir kurgu oyunudur,” diye. O hakikati işaret etmek için bu sahteliğe ihtiyacımız var, biliyorsun. Bu ödül soytarılıklarından ben de hoşlanmıyorum ama bunu kabul etmem, aslında ödül kavramına bir saldırıdan ibaret. Bunu en iyi senin anlaman lazım.”
“Poetik atak,” dedi Efe. Gözleri birbirine kenetli, baş salladılar. Sercan da tekrarladı, “Poetik atak, evet.”
“Şiir için ölene şehit derler, sen kendinden çok daha büyük bir toplamın parçasısın bunu unutma.”
“Abi olmuyor işte bazen,” dedi Efe. “Yani buzdolabına baktığım zaman, şiirin yasalarını değil; iktisadın, burjuva ahlakının yasalarını görüyorum.”
“Hepsi geçici. Bizi tarih yargılayacak. Geniş bakmalısın olaylara.”
Sonra sustular. Çay, Efe’nin içini ısıtıyordu. Kupanın üzerinde “Best Father in the World” yazıyordu.
Selman Dinler
Комментарии