"Yenilik, yaratım ve yaşam, şimdinin içindedir. Öğreti, imitasyon değerlere karşıdır ve bu değerlerle avunmak onursuzcadır. Sanrılardan kurtulmanızı, gerçekleri gölgelemekten kaçınmanızı salık veririz. Planladığınız müze açılışını iptal etmenizi ve bağlılığınızı göstermenizi bekliyoruz. Yüce fikre itaat ediniz."
Başkan'ın yüzü bembeyaz kesildi, elindeki notu yardımcısına uzattı. Onun da rengi attı. "Ne yapacaksınız efendim?" diye sordu.
"Hiçbir şey, yarınki açılış gerçekleşecek," dedi Başkan.
Ertesi gün büyük bir kalabalık vardı müze binasında. Bu bina, bir ana salondan ve bu salonu çevreleyen küçük odalardan oluşuyordu. Her odanın kendine özgü bir konsepti vardı. Helen heykeller, altın ve gümüş büstler, madeni paralar, doğu bölgelerinde dokunmuş, saraylarda kullanılmış eski kilimler, Antik Yunan’dan ve Mısır’dan kalma birçok vazo, ziynet eşyası ve daha pek çok şey... Ana salonda ise yalnızca, birçok koleksiyonerin de katkısıyla eski, kayıp, zamanında türlü türlü burjuvaların, devlet adamlarının ve sanatkârların evini süslemiş olan tablolar sergileniyordu. Bu tablolar, tepelerine konmuş soluk sarı ışıklarla aydınlatılırken, salonun kendisi; tam orta yere asılmış, kat kat, birçok yaldızlı taşın süslediği dev bir avize ile ışıyordu.
Misafirlerin neredeyse tamamı elli yaşını geçkin kimselerdi. Aralarında çok yaşlı ve çok ünlü bir sanat eleştirmeni de vardı. Bordo renk kasketi, fuları ve aslan başlı altın sarısı bastonu ile tabloların altını turluyor, kendisini takip eden kalabalığa hiç durmadan tablolara dair bir şeyler anlatıyor; onu takip eden kalabalık da hayran hayran kendisini dinliyor, söylenenler ile gördükleri çizgileri ve renkleri zihinlerinde bağdaştırmaya çalışıyorlardı.
Öte yandan, misafirleri nezaketle karşılayıp hoş geldiniz diyen Başkan, çoktan yaşlı bir kadınla flört etmeye başlamıştı bile.
Bu sırada, küçük odalardan birinden ana salona, elinde büst bir heykelle, bir genç fırladı. Hızla yaklaşıp heykeli bastonlu sanat eleştirmenine doğru fırlattı. Heykel adamın arkasındaki büyük tabloya şiddetle çarptı, ikisi birden yere inip tuz buz oldu. Hemen iki güvenlik koşup genci yere yatırdılar. Yaşlı adam korkudan duvara yaslanıp yere oturdu ve tir tir titremeye başladı.
Başkan yine bembeyaz kesildi. Onun da eli ayağı titremeye başladı. Yardımcısı, koluna girip, "Efendim, iyi değilsiniz, yine fena oldunuz. Sakin olun, n'olur." dedi. Onu alıp odasına götürdü, sandalyesine oturttu. Adamın kravatını gevşetti, gömleğinin üst düğmesini çözdü. Dolaptan su ve hap kutusunu getirdi. Başkan'ın avucuna, büyük mor bir hap kapsülü bıraktı. Adam hapı ağzına attı, suyu içmeye başladı. Bu sırada yardımcısı dolaptan sapı taşlı ve yaldızlı, büyükçe bir bıçak aldı ve arkasından sarılıp Başkan'ın boğazına dev bir kesik attı. Adamın ağzındaki su kanlı bir şekilde gerisin geri dışarı çıktı. Kafası önündeki masaya düştü. Çok kısa bir süre için tuhaf hışırtılar çıkardı, gövdesi titredi, sonra boşalan kanlar, masadan aşağı doğru uzamaya başladı. Odadan çıkıp ana salona geri döndü yardımcı.
Yardımcının geldiğini gören güvenlik hemen belindeki silahı çıkarıp duvarın dibine sinmiş, tir tir titreyerek su içmeye çalışan sanat eleştirmenine ateş etti. Adamın kafası birden karpuz gibi patladı ve kanlar fışkırdı. Başına eğilmiş, adamı sakinleştirmeye uğraşan ziyaretçiler çığlıklar atarak yerlere yattılar.
Bunu gören diğer güvenlik de hemen kendi silahını çekip adamı vuran güvenliğe ateş etti. Vurulan güvenlik de olduğu yere yığıldı.
Salonun bir ucunda duran yardımcı, belinden kısa namlulu otomatik silahını çıkardı ve duvarlarda asılı duran tabloları taramaya başladı. Herkes olduğu yere kapaklanmış, ellerini başlarına dolamış çığlıklar atıyordu. Yedek şarjörünü takan yardımcı, bu kez de salonun tavanında asılı duran dev avizeyi taramaya başladı. Etrafa cam parçalar ve taşlar sıçrıyor, ampuller bir bir patlıyordu. En sonunda avize komple yuvasından çıktı ve müthiş bir şangırtıyla yere düştü. Bu büyük gürültüyle birlikte, tabloları aydınlatan salonun diplerindeki minik sarı ışıklar hariç, salonun tamamı loş bir karanlığa gömüldü.
Şimdi, tablolar tüm rengini ve üzerlerindeki ilgiyi yitirmiş, pastel pastel duruyorlardı. Bu son şangırtı öyle büyük olmuştu ki, tüm çığlıklar ve hıçkırıklar kesilmiş, herkes suspus olmuştu. Karanlıkla ve korku terleriyle birlikte yüzlerinde parlayan makyajlar akmış, tüm maskeler düşmüştü.
Tüm salon, kaosun ve karanlığın görkemini dinledi kısa bir süre. Sonra bir uçtan diğer uca, yardımcı ile güvenliğin çatışma sesleri uçuştu havada. Güvenlik, tiz bir çığlık attı, mermisi de bitmişti galiba.
Sadece ayak sesleri duyuluyordu artık. Duvarın dibinde yürüyen bir gölge gördüler. Sarı ışıklardan birinin altına gelince durdu, baştan sona salonu gözden geçirdi, sonra silahını şakağına dayayıp tetiği çekti ve olduğu yere yığıldı.
Bir süre sonra polisler geldi, binayı tahliye ettiler. Olay basında büyük bir yankı uyandırdı. Müzenin açılışı iptal edildi.
Yapılan otopside Başkan’ın boğazında mor bir kapsül bulundu. Kan ve salyalara bulanmış kapsülden şöyle bir not çıktı:
"En büyük cinayet, ödünçlemedir! -y.f."
Tarık Çelik
Comentarios