İnsan kendi memleketinde üniversite okumamalı. Bunu biliyordum elbette. Ama babam, “Seni dışarıda okutacak param yok, ya burada okursun ya da başının çaresine bakarsın,” diye önüme seçenekleri koyunca, mecbur kaldım burada okumaya. Puanım da çok iyi değildi açıkçası. Almanca Mütercim Tercümanlık Bölümü’nü yazdım. Babam böyle bölüm mü olurmuş, diye söylenecek oldu da Allah’tan bu sefer akrabalar araya girdi. Filancanın oğlu buradan mezun olmuş, şimdi turistlerin arasında parayı kırıyormuş. Aylık geliri hiç azalmıyormuş, aksine kendini gösterdikçe artıyormuş. Hani kitapçılarda gördüğü yabancı kitaplar var ya onları çeviriyormuş buradan çıkanlar. Sıraladılar. Aklına yattı sonradan babamın bu bölüm. İş olanağını duyunca, sınav açıklandıktan sonra göstermediği ilgi alakayı göstermeye başladı. Vermeyi düşündüğü harçlığı arttırdı.
Akrabaların anlattıkları benim de hoşuma gitti. Bu kadar iş olanağı olduğunu bilmiyordum. Dil dersi dışında iyi bir dersim yoktu zaten. Almanya’da yaşayan akrabalarım sağ olsun, küçüklükten aşıladılar bana bu dili. Babamın biraz keyiflendiğini görünce, madem dışarıda üniversiteye gidemedim, bir eve çıkayım hiç olmazsa, diye şansımı deneyeyim, dedim. Ne mümkün! Açtı ağzını, yumdu gözünü babam. Annemin de ondan geri kalır yanı yoktu gerçi. İkisi bir oldu, bütün gece ev geçindirme dersi verdiler bana. Liseye yeni geçen kardeşimden, marketlerde artan fiyatlardan, annemin çalışmıyor oluşundan, yıllardır süren ev kredisinden, babamın emekliliğine daha çok zaman olduğundan, bahsedip durdular. Ama anlamam mümkün müydü bunları benim?
Üniversitedeki ilk günlerim durgun geçti. Lisede 5. Sınıf okuyor gibiydim. Sabah derse git, akşam geç olmadan eve dön. Ne anladım ben bu işten. Keyfimce şöyle bir çıkamadıktan sonra ne yapayım böyle üniversite hayatını? Annemin eve geldiğimde yalandan öpüp koklayarak, sigara yoklaması yaptığı anlar da sıklaşmıştı. Giriş çıkış saatlerim belliydi. Anlayacağınız hapishanede kalmaktan biraz daha iyiydi durumum.
Durum böyleyken, bir gün sınıfta bir buluşma ayarlandı. Arkadaşlarım şöyle bir yerde adamakıllı oturamamıştım daha. Onların, “Bu gece bara gidiyoruz, bir nevi sınıfça kaynaşma partisi, sen de gel,” davetine tamam dediğimde, gece olacaklardan habersizdim elbette. Bizimkilere haber verdim, -geç kalmamamı özellikle tembihlediler- gittim. Hoş bir akşam oldu. Tüm sınıf gelmişti. Güldük, eğlendik. Hayatımda ilk defa böyle bir ortama girmiştim. Lisede de olurdu böyle buluşmalarımız ama bu farklıydı. Çıkışta erkekler, evlerine davet etti beni, bizde kal bu gece hatta dediler. Saat gece yarısını geçmişti. Üniversiteliydim artık. Bir şey demezlerdi bana. Şehir dışına da göndermediler, bu kadarına müsaade ederlerdi artık, diye düşündüm. Hem bir kereden ne olur? Biraz gecikeceğimi, bizimkilere mesajla bildirdim. “Tamam,” dedim, “ama gece sizde kalamam, eve dönerim.” O kadarını göze alamadım.
Barda dumanlanan kafamız, evde yaptığımız takviyelerle iyice ağırlaşmıştı. Muhabbetlerimiz kızlara yöneldi. “Yahu o uzun boylunun bacakları neydi öyle? Eteğini giymese yeriydi.” “Saçını mora boyamış olana ne demeli? Göğüs frikiğine bakmaktan boynum ağrıdı birader.” “Kırmızılıya en yakın ben vardım, bütün gece götüne HD kalite baktım be abi” “Sarışının gözleri beni benden aldı. Hani, gel de seni baştan çıkarayım, diyordu resmen.” Tanrı’nın erkeklere en büyük lütfu buymuş gibi her birine bin tane övgü sıralıyorlardı. İlkokuldan beri sıra arkadaşıymışız gibi rahattılar bunları anlatırken. Benim aklımdaysa başka biri vardı. Pelin’di adı. Şimdilik sadece bu kadarını biliyordum. Onu gördüğümden beri içim kıpır kıpırdı. Diğerlerinin dedikleri pek umurumda değildi. Benim aklım Pelin’deydi. Olur da onunla ilgili bir şey söyleselerdi o zaman iş değişirdi. Bir yandan da nasıl fark edememişim sınıftayken Pelin’i diye düşünüyordum.
Sonra herkes ilk yaşadığı seks deneyimini anlatmaya başladı. Öyle şeyler anlatıyorlardı ki, en iyisini ben yaşadım, demek için salladıklarını düşünmeye başladım. Adeta bir yarış vardı ortada. Ağzım bir karış açık kaldı anlatılanları dinlerken. Sıra bana geldiğinde ne diyeceğimi bilemedim. Bırakın seks yapmayı, bir kızı öpmüşlüğüm bile yoktu. Kızardım, bozardım. Bir şeyler geveledim. Hayır, bir öpücük bile almadım, diyemedim.
Bir ara, “Ulan, ben şu sarışına gidip açılacağım anasını satayım,” dedi bir arkadaş. Öyle sarhoştu ki, ağzından sözcükler belli belirsiz çıktı.
“Oğlum manyak mısın sen, daha dün bir bugün iki, ne çabuk âşık oldun,” dedim, Pelin’i bütün gece düşünen ben değilmişim gibi.
“Yok abi, ben gideceğim, kafayı taktım bu kıza,” diyerek hazırlanmaya başladı sonra bu arkadaş. Demleniyorduk ne güzel. Şimdi gecemizin içine edilecek, diye düşündüm. O böyle hazırlanınca, bir iki kişi, “Yaparsın tabii abi, sana bakmayacak da kime bakacak,” diye gaza getirmeye başladı bu arkadaşı. Ateşi iyice harlandırdılar böylece. Ben onlar kadar içmemiştim. Kafam hâlâ yerindeydi. “Bir bok yiyeceksin, ben de seninle geleyim bari,” dedim. Sonrasında da eve geçerdim. Saat epey geçmişti.
Ben de hazırlanıp kapıya doğru geçerken, arkadaşlar da gerdek gecesine damadı uğurlayanlar gibi sırtımıza vurmaya başladılar. Zar zor kapıya geldik. Tam kapıyı açmışken, bir de ne göreyim, kapının diğer ucunda babam! Donup kaldım. Bizim sarhoş da, “Vay efendim hoş geldiniz, yoksa kızınızı vermeye mi geldiniz bana?” demesin mi. Babamın gözlerinden alev çıkacaktı neredeyse. Sinirden patlayacak bir halde, “Düş ulan önüme itoğluit,” diye bağırdı bana. Apartman boşluğunda gitti geldi sesi. Yakamdan tuttuğu gibi önüne kattı beni. Arkadaşlarımın görüş alanından çıktıktan sonra da evire çevire dövmeye başladı. Yol boyunca fırsat buldukça vurdu. Eve gelince yorulmuş olsa gerek bıraktı dövmeyi. Odama geçtim. Sabaha kadar ağladım. Bunları hak edecek ne yapmıştım ben? Bir üniversite öğrencisinin bu kadarcık eğlenme hakkı yok muydu? Annem bir aralık gelip baktı, hiç yüz vermedim. O da babam gibi düşünüyordu eminim. Hiçbiri anlamıyordu beni. Yere batsınlar! Geçim derdinin de Allah belasını versin! Sabaha karşı, tüm bu yaşananların yorgunluğu iyice bastırınca ve bela okuyamayacak kadar başım ağrıyınca, uyuyakaldım.
Sonrasında bir hafta okula gidemedim. Yaralarım ancak iyileşti bu sürede. Sağ olsun babam güzel çalışmıştı yüzümde. Benim o evde olduğumu nasıl bildiğine gelince... Kardeşim anlattı. Fuat amca. Babamın liseden arkadaşı. O binada oturuyordu. Nasıl olduysa beni binaya girerken görmüş. Gürültü olunca da aramış babamı. Gel al şu oğlanı, diye. İyi bok yemiş. Kendisi içip içip sızmadı sanki hiç orada burada. Melahat teyzenin kendisini sokaktan topladığı günleri çabuk unutmuş.
Bu bir haftada iyice düşündüm. Kararımı verdim. Dışarı çıkabilecek duruma geldiğim zaman, eşyalarımı topladım. Çıktım evden. Bir tek kardeşime söyledim artık gelmeyeceğimi. Gerisi umurumda değildi. Madem on sekiz yaşındaydım. Reşit sayılıyordum. Artık kendi kararlarımı kendim alabilirdim.
Üniversiteye geldiğimde, o gece yanlarında bulunduğum arkadaşlarım yüzüme bile bakmadı. Şaşırdım. Hayal meyal o gece orada olduğunu hatırladığım biri anlattı sonra durumu. Benden sonra yine rahat durmamış, illa sarışına açılacağım diyen. Gitmiş kızın evinin önüne. Arkasında diğerleri. Bağırmış, çağırmış. Bütün mahalleyi ayağa kaldırmış. Haliyle polisler damlamış hemen. Geceyi nezarethanede geçirmişler. Dayak da promosyonları olmuş bu yaşananların. Tanıdık birilerini gelmiş de rica minnet çıkmışlar sonra. Bu kadarla kalsa yine iyiymiş. Eve döndüklerinde bir de ne görsünler, ev sahibi iki güne çıkmalarını istiyormuş. Fuat amca, “Bu itler bize gün yüzü göstermez,” diye örgütlemiş bütün apartmanı. Güç bela toparlanmışlar iki günde. Başka bir yere geçmişler. Bu yüzden konuşmuyorlarmış benimle. Siz de iyi bok yediniz, dedim içimden. Hepiniz boksunuz.
Amfide, masanın altına koyduğum bavulumla tek başıma oturuyordum. Nereye gidecektim şimdi ben? Kendime itiraf edemesem de bugün yüzüme bakmayan arkadaşlarımın yanına giderim, diye düşünmüştüm evden çıkarken. Onlar da kapıyı kapatınca, kalakaldım bir başıma öyle. Sonra ikinci öğretimler gelmeye başladı. Onların dersine az bir zaman kalmıştı. Üniversitenin ilk haftaları olduğu için beni garipsemediler. O ara yanıma biri oturdu. Tanıştık. Kenan’dı adı. Anlattım hikâyemi, epey üzüldü. Sonra da evlerine davet etti beni. Hem şaşırdım hem sevindim. BESYO’da okuyan bir arkadaşıyla kalıyordu Kenan. İkisi de ikinci öğretim. “Gündüz biz, akşamları sen takılırsın, gül gibi geçinip gideriz,” dedi. İyi birine benziyordu. Dersten sonra gittik evlerine. Varoş dediğimiz bir mahalledeydi evleri. Tinercilerin, uyuşturucuların, ayyaşların yeri. “Ancak burayı bulabildik, kusura bakma,” dedi Kenan. Ne kusuru, başımı sokabilecek bir yer buldum ya yeter de artardı. Zaten burada beni de kimse tanımazdı. Sokaklarından birkaç kere ya geçmiş ya geçmemiştim. Daha çok işime gelirdi. Bir tek Fuat amcanın buraya gelip gittiğini bilirdim. O da hurda toplamak için. Görüversin, ne yapayım, umurumda mıydı o ispiyoncu. Diğer çocuğun zaten hiçbir şey umurumda değildi. Bölümüyle alakasız gibi duran, hantal biriydi. Kilosu da epey vardı. Belli belirsiz bir selam verip odasına geçti. Kenan’la baş başa kaldık. Onun odasında, birlikte kalacaktık. Hemen bir yorgan alıp yere serdi. “Şimdilik idare edelim kanka, zamanla çaresine bakarız,” dedi. Ne çabuk ‘kanka’ olmuştuk. Pek alışkın değildim böyle şeylere ama bana evini açmış birine, ne diyebilirdim. Belki de o böyle iletişim kuruyordu. Suyuna gittim. “Tamam kanka,” dedim.
Zamanla alıştım eve. Gündüzleri okula gidiyor, akşamları evde vakit geçiriyordum. Tek başıma olduğum için bir sıkıntı olmuyordu. Yalnız sağda solda atılan sigara izmaritleri, masanın üzerinde açık bırakılmış peynir kabı, erimiş tereyağı, küflenmiş ekmek, reçel kâsesi, zeytin çekirdekleri, duvara sigara izmaritleriyle yazılmış yazılar, halıya dökülen içeceklerin bıraktığı izler canımı sıkıyordu. Dağınık kelimesinin hafif kalacağı bir düzen vardı evde. Bana evlerini açtılar, zor günümde yanımda oldular, diye ses çıkaramıyordum bunlara. Elimden geldiğince, her gün topluyordum evi. Arada Fuat amcayı görüyordum bizim evin çevresinde. Fakülteye uğradığı da oluyordu. Ben konuşmuyordum kendisiyle. Birkaç kere Kenan’la konuşurken gördüm. Durumumu soruyordu herhalde. Babam, kendisi gelmediğinden ondan rica etti, bana göz kulak oluyor, diye düşündüm. Kardeşimle haber yollasam iyi olacaktı. Kenan’ı da Fuat amca yüzünden kaybedemezdim.
Evdeki masraflara da zar zor yetişiyordum. Evden çıkarken yanıma aldığım para tükenmek üzereydi. Birkaç sefer kardeşim aracılığı ile annem para yollamıştı bana. Babamdan habersiz tabii. Annem ağlıyormuş sürekli. Kardeşim kendi harçlığından verecek oldu. Olur mu lise çocuğundan para almak? Yalandan vurdum bir tane. Geri koydurdum parayı. Bir yere girip çalışayım, para kazanayım, diyemiyordum. Herkesi tanırdı babam. Mimlenmişimdir çoktan.
Üniversite ise tüm bunların aksine yolunda gitmeye başlamıştı. Arkadaşlarım, zamanla o geceki hatanın bende olmadığını anladılar. Evde kalmadığımı da biliyorlardı. Aramızdaki buzlar eridi. Hani o gün sarışının evine giden çocuk vardı, onun üstüne üç kıza daha yazmış bu deli. O geceyi öyle unutmuşlar ki, kasıklarını tuta tuta, gülmekten kırılarak anlatıyorlardı yaşananları. Sadece sarışına yazan değil hepsinin beğenileri değişmiş bir anda. “Kız cennetiymiş abi burası, bizim sümüklüleri ne yapalım,” dedi bir tanesi. Pelin için bir şey diyen yoktu. Sevindim tabii. Bu süreçte az da olsa ilerletmiştim konuşmamı onunla. Karşılaştıkça birbirimize selam veriyorduk. İçim kıpır kıpırdı hâlâ. Bir yandan baş başa kalsak ne yapacağımı bilmiyor, karşısında kızarıp bozaracağım, diye ödüm kopuyordu. Sınıftakilerin durumu anlaması pek uzun sürmedi. Buluştuğumuz akşamlar plan üstüne plan yapmaya başladılar. Birkaç tanesinin sevgilisi olmuştu bile. Kızlardan da görüş alıyordum bu sayede. Neredeyse benim için uğraşan bir ekip vardı anlayacağınız.
Sevgilisi yoktu Pelin’in. Bildikleri kadarıyla onun için uğraşan biri de yoktu. Pop müziğin hastasıydı. -Buradan onu etkileyebilirsin, dediler.- Bunun dışında resme de çok meraklıydı. Sergi açmak en büyük hayallerinden biriymiş. –Bunu ben de biliyordum. Derste bahsetmişti- Hoppa kızlardan değildi ama ortamlara girmeyi seviyordu. O yüzden elimi çabuk tutmam gerektiğini, söylediler. Üniversiteydi burası. Belli olmazdı.
Öyle içine kapanık, çekingen biri değildim. Ama Pelin’in karşısında dilim tutuluyordu. O yüzden, aşk nedir, derseniz. Birinin karşısında kilitlenip kalmaktır, derim. Bir de karından yükselip gelen iç gıdıklanması var tabii. Kaç kez tuvalete gitmek için kalktım da yolda hiçbir şey yokmuş gibi bir anda geçiverdi. İç gıdıklanması, sen de boksun! Pelin’in arkadaşları da durumun farkındaydı nicedir, anlıyordum. Mutlaka Pelin’e de bahsetmişlerdir, diye düşünüyordum. Yoksa bizi niye yalnız bırakmaya çalışsınlardı?
Evet, yalnız kaldım. Pelin’le ben. İkimiz. Kulağa çok hoş geliyor, değil mi? Ondan ayrıldıktan sonra, bizimkiler sardı çevremi? “Ulen ne konuştun bir saat?” Bir saat mi? Ne bir saati. Beş dakika konuşmadık mı biz onunla? “Biraz daha bekleyemediniz mi, masadan kaldırıyorsunuz hemen.” Neredeyse onlara kızacaktım. Hâlbuki Pelin izin istemişti benden. İyice aptallaşmıştım. Sahi ne konuşmuştuk bir saat? Az biraz hatırlıyordum. Oradan, buradan, lise yaşantılarımızdan, neden üniversiteyi burada okuduğumdan, kışın sert geçtiğinden, az biraz basketboldan, müzikten, resimden… Resim deyince gözleri parlıyordu Pelin’in. Tek tek gösterdi çalışmalarını telefonundan. Hepsine ayrı ayrı yorumlar yaptım. Bir gün görmek istediğimi, söyledim. Öyle hevesli öyle güzel anlatıyordu ki, bir kez daha hayran kaldım ona. Ben tamamdım, bu kızı seviyordum. İyice anlamıştım bunu.
Anlamıştım ve artık harekete geçmeliydim. Aklıma bir fikir geliyordu gelmesine ama nasıl yaparım, bilmiyordum. Rektörlükte bir alan vardı. Çeşitli sanat çalışmalarını sergilemek için kiralanabilen. Diyordum ki, Pelin için burayı kiralayayım, ona sürpriz yapayım, orada açılayım. Çalışmalarını görmek istiyorum, demedim mi bu kıza? Böyle bir sürpriz herhalde onu mutluluktan havalara uçururdu. Tabii eksik olan bir şey vardı: Para. Burası öyle öğrencilerin kiralayabileceği bir yer değildi. Kara kara düşündürüyordu bu durum beni. Arkadaşlarıma açtım bunu. “Çok iyi fikir bu,” dediler. Parayı hiç dert etmiyorlardı. Beş ay hiçbir şey yiyip içmesem ancak ödeyebiliyordum parayı. Ben dert ediyordum yani. Kim bilir ne kadar sevinirdi Pelin. Epey çalışması vardı. Belki buradan birilerinin dikkatini çekecek, yolu açılacaktı. Onunla birlikte sergilere gidecek, bir sürü yeni insanla tanışacak, yeni yeni sergi planları yapacaktık.
Üç dört gün sonra arkadaşlarımla oturuyorduk. Bir anda ne olduğunu anlamadan, sergi alanını kiralayabileceğim parayı, önüme koydular. Neredeyse küçük dilimi yutuyordum! Ne yapmışlar, etmişler, bir şekilde parayı denkleştirmişlerdi. Kiralama gününü bana bıraktılar. Alan sorumlusuyla da görüşmüşlerdi. Bir haftaya ek olarak iki gün eklenecekti. Hepsine teker teker sarıldım, ağladım. İnanır mısınız eve dönmeyi bile düşündüm bu arada. Bizimkileri ne çok özlemiştim. Bizimkiler, “Sergi yapıldıktan sonra hep beraber gidelim,” dediler. “Ellerinden öperiz ailenin. Onların yanına o zaman geçersin.” “Tamam,” dedim. Bu kadar parayı taşımak sıkıntı olabilirdi. Bu yüzden hemen eve gidip bavuluma koydum parayı. Önce Pelin’le konuşmam, ne zaman müsait olduğunu öğrenmem gerekiyordu. Öğrendim de ertesi gün. Artık kiralama kalmıştı geriye…
İyi bir hikâye anlatıcısı değilim, kabul ediyorum. Bu yüzden oradan oraya atlamamı anlayışla karşılamanızı rica ediyorum. Arkadaşlarım, Pelin, Kenan, babamlar… Öylesine karmaşık bir durumun içerisindeydim ki, olayları bu kadar ayrıntısıyla hatırladığıma şimdi bile şaşırıyorum.
Sınıftaki arkadaşlarımla aram düzelince, bu sefer Kenan’la aram açılmaya başladı. BESYO’luyu saymıyordum bile. Haftada iki üç yüzünü görmek yetiyordu. Aslında Kenan’la aram hep böyleymiş. Yalnız olduğumdan fark edememişim bu durumu. Bazı geceler eve gelmezdi Kenan. Bir sevgilisi vardı. Onda kaldığını söylerdi. Benden dolayı sevgilisini getiremediğini açık açık da belirtirdi. Sanki beni davet eden o değilmiş de ben rica minnet gelmiştim bu eve. Sevgilisi olacağını tahmin etmemiş miydi bu adam? Rahatsız olmaya başladım. Bir yandan da düşünüyordum. Ben Pelin’le sevgili olsam, onu buraya nasıl getirebilirdim acaba? Hayali bile mümkün değildi. Evin bulunduğu mahallenin etrafından geçmek bile sıkıntılıydı. Bu Kenan, neyine güveniyordu acaba? Sonunda sorunlar ortaya çıkmaya başladı. İlk olarak etrafı toparlamamaya, yatakları gelişigüzel düzenlemeye, eve gelmeyeceğim zamanlar haber vermemeye başladım. Kenan’ın gözünden kaçmadı tabii bunlar. Bir akşam eve geldiğimde, BESYO’luyla karşıladı beni. Bu sergi alanını kiralayacağım günden önceki akşamdı. Hiç lafı evirip çevirmeden artık evde kalamayacağımı söyledi Kenan. Sanki itiraz edersem, BESYO’lu yumruklayacakmış gibi arkada bekliyordu. Ne yapabilirdim bu adamların karşısında. Zaten onlar beni evlerine almıştı. Bir de Kenan sağ olsun hesaplama yapmış benim için. Koydu önüme. “Bu kadar borçlusun,” dedi sonra. BESYO’lu, sıkıysa itiraz et, dercesine yumruklarını sıkmış, bekliyordu. Kabul ettim ama bana bir süre vermelerini istedim. Elde avuçta hiçbir şey kalmamıştı. “O zaman,” dedi, “bavulun bir süre bizimle kalsın, parayı getirince, alır, gidersin.” Gözlerim bavula kaydı, görebilecekmişim gibi parayı koyduğum keseyi bulmaya çalıştım. “Olmaz,” dedim hemen, “başka bir şey isteyin.” Bu sefer BESYO’lu konuştu. “Paşamıza bak sen, başka şey isteyecekmişiz.” Öyle alaylıydı ki sesi, iğrendim ondan. Zaten hiç hazzetmiyordum bu dunkoftan. Hayır, bırakamazdım bu bavulu burada. Arkadaşlarıma bir kez daha mahcup olmak istemiyordum. Hem bu Pelin’in en büyük hayallerinden biriydi. Bu kadar yaklaşmışken, nasıl vazgeçebilirdim? Ben böyle düşünedurayım BESYO’lu beni, hallaç pamuğu gibi kapının önüne attı. Hayret, hantaldır, diye düşünüyordum. Değilmiş. Dunkof! Mahalle, zaten tekinsiz bir yerdi. Uzaklaştım hemen, mahallenin girişinde bir park vardı. Oraya gittim. Duvarın korkuluklarına dayandım. Korkulukların ardında on beş metre kadar yükseklik vardı. Burası çocuk ölümlerinin meşhur olduğu bir yerdi. Şimdi bali çekenlerin meşhur yeri. Boş kalmıyordu. Bir iki kişi karanlıkların içinden seslenince, oradan da uzaklaştım. Düşüne düşüne arkadaşların evine geldim. Yüzlerine bakacak durumum yoktu. Bu kadar parayı benim için denkleştirmişlerdi, ben de iki serseriye kaptırmıştım parayı. Yarın da ödemeyi yapmam gerekiyordu.
Çaresizdim, dünyanın sonu gelmiş gibiydi. Yolda gelirken düşündüğümün aksine, arkadaşlarım, hiç beklemediğim şekilde beni anlayışla karşıladılar. “Bunların böyle yapacağı belliydi,” dedi bir tanesi. “Gidip saldıralım,” dediler. “Polise haber verelim,” diyen de oldu. Onlar hâlâ bana yardım etmeye çalışıyorlardı. Babamı, annemi düşündüm bir an. Ne diye çıkıp gitmiştim evden, kendi kararlarımı kendim alacakmışım. Peh! Şimdi en büyük boku ben yedim işte. Küçük bir bebek gibi hüngür hüngür ağlamaya başladım. Çaresizliğimi başka türlü ifade edemiyordum. Sonra nereden aklıma geldiyse arkadaşlarıma dönüp, “Ulan,” dedim, “size bir şey söyleyeceğim. Ben o gece yaptım dediğim hiçbir şeyi yapmadım. Bir kızı daha öpmüşlüğüm yok be!” diye bağırdım. Güldüler. Hepsi birden. Ortam yumuşadı, ben de gülmeye başladım.
Sonra, şu sarışına yazan çocuk, sözü aldı. “Önceki dediklerimizin hiçbiri olmaz beyler, hepsi gürültülü işler bir kere, kesin karakolluk oluruz.” Doğru, olmuşlardı. “Benim aklıma bir şey geliyor ama bilmem işin altından kalkabilir miyiz?” Hepimiz susmuş, onu dinliyorduk. Kalkardık tabii. Yeter ki işe yarar bir plan olsun. Sonra bana sordu. “Evin anahtarı yanında mı?” Cebimi kontrol ettim. Yanımdaydı. Akıllarına gelmemişti anahtarı almak. “İşte bu çok güzel. Şimdi dinleyin. Bu gece hayatımızın ilk hırsızlığını yapacağız. Aslında hırsızlık değil bu. Kendimizin olanı alıp çıkacağız.” Olabilir miydi? Neden olmasın. Hemen bir A4 kâğıdı çıkardılar. Kabaca evin etrafını çizdim. Nerede, ne bulunur, yazdım. Tutup tutmayacağı şüpheli bir plan yaptık. Beş kişiydik. Eve ben girecektim. Sarışına yazan çocuk, hemen kapıda bekleyecekti beni. Eğer bavulu tekrar yerine koymadılarsa, salonun ortasında bir yerde olmalıydı. Kenan’ın tekrar odasına götüreceğini zannetmiyordum. Diğeri zaten uğraşmazdı. Diğer iki kişi, sokağı başında bekleyecekti. Bir kişi de sokağa açılan caddeye bakacaktı. Plan açıktı. Anahtarda ben de olduğuna göre gürültü yapmadan girebilirdim eve. Yakalanma durumunda, tekrar konuşmaya geldiğimi söyleyecektim. En fazla bir iki vururlardı. O da böyle bir riske kat be kat değerdi. Asıl çekincem mahalledeydi. Gecenin bir yarısı uyuşturucu çekenlerin, tinercilerin, sarhoşluktan sağda solda uyuyakalanların, evsizlerin yeriydi mahalle. Bu yüzden daha çok, parayı aldıktan sonraki kısım bizim için önemliydi.
Hazırlanıp evden çıktığımızda, vakit gece yarısını geçmişti. Kenan belki de çoktan uyumuştur, diye düşündüm. Diğerini düşünmeye bile gerek yoktu. Uyumasa da olurdu. Mahalleye geldiğimizde bir kişi yanımıza yaklaşırken, bizimkiler hep kişi gitti üstüne. Kaçırdılar adamı. Şaşırdım. Gecenin iyi olacağına dair umudum biraz daha arttı.
Evin olduğu sokağa gelince durduk. Evde tek bir ışık yoktu. BESYO’lu uyumuş olmalıydı. Kenan belki sevgilisinin yanına gitmiştir ya da ben varken getiremediği sevgilisini getirmiştir. Neyse ne. Sessizce yerlerimize yerleştik. İki kişi kapıya kadar, ördek yürüyüşü yapar gibi, geldik. Bundan sonrası bendeydi. Etrafı dinledim. Sessizlik hâkimdi. Anahtarı deliğe soktum. O kadar yavaş hareket ediyordum ki, benim için işlerin burada değiştiğini anladım. Daha önce hiç böyle bir şey yapmamıştım. Sırtımdan aşağı oluk oluk terlediğimi hissediyordum. Şu an bir ses olsa, arkama bile bakmadan, kaçabilirdim. Ama hayır, korkularımın beni ele geçirmesine izin vermemeliydim. Pelin. Pelin’i düşün, diye tekrarladım kendime. Ağır ağır anahtarı çevirdim. Tık. Benim bile zor duyduğum bir sesle kapı açıldı. Yine çok yavaş hareket ederek içeri girdim. Karanlık da olsa neyin nerede olduğunu biliyordum. Bavulun yerini kolayca bulabilirdim. Eğer hâlâ oradan kaldırmadılarsa. Sonra birtakım sesler duydum. Emin olmak için bekledim. Yine aynı sesler. BESYO’lunun odasından geliyordu. Bu saatte canı sıkılmış, porno izliyor, diye düşündüm. İzlesin, benim daha çok işime gelirdi. Hızlı hareket etmeliydim. Dışarısı için zaman yavaş akıyor olmalıydı. Tam bavulumu buldum derken, bu sefer başka sesler duymaya başladım. Konuşma sesleri. Anlamaya çalıştım. Bekledim. Allah’ım duyduklarım gerçek miydi? İçeriden BESYO’lunun, Kenan’ın bir de Fuat amcanın sesi geliyordu! Odanın kapısına yaklaştım. Emin olmak istiyordum. Bir kez daha. Bir kez daha. Onlardı. Demek bu yüzden buraya geliyordu. Kenan’la görüşmesi benimle alakalı değildi. Bu sırada kapıya yaklaşmakta olan birinin ayak sesleri duydum. Şimdi hapı yutmuştum işte. Hızlıca bavulun bulunduğu yere ulaşmaya çalıştım. Bu sırada kablolara takıldı ayağım. Yere düştüm. Büyük bir gürültü koptu evde. Ne oluyor demeye kalmadan, Fuat amcayla göz göze geldik. Hemen fırladım kapıya. Kenan, çoktan bağırmaya başlamıştı. Dışarıya çıkınca, “Kaç, kaç, kaç!” diye sürekli bağırdım. Bizim ekip fırladı önden. Arkalarından da ben. Gücümün son zerresine kadar harcıyordum. Koşarken de düşünüyordum. Ne yapacaktım şimdi ben? Nasıl şahit olmuştum böyle bir şeye? Parka geldim bu sırada. Öyle yorulmuştum ki, hissizleşmişti bacaklarım. Heyecandan planın dışına çıkmıştım. Sonra bir köpek gördüm önümde. Arkasında da her yerinde dövme olan, kolları façalı biri. “Çık paraları,” dedi. Konuya direkt girmişti. Ne parası, hepsi evde kaldı. Nefesimi toparlayamıyordum. Konuşacak halim yoktu. Bu sırada köpekle birlikte üstüme gelmeye başladı façalı. Köpeklerden korkardım. Üstüme geldikçe geri geri gitmeye başladım. Sonunda korkuluklara dayandım. Fazla hızlı gelmiş olmalıydım. Bir anda dengemi kaybedip yüksekten aşağıya, kendi isteğiyle intihar eden biri gibi, düştüm. Sonrasını hatırlamıyordum.
*
Uyandığımda bir hastane odasındaydım. İlk gördüğüm, gözleri yaşlı annem oldu. Hemen doktorlara haber verdi. Babam geldi. Ne kadar özlemiştim onları. O gece için özür diledi, babam. Kendini suçluyordu. İstersem, başka üniversiteye geçiş yapabileceğimi söyledi. “Yok,” dedim, “ben artık buradan ayrılamam.” Sarıldık birbirimize.
Bu durumda olmam bir mucizeymiş aslında. Düşüş pozisyonum hayatımı kurtarmış. Arkadaşlarım anlattı. Benim kaçın, diye bağırmamdan sonra, hızlıca çıkmışlar mahalleden. Bir süre beni beklemişler. Gelmeyince telaşa kapılmışlar. Mahalleye tekrar dönünce, anlamışlar her şeyi. Başımda Fuat amca varmış. Ambulansa o haber vermiş. O olmasa çoktan gitmişim ben öbür tarafa. Oradan geçerken, tesadüf eseri fark etmiş beni. Hikâyemi öğrenince, “Sergi alanının parasını ben karşılayacağım,” demiş. Bizimkilere de biraz harçlık vermiş. Çok gelip gitmiş hastaneye.
O gece gördüklerimi kimseye söyleme niyetim yoktu. “Tesadüf gerçekten de,” dedim.
“Bir de Pelin,” dediler. “Biliyor senin ne için bu hale geldiğini. Sıraya koymamıza rağmen her gün buradaydı.”
Kapı açıldı bu sırada. Pelin içeri girdi. Bizimkiler çıktı odadan. Yine içimi gıdıklayan o his geldi, karnıma yapıştı. Hastane odasında bile rahat bırakmaya niyeti yoktu, sağ olsun.
“İyi misin?” dedi Pelin. “Çok iyiyim,” dedim. Gözlerime baktı. “Teşekkür ederim,” dedi. Sonra hayatımın ilk öpücüğü için eğilmeye başladı.
Tuğrul Karataş
Comments