top of page

Öykü- Vildan Çelik- Delilsiz

Yazarın fotoğrafı: İshakEdebiyatİshakEdebiyat

Bu akşam da her akşamki gibi yine uyandım. Hayır, yanlış duymadınız, gündüzleri uyur akşamları uyanırım ben. Hayattan elimi eteğimi çekip kimseyle konuşmamaya başladığımdan beri böyle bu.

Sağ olsun babacağızım, bir ev ve hatırı sayılır bir miras bıraktığı için çalışmama gerek yok. Kimseye muhtaç değilim. İşsiz adamın tekiymiş, boş gezenin boş kalfasıymış diye de düşünmeyin sakın, ünlü bir avukatım ben yani avukattım artık yapmıyorum mesleğimi uzlet köşeme çekildim. Aldığım son davadan sonra böyle yaşar oldum. Gündüz uyur, gece uyanırım. Böylece kimsenin yüzünü görmek ya da kimseyle konuşmak zorunda kalmam; samimiyetsiz insanlardan, iyi olduğumu görünce mutsuz olan bakışlardan, beni görünce başını diğer tarafa çevirenlerden, iki yüzlülerden uzaklaşmanın tek yolu bu… 

Daha önceleri akşam on gibi uyanırdım. Hazırlandım çıktım diyene kadar saat on bir olurdu. Evde vakit geçirmek zorunda kalmazdım. Meyhane yakın, köşedeki büyük manavı geçince sağdaki ilk sokağın içinde. Eski usul, tahta masalı, tahta sandalyeli, gramofonunda Zeki Müren, Müzeyyen Senar çalan mezesi bol, insanı temiz sıcacık bir yer. Kimse rol yapmıyor. Zaten oradaki herkes ya bir kere küstüğü hayatıyla bir türlü barışamıyor ya da kim bilir kim tarafından yarım bırakılmış hikayesini unutmasa da hatırlamamak için kendini içkiye veriyor. Zevkine içenler de vardır tabii ama bizim meyhaneye gelenler birbirini tanır bilir. Böylesi daha düşmemiştir aramıza onlar eğlence mekânlarındadır. Bizim meyhanede kimse olay çıkarmaz, taşkınlık yapmaz, hatta biraz çakırkeyif olanlar fazladan bir beyefendi bir salon adamı olur. Yürüyerek gittiğimden özellikle kış geceleri çöpleri karıştıran birkaç sümüklü kedi ve uzaklardan ulumalarını duyduğum birkaç köpekten başka rastlaştığım kimse olmaz. Olur a birine denk gelecek olursam başımı önüme eğer hiç görmemiş gibi yoluma devam ederim. Annem sağ olsun çocukluğumda evde bira içerken yakalamıştı da, “Bir daha evde içtiğini görürsem sana sütümü helal etmem, evin bereketini kaçıracaksın oğul,” demişti. Ondandır meyhane telaşım.

Neden bilmem birkaç gündür akşam sekizde uyanıyorum. Sebebini düşündüm de bulamadım. Galiba ne kadar içsem de uyku tutmayan vicdanımın sızısından oluyor ya da vücudum iyice alıştı bu merete artık miktarı kesmiyor. Bugün de saat sekizde uyandım. Madem erken kalktım doğruca meyhanenin yolunu tutmayayım bir kahvaltı edeyim dedim. Çayı koydum, evde çay içmeyeli ne kadar zaman oldu hatırlayamadım. Anamın bakır çaydanlığına uzandı elim, kıyamadım, çelik çaydanlığa doldurdum suyu, altını yaktım. Suyu kaynayıncaya kadar oyalanmak için mutfaktaki televizyonu açtım. Meyhanede yan masalardan duyduğum birkaç lakırdıdan başka dünyada ne olup bittiğinden haberim yok. Birkaç lakırdı da ben edeyim talaşıyla mı yoksa hakikaten mi merak ettim bilemiyorum öylece basıverdim düğmesine. Rahmetli annemin üşenmeden yaptığı gibi bir tost yapayım dedim kendime. Daha vakit erkendi erken olmasına ama birkaç gündür ona kadar yataktan çıkmadım uyumaya çalıştım uyku tutmadı bir türlü. Gözlerimi sıkmaktan başım ağrıdı, düşünceler beynimde meydan muharebesi yaptı. Bir iki saat bu halle tebelleş olduktan sonra yorgun argın gittim de kaç gündür içtiğimden bir şey anlamadım. En iyisi kahvaltı etmek diye düşünmüş olmalıydım. 

Saçım sakalım birbirine karışmış, çay bardağını alırken camlı dolapta kendimi gördüm de evde başka biri var sandım, ilkin bir hopladım. Yansıma da benimle birlikte hoplayınca ben olduğumu anladım. Bardak alma işini yarıda bırakıp kendime iyice baktım. Gözlerimin altı morarmış, yüzümdeki çizgiler saçımdaki beyazlar artmış. Aylar oldu saçıma tarak değmeyeli. Tevekkeli değil her sabah temizliğe gelen kız benim odaya girmiyor benden tiksiniyor zahir. Uyku aramda tuvalete kalkmıştım geçen gün, beni görünce bastı çığlığı bende de hafif sarhoşluk var. “Dur bağırma, benim, ayak yoluna gidiyorum,” diyebildim ancak. “Selim Bey siz misiniz?” diye sordu korkarak. “Benim, benim diyebildim başka kim olacak?” Sallana sallana zor buldum tuvaleti. Geri dönüp nasıl yattığımı hatırlamıyorum ama attığı çığlık hâlâ kulaklarımda.

Bitik halime, hayata küskünlüğüme bakıp da hafife almayın beni. Demiştim ya avukattım ben. Üstelik sözü geçen, hatırı sayılır, gözü pek, lafını esirgemeyen, kurnaz ve bir o kadar da becerikli bir avukat. Ayrıca soylu bir aileden gelen, yakışıklı, kendinden emin bir adamdım. Gizemli görünmeyi de severdim hani. Ne denli farklı bir insan olduğumu küçük ipuçlarıyla hissettirir sonrasında verdiğim bütün ipuçlarını unutturur, zihinlerde soru işareti bırakmaktan mutlu olurdum. Şimdi düşününce bana da saçma geldi ama insanların şaşırıp kalmalarını, kıvranmalarını, hayretle bakmalarını sağlamak hoşuma giderdi. Bir sihirbaz olsaydım duygumu farklı illüzyon gösterileri yaparak tatmin edebilirdim. Fakat bütün ömrümü insanların kafasını karıştırmaya adayamazdım. Çok daha önemli, farklı uğraşlarım vardı benim. Gerçekten farklıydım üstelik insanların niyetlerini, fark etmeden verdikleri işaretlerden anlayabiliyordum. Hünerimi insanları şaşırtmaktan ziyade mesleğimi yaparken kullanıyor ve suçlu olduğuna inandığım hiçbir insanı müdafaa etmiyordum. Çayım kaynadı bile güzelce demledim. Tostumu yaparken kahvaltılık malzeme çıkarıyorum dolaptan. “Bu kadar iddialı bu kadar kendine güvenen bir adam nasıl oldu da bu hale düştü?” diye düşünüp kafa yordunuz mu benim için?

Kahvaltımı ederken gözüm haberlere takıldı. Amaçsızca ağzımda çevirdiğim lokmamı yutmaya hazırlanırken okuduğum altyazıyla birlikte lokmam boğazıma durdu. Okuduklarım aynen şöyleydi. “Ünlü oyuncu Gülsün Ay’ın şüpheli ölümüyle alakalı kocası Edip Haksever gözaltına alındı.” Ne yapacağımı ne düşüneceğimi bilmez bir halde dudaklarımın arasından, “Şükürler olsun,” cümlesi dökülüverdi.

Yutkunmaya çalışırken televizyonda elleri kelepçeli götürülen Edip’le bir zamanlar yakın arkadaştık. Yaşadığım pejmürde hayatıma başlamadan önce aldığım dava onun davasıydı. Bu olaydan sonra insanlara olan inancım ve hünerlerime dair güvencim yok oldu.

Bir gece saat üç gibi Edip’in telefonuna uyandım, sesi ağlamaklı ve boğuk çıkıyordu. Karısının ölüm haberini verirken kelimeler birbirine karışıyordu. “Ölmüş,” dediğini birkaç tekrardan sonra anlayabildim. “Neredesin,” soruma da “Evvv,” ve arkası sıra eklediği birkaç yuvarlamayla da, “deyim,” dediğini çıkarabildim. Alelacele üzerimi giyinip evden çıktım. Vardığımda onu kapının önünde beklerken buldum. İlk başta garibime gitse de bir anlam veremedim. Ne de olsa karısı ölen ya da karısının cesedini bulan bir koca başında bekler ve yanından ayrılmak istemezdi. Fakat Edip Gülsün’e bakmaya dahi cesaret edemiyordu. Eskiden de korkak yapılı bir adam olduğu için üzerine varmadım ve hemen polisi aradım. Gülsün’ün bedeni mutfağın ortasında boylu boyunca yatıyordu. Gövdesi bıçak darbeleriyle delik deşikti, hemen yanındaysa pıhtılaşmaya başlayan bir kan gölü oluşmuştu. Arkadaşımı sakinleştirmeye çalıştım. Eve, beni aramadan hemen önce geldiğini ve karısını kan gölü içinde bulduğunu söyledi. Kayıp bir şey var mı, diye sorduğumda bilmediğini karısının yanından ayrılamadığını söyledi. Kusmuştu bir de, yerlerde bolca kusmuk vardı. Polis geldi, bütün evi kontrol etti, kasa olup olmadığını sordu. Duvarın içinde bir tablonun arkasına gizlenmişti kasa. Tabloyu kaldırdıklarında kasanın kapağı açıktı. Boşaltılmış ve evin içinden de yükte hafif pahada ağır ne varsa alınmıştı. Soygun sırasında eve gelen Gülsün’ün şahit bırakmamak için öldürüldüğüne kanaat edilmişti ki, olay yeri inceleme ekibi ve cinayet masasının gelmesiyle işler karıştı. Emniyet müdürlüğüne götürüldük. Sorgu üzerine sorgu yapılıyor cinayet masası ekibi arkadaşımı suçlamak için elinden geleni yapıyordu. Evli kişilerin cinayetlerinde baş zanlı daima eştir, diyor suçsuzluğuna bir türlü ihtimal vermiyorlardı. İki gün gözaltında kaldıktan sonra mahkemeye kadar salıverildi ve yurt dışına çıkışı yasaklandı. Anlattığı hikâye hep aynıydı. Kavga etmişlerdi. Kavgadan sonra evden öfkeyle çıkmış, şehirde bir tur attıktan ve bir barda bir iki kadeh içtikten sonra eve gelmiş ve karısının cesediyle karşılaşmıştı. Yakın arkadaşımdı ve suçsuzluğuna canı gönülden inanıyordum. Anlattığı her şey birbirini tutuyordu. Polis gittiği barı bulmuş Mobese kameralarından gidiş ve dönüş zamanlarını tespit etmişti. Ölüm saatinin evden çıkışının hemen sonrası olduğu anlaşılıyor bu da arkadaşımın masum olduğunu ispatlıyordu. Anlattığım durumları araştırmak ve mahkeme ispatlamak yaklaşık bir yıl sürdü. Sonunda suçsuz olduğuna dair bütün ipuçları mahkemede kanıtlandı ve arkadaşım beraat etti. Oldukça zengin bir adamdı ve rahmetli eşi oyuncuydu. Dava medyanın ilgi odağındaydı ve her duruşma televizyonlardaydı. Ben de iyi bir avukattım ve medyanın ilgisiyle daha da ünlü bir avukat haline gelmiştim. Fakat içimi kemiren bir kuşku vardı. Daha öncesi hiç bu kadar yakın olmadığım Edip’te garip haller seziyordum. Kusursuz bir cinayet işlenmiş ve suçlu bulunamamıştı. Arkadaşım olabilir miydi? Güvendiğim içgüdülerim ve hünerlerim beni yanıltmış olabilir miydi? Dava sırasında ve dava sonrasında arkadaşımda gördüğüm ani öfke patlamaları içimi kemiriyor kalbim bir türlü huzura ermiyordu. Bir gün emniyetten aldığım dosyanın bir kopyasını ve benim dava dosyamı birleştirip en ince detayına kadar saatlerce inceledim. Eve karısının girdiği zaman belli değildi ve bizim tezimizse hırsızlık yapılırken içeri girdiğiydi. Mobese kameraları Gülsün’ün aracının eve geldiği saati bizim iddia ettiğimiz saatle denk tutuyordu fakat araçta olanın Gülsün olup olmadığı belli değildi. Ayrıca aracın plakası da net değildi. Başka bir aracın en yakın Mobese kamerasına takılmış olma ihtimali göz ardı edilmemeliydi. Eğer evdeyse ve arkadaşım evine, taksiyle, söylediğinden daha erken bir vakitte geldiyse karısını öldürmüş olabilirdi. Kanlı kıyafetlerinden kurtulması ve eve hırsız girmiş gibi gösterebilmesi için on dakika yeterliydi. Gece evine geldiğimde kıyafetinin belirli yerlerinde ve ellerinde kan izleri vardı. “Ne yaptın?” diye sorduğumda, “Sarıldım,” demişti. Ya mavi ışıkla tespit edileceğini bildiğinden karısını öldürdükten sonra ellerini temizlemiş ve üzerini değiştirmiş, dışarı çıktığında kanlı kıyafetlerini atmış ve eve döndüğünde karısının cesedine tekrar özellikle sarılmışsa o zaman kan lekesinin ne zaman olduğunu kimse bulamazdı ve o da bunu biliyor olmalıydı. Öyle zekice kurgulanmış bir plandı ki ne suçsuzluğu ne de suçluluğu ispat edilemiyordu. Eline ne geçecek neden öldürmüş olsun ki diye düşündüğümde, kavga ettik ve evden çıktım deyişini hatırladım. Kavga esnasında kontrol edemediği öfkeyle karısını öldürmüş olabilirdi. Ne yapacağımı bilemiyordum ve onunla konuşmaya karar verdim. Telefonda Nokta Bar'da olduğunu söyledi. Beraat sonrası kendini eğlenceye vermiş, o bar senin bu bar benim geziyordu. Hafif çakırkeyif, gülerek karşıladı beni, uzun uzun sarıldı öptü. Ne kadar kıymetli olduğumu söyledi durdu. Etrafında kendi gibi bir sürü ipsiz sapsız vardı. Susup bekledim, o sırada kendileri için ayırdıkları locaya bir kadının canhıraş girmeye çalıştığını gördüm. En az Gülsün kadar güzel bir kadındı. Locanın girişindeki fedailer kadını içeri almıyorlardı. Yüzünü ekşiterek kadına baktı, içeri almalarını işaret etti. Kadın öfkeliydi, yanına yaklaştı ve hesap sormaya başladı. Aynı anda da çantayla Edip’e vuruyordu. Edip bir anda kalın parmaklarını kadının ince boynuna doladı. Şimdi kadın çırpınıyordu. Üç kişi ellerinden zor kurtardık kadını. Kadıncağız kendini locanın dışına atarken Edip, sıktığı dişlerinin arasından, “Bunların hepsini öldüreceksin,” diyordu. Kolundan tuttuğum gibi Edip’i bardan çıkardım. Hâlâ öfkeliydi, içkinin de etkisiyle ne söylediği tam olarak anlaşılmıyordu. “Ne yaptın sen,” diye bağırdım. Sinirden titriyor, ne yapacağımı bilemez bir halde yanı başında adımlıyor, boğazına sarılmamak için kendimi zor tutuyordum.  “Gülsün’ü de sen öldürdün değil mi?” diye çıkışınca kahkahalarla gülmeye başladı. “Ne saçmalıyorsun sen?” derken kaybettiğimi zannettiğim hünerimin zirvede olduğunu fark ettim. Arkadaşım vücut dili ve mimikleriyle, karımı ben öldürdüm, diyordu. “Ben kendi karıma nasıl kıyarım? Sen ne diyorsun?” diye bağırdığında artık onun öldürdüğünden emindim fakat elimde hiçbir delil yoktu. Bu olaydan sonra attım kendimi meyhaneye ve hatam yüzünden de kendimi affedemedim. Vicdanımı susturmak için her gece sabaha kadar içtim. Gün boyunca da uyudum.

İşte, yine bir gece meyhane için hazırlanırken ekranda okuduğum altyazı kendime olan öfkemi bir nebze dindirdi. Madem son dakika haberiydi televizyonda seyrettiğim şimdi tıraş olup hazırlanmak vakti. Yeni deliller mi buldular yoksa? Taksi şoförü mü ortaya çıktı gidip öğrenmek ve fark ettiğim bütün detayları cinayet masasındaki polislere anlatmak lazım. 


Vildan Çelik

Comments


bottom of page