top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Zabel Yılmaz- Felaketiyle Dolaşanlar

Telefonu kapatalı kaç dakika oldu, bilmiyorum. Yirmi iki derin nefese, kırk altı kalp atışı kaladır bekliyorum. Başımıza gelme ihtimali olan bin bir felaket senaryosu gözümde canlanıyor. Annem içeri girip kiminle konuştuğumu soruyor. “Harut,” dediğimi duyar duymaz havalara uçuyor. Harut adını duyunca kadının yüzünde gökkuşağı çıkıyor, benimse üstüme eşini savaşta kaybeden kadının kara örtüsü örtülüyor.

Annem neşe içinde başlıyor meraklı sorularını sormaya. Nasılmışlar, iyimiymişler...

O iyidir, onun gittiği yerler kötüdür.

“Özledim, gelse de bir görsem,” demiyor mu? Kan beynime çıkıyor. Özlediysen sen gidiver bir zahmet de o gelmesin buralara, demek istiyorum. Demiyorum. Herkesin sülalesi pek kıymetlidir bu evde. Hele ki Harut, kerameti bizim sülaleden menkul.

“Düğünüme geliyormuş yeğenin.”

“Bak ne düşünceli çocuk, o kadar işinin gücünün içinde kalkıp geliyor. En mutlu gününde yalnız bırakmıyor seni.”

Keşke yalnız bıraksa beni.

Camın önüne oturup felaket senaryoları üretmeye devam ediyorum.

Ne olabilir o gün?

Yangın çıkabilir, bomba patlayabilir, deprem olabilir, sel basabilir, hiçbiri olmazsa düğünden iki gün önce savaşa gireriz, müstakbel kocam da dahil sülalenin bütün genç erkeklerini askere çağırırlar. Hatta şu an için gerçeğe en yakın senaryo bu.

Annem mutlulukla tepemde dolanıp Harut’un vefasından, temiz kalbinden bahsediyor. Doğrudur, yalan yok, çok iyi ve temiz kalplidir ama adam bir tarafında felaketiyle dolaşıyor. Doğarken beddua almış derler ya hani, Harut tam olarak öylesinden ama benden başka kimse görmüyor bunu.

İnsan iki saniye içinde hayatının en önemli kararlarından birini verir mi? Ben veriyorum. “Düğün yapmayacağım,” diyorum. Kıyamet kopuyor.

“Harut gelecek diye düğünden vazgeçmek olacak şey mi,” diyor annem.

“Harut geliyor diye değil, başımıza bir iş gelmesin diye,” diyorum. “Anne, bu çocuk niye Suriye’ye gitti?”

“E işini gücünü orada kurdu ya.”

“O zaman sonra niye Lübnan’a gitti?”

“Suriye’de savaş çıktı ya kızım manyak mısın sen? Orada kalıp ölse miydi?”

“Peki, sonra neden Ermenistan’a gitti?”

“Lübnan’da patlama olmadı mı, izledik ya beraber haberlerde, sen de gördün. Lübnan mı kaldı kızım artık? Ekonomik kriz, hükümet istifası derken insanlara günde bir saat elektrik veriliyor. Savaş yerinden beter oldu orası. Daha nasıl yaşasaydı orada?”

“Anne, Ermenistan’da ne oluyor şu anda?”

“Ebenin örekesi oluyor Linda. Röportaj mı yapıyorsun kızım? Kafanda senaryo üretmekten vazgeç, kuzenine de bakış açını değiştir artık. Sana kalsa savaşı da Harut çıkardı diyeceksin. Hasta mısın kızım sen?”

“Neyse, bu aralar savaşa bir süre ara verilebilir, yeğenin bu akşam iş için Ukrayna’ya gidiyormuş, oradan da düğünüm için buraya geçecekmiş. Kıçında felaket dağıta dağıta dolanıyor ülkeleri, bakalım buralara gelince ne olacak? Ara söyle, gelmesin, düğün günü başıma iş gelsin, sevdiklerime bir şey olsun, ülkemde felaketler dolansın istemiyorum. Baş belası, cins herif.”

“Yok artık Linda, ağzını topla.”

“Söyle, o kıçını toplasın, kara bela gibi dünya turuna çıkmasın,” deyip odamın kapısını çarpıyorum suratına. Şimdi küfürler havada uçuşacak sonra da iki gün trip atılacak.

Hüzünle yatağıma bakıyorum, bu yatakta yayamın koynunda uyuduğum günler geliyor aklıma ve Harut’la tanıştığımız ilk gün… Teyzem, dedemin rızası olmadan eniştemle evlenip yurt dışına kaçtığından yıllarca görmemiştik onu. Dedem yıllarca affetmeyip yok saymıştı kızını. Ne zaman dedem rahmetli oldu, teyzem o zaman dört yıl boyunca sadece varlığından haberdar olduğumuz Harut’u kucakladığı gibi geldi. Her gece koynunda uyuduğum yayam o gece Harut’la uyumak istedi. “Bu gece de onu yatırayım koynumda, yarın yine seninle uyuruz, oldu mu Lindam?” demiş, yanağıma da beni kıskançlıktan hüzünlere boğduğu için karşılığını vermediğim bir iyi geceler öpücüğü kondurmuştu.

Ertesi sabah uyanmadı. Uykusunda geçirdiği kalp krizini dedemin vefatının yasına; teyzemin, torununun hasretliğine bağladılar tabii. Harut efendi yine bir adımına, bin nefes kesmişti ama benden başka kimse bu belayı da ondan bilmedi.

Yetmedi Harut efendiye. Birkaç sene sonra teyzem, Harut ve eniştemle birlikte Türkiye’ye kesin dönüş yaptı. Harut’u da gittiğimiz okula yazdırdı. Neymiş? İçe kapanıkmış, kuzenleriyle aynı okulda okursa kendini yalnız hissetmez, açılırmış. Adamın okula geldiğinin ertesi günü yangın çıktı. Hepimiz başka okullara gitmek zorunda kaldık. Onu yalnızlıktan kurtaracakken biz farklı okullara dağılıp yalnızlaştık. Daha çocukluğundan belliydi bu adamın ne olacağı.

Hayatıma geldiği gün tüm hayatımın içine sıçan Harut değil de benmişim gibi azarı da küfürü de ben yiyorum. Annem kapının önünde bağıra çağıra söylenmeye devam ederken ben odamda volta atıp duruyorum. Harut’u kafamda aklamak istiyorum. Kıçıyla yıka yıka geçtiği ülkelerden bizi mutlu etmek için getirdiği hediyeleri filan düşünüyorum ama olmuyor.

İsteyen istediği kadar kapı arkalarında yırtınsın, “Ya o gelmeyecek ya da o düğün olmayacak!” diyorum son kez anneme. Ertesi günün akşamına kadar birbirimizin yüzüne bakmıyoruz. Bu sefer ben de trip atıyorum. Evde iç savaş rüzgarları esiyor. Daha kendi gelmeden belası geliyor işte, tabii bunu anneme yine anlatamıyorum.

“Harut varmıştır Ukrayna’ya,” diyor annem babama akşam yemeği sofrasında, “geldiğinde mantı açayım çocuğa, çok sever benim mantımı.”

Aklınca bana laf sokuyor. Sinirle kalkıyorum sofradan, sofradaki konuşmaları duymamak için televizyonu açıyorum. Kanallara bakmadan hızlı hızlı geçiyorum bütün hırsımı kumandanın tuşlarından çıkararak. Son dakika haberi gözüme çarpıyor bir an, iki tuş geri basıyorum.

SON DAKİKA

“Rusya Ukrayna’ya saldırı başlattı.”


Zabel Yılmaz

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

コメント


bottom of page