top of page

Öykü- Zeynep Şahin- Şapkadaki Tavşanlar

  • Yazarın fotoğrafı: İshakEdebiyat
    İshakEdebiyat
  • 10 Nis
  • 9 dakikada okunur

Karnımda tuhaf bir sancı peydah oldu. Geceydi. Apandisitten şüphelendim. Kardeşime de böyle olmuştu küçükken. Yalnızdım. Acil servisi aradım. Ambulans çok geçmeden geldi. En yakın hastaneye götürdü beni. Gözümü açabilecek gibi değildim. Bir sürü tetkik yapıldı sanki, ne olduklarını hatırlamıyorum.

Kendime geldiğimde yeşilli çarşaflarla örtülüydüm. Bir bebek uzatıp, “Gözün aydın oğlun oldu,” dediler. Nasıl yani diye düşünürken kucağıma aldım. Beyaz yüzlü minnacık bir yavrucaktı. Kıpırdanmaya başlayınca rüya olmadığını anladım.

“Ben hamile değildim ki. Karnım ağrıyordu. Apandisit diye geldim,” dedim.

Kadınlı erkekli tepeden tırnağa koyu yeşil giyinmiş sağlık personeli hayretle bana baktı. “Olur mu öyle şey, çok sancın vardı. Kendini kaybettiğin için mecburen sezaryene aldık, işte bebeğin,” dediler.

Gözlerini bana ve bebeğe dikmişlerdi. Yeşil örtülerle bohça gibi sarılı bebeği kutsal bir emanet gibi tutmaya devam ettim. Ben de onlara bakıyordum. Söyleyecek bir şey arıyordum, bulamıyordum.

En son sevişmemin üzerinden dört ya da beş ay geçmişti. Artık görüşmüyorduk bile onunla. Hem her ay düzenli regl de olmuştum. Nasıl hamileydim? “Ben hamileymişim, tebrikler baba oldun desem,” inanmaz ki. En iyisi onu aramamak! Peki, ben bu bebeği neremde taşımıştım. Son zamanlarda beş, altı kilo almıştım ama ben her kış o kadar kilo alır, yazın verirdim. Hamileler dev gibi oluyordu, benim öyle bir görüntüm yoktu.

Başımda dikilen ekibe, “Bakın bir yanlışınız var. Ben hamile değildim ki nasıl doğum yaptım?” dedim bir kez daha.

Kıdemini grubun en önünde durarak belli eden yaşlıca bir kadın, “Böylesini de yeni gördük,” derken başını sağa sola çevirdi devamında “cık cık cık” sesi duyuldu.

Kendini göstermek ya da hocasının gözüne girmek için olsa gerek grubun en genci benimle ilgilenmeye başladı ve bebeği kucağımdan aldı.

“Anneşi, bakşana ne kadar tatlı.”

Bana bakmaya bile tenezzül etmeden devam etti, “Annesi bir yakınınız yok mu, arayalım. Babası nerde?”

Verebilecek bir cevabım yoktu. “Bu bebek benim değil!” dedim.

Grubun lideri bu sahneyi daha fazla uzatmadan, “Bir psikiyatri konsu isteyin,” deyince diğerleri defterine bir şeyler yazdı ve hep birlikte başka odaya gittiler.

Genç doktor benimle odada kaldı. Bebek kucağında yatağımın yanında duran sandalyeye oturdu. “Kaç yaşındasınız?” dedi.

Cevap veresim yoktu. Çakmıştım mevzuyu. Bana bebek iteleyeceklerdi. Kim bilir kimin çocuğuydu! Üniversitedeyken yaptığım bir otobüs yolculuğu geldi aklıma. Adana’dan Ankara’ya geliyorduk. Yanımdaki kadın bana ne iş yaptığımı sorduğunda öğrenciyim demiştim. Benim de ona ne iş yaptığını sorma hakkım doğmuştu. Garsoniyerim demişti. On yedi yaşın verdiği hayat tecrübesiyle, kadın garsona garsoniyer deniyor diye düşünmüştüm. Yanlış anladığımı fark edince konsomatristim diye eklemişti. Çocukları ve annesi Adana’da yaşıyor, kendisi Ankara’da çalışıyormuş. Çocuklardan birisini kendisi doğurmuş, diğeri bir arkadaşınınmış. Arkadaşı bebeğini bunun evine bırakmış, kaçmış. Bir daha arkadaşına ulaşamamış ama bebeğe de kıyamadığı için bakımını üstlenmiş. Peki, şu anda bana kimin bebeği veriliyordu. Ne yapacaktım ben?

Ona mesafeli bir bakış attıktan sonra, “Otuz,” dedim.

Cevap vermemden yüz bulup ikinci soruyu yapıştırdı. “Evli misiniz?”

Tavırlı bir ses tonuyla, “Bekârım,” dedim.

“Hımm anladım,” derken dudaklarını büzüştürüp kaşlarını kaldırdı.

Bebeği bunun için reddettiğimi düşündüğüne her türlü bahse girerdim. Bebek kucağında odadan ayrıldı. Yeşil çarşaflara iyice sarındım. Tepemde yavaş yavaş serum damlıyordu. Alt karnımdaki yara yerine dokundum. Uyuşuk gibiydi. Gözlerimi kapatıp biraz dinleneyim dedim. 

***

Yeni asistan Yeşim, az önce doğum yaptığı halde, “Bebek benim değil, hamile değildim,” diyen kadının bebeğiyle koridorda bizi bekliyordu. Benim gibi insanların hikâyelerinden bıkmış değildi.

“Abla kadın bekârmış. Cidden hamileliğini fark etmemiş olabilir mi?” dedi. 

Yeşim’in heyecanına ses etmedim ama vizite de devam edemedim. Tüm asistanlara benimle gelmelerini söyledim. Desk'in arkasındaki sekreterliğe oturduk, kapıyı kapattık. Floresan ışık vurdukça gözlerimin yorgunluğunu hissediyordum. Bir gün olsun nöbetim vukuatsız geçmemişti. Asistanlarıma döndüm. “Sizce bu kadın niçin bebeği reddediyor olabilir?” dedim. Kısa bir sessizlikle kimse benimle göz göze gelmek istemeyerek düşünüyordu. “Herkes fikrini söylemekte özgür, evet dinliyorum,” diye grubu cesaretlendirdim.

Asistanlarımdan biri, “Lohusa sendromu olabilir,” dedi.

“Akla ilk gelen bu. Devam edin.”

Kucağındaki bebekle bir sırrı çözmüş gibi heyecanlı Yeşim, “Bence bu kadın tecavüze uğramış olabilir. Gebeliği boyunca psikolojisi olanları da gebeliği de reddetmiş olabilir,” dedi.

“Mümkün. Fakat regl oldum diyordu.”

“Kanama bozukluğu nedeniyle arada bir kanama olmuştur, kan vajenden değil de herhangi bir nedenle üretradan geliyordur. O da regl oldum sanıyordur,” dedi bir başkası.

“Başka diyecek bir şeyi olan var mı?”

Asistanlarım sessizliğe bürünmüştü. Benden konuya açıklık getirmemi bekledikleri belliydi.

“Söylediklerinizin hepsi mümkün fakat Türkiye’de kadın doğum hekimliği yapıyorsanız, işiniz doğum yaptırınca bitmiyor. Birbirinden ilginç vakaları görebiliyorsunuz. Gizli doğum yapmış kadınların şuraya buraya gömdükleri bebekler gerçeği konuşulmasa da var,” dedim. Yutkunup devam ettim. “Şu anımı hiçbir zaman unutamıyorum. Asistanlığımda acil rotasyonundaydım. Bir hasta geldi rektum sarkması var dediler, muayeneye gittim. Genç hafif şişman bir kadının poposundan bir şey sarkıyordu. Ambulanstakiler makatın dışkılama sırasında dışarı çıktığını düşünmüş. Kadın şoktaydı. Zihinsel engeli mi vardı anlayamadım. Sadece, ben kötü bir şey yapmadım, diye aynı şeyi tekrarlıyordu. Muayene için pijamasını sıyırdım. Bacaklarının arasında bir beze sarılı bebek ölmüştü. Birisi mi koymuş, kendisi doğumu evde mi yapmış, bilemedim. Sosyal hizmetler ve hastane polisi olayı devraldı. Meselenin akıbetini takip etmedim. Yani bu tür vakalarla karşılaşabilirsiniz.”

Asistanlarımdan çıt çıkmadı. Erkek olanlardan biri, “Hocam, gebelik takibi sırasında bebek downlu, aldırmanızı öneririm dediğimde kadınlar kıyameti koparıyor. Ben anneyim, hamilesin denildiği anda hormonlarım değişti, diye başlıyorlar ağlamaya. Fakat istenmeyen bir gebeliği sonlandırmaya gelenler de annelik hormonları çalışmıyor mu nedir? Şundan bir kurtulayım derdinde oluyorlar. Olayın meşruluğu acıyı yaşamayı bile etkiliyor,” dedi.

“Öyle dedim,” kısık ses tonuyla. “Haklısın.”

Keşke devlet tüm yetkileri bize verseydi. Kaç senedir anne olmak için tedavi gören kadınlar vardı. Her defasında hayal kırıklığı! Şimdi içlerinden en çok anne olmak isteyeni arayabilseydim. İstenmeyen bebek çıktı, gelin alın diyebilseydim ama nerde? Arayacaktık sosyal hizmetleri, sevgiye aç çocuklar büyüyecekti.

“Yeşim, bebeği al, sen benimle gel. Siz vizite devam edin. Diğer hastalarla ilgili önemli bir problem olursa bana danışırsınız. Şu kadının odasına bir daha gidelim,” dedim.

***

Kapı bir iki kere tıkladıktan sonra açıldı. Demin ki grubun yaşlısı, çömeziyle beraber odama girdi. Genç olan kucağındaki bebeği odadaki beşiğe yatırdı. Yatağımın yakınındaki sandalyelere oturdular. Büyük olan önce boğazını temizledi. Ellerini dizinin üstünde kenetleyerek sordu.

“Nasılsınız?”

“İyiyim, ağrım yok gibi,” dedim.

Kısa bir sessizlikle beni süzdü:

“Ne iş yapıyorsunuz?”

“Yaşlı bakım evinde sosyal hizmet uzmanıyım.”

“Ambulans sizi getirdiğinde doğum süreci başlamıştı, sağlıklı bir doğum yaptınız. Biliyorsunuz değil mi?”

Psikiyatri konsu da demişti. Yine benim değil diye diretsem beni akıl hastanesine attırır belli! “Ben hamile olduğumu bilmiyordum,” diyebildim.

“Bebeğe bakamayacaksanız sosyal hizmetleri arayacağız. Kendiniz de süreci biliyor olmalısınız!” dedi.

Bakıp bakamayacağımın kararını verecek ya da bunun muhakemesini yapacak halde değildim. Farkına bile varamadığım bir gebelikten bebeğim olmuştu.

“Benim her ay kanamam oluyordu,” dedim.

“Kimi pıhtılaşma bozukluğu gibi hastalıklarda zaman zaman kanama olabiliyor. Bilemiyorum sizin öyle bir hastalığınız var mı? Belki düşük tehlikesiyle kanama oldu da siz adet sandınız! Belki de bekâr bir anne olarak durumu anladığınızda psikolojiniz inkâr etmiştir. Hamilelik boyunca çok kilo almayarak, durumunuzu toplumdan gizlemek için bir hamle yapmış olabilirsiniz. Yaşadığınız şoku anlamak için varsayımlarda bulunuyorum tabii. Sonuçta sağlıklı bir doğum yaptınız.”

Önce kendimden sonra herkesten gizli bir hamilelik geçirmişim. Arada yığınla ilaç içtim, kafayı bulduğum günler de olmuştu. Ya bebeğe zarar verdiyse bunlar?

“Çok plansız doğdu. Ona bakmak için hazır değilim. Beni anlıyorsunuz değil mi?”

“Babasından yardım alabilirsiniz. Evli olmamanız çocuğun bir babası olmadığı anlamına gelmez, öyle değil mi?”

Uzun zamandır hayatımda olan biricik aşkım bir gün annesinin hastalığı nedeniyle Diyarbakır’a gitmişti. Akabinde de annesinin vasiyeti üzerine dayısının kızıyla evlenmiş, sağ olsun bir mesaj yoluyla bana da haber vermişti. Sonrası, Aradığınız kişiye ulaşılamıyor, sendromu. Tam olarak başıma gelecek olanı en yakın arkadaşım Sezgi daha en başında söylemiş uyarmak için elinden geleni yapmıştı. 

“Kürtler, başkasının kızlarıyla sevgili olur, gider emmisinin kızıyla evlenir.”

Gel gör ki şapkadan çıkan tavşan misali anlamamıştım ona nasıl âşık olduğumu. Birden bire terk edilince de sindirememiştim. Hele ona ulaşamamak ayarlarımı iyice bozmuştu. Oradan oraya savruldum. Hayatıma kısa süreli birileri girip çıktı. Son birlikteliğimin üzerinden epey geçse de öncesinde daha hareketli aşk hayatım olmuştu. Çocuğun babasını kestiremiyordum. 

“Ara ara sevgilim oluyordu. Şimdi kimse yok hayatımda,” dedim. Kadının yüzüne bile bakamıyordum. Başımı önüme eğmiştim.

“Anlıyorum sizi. Sabaha kadar düşünün bir sonuca varırsınız. Şimdi emzirme hemşiresi gelip size eğitim verecek,” dedi ve odadan ayrıldı. Hemen arkasından yürüyen çömezi kapıyı kapatırken bir bana, bir bebeğe baktı.

Yastığımı dikleştirip oturdum. Bebek beşikte uyuyordu. Olanları hala idrak edemiyordum. Ne yapacaktım şimdi ben? 

Kısa bir süre sonra kapı tıkladı, içeri kısa boylu, güler yüzlü, emzirme hemşiresi girdi. Hızlı bir, “Merhaba,” dedikten sonra beşikteki bebeği kucaklayıp tam karşımda durdu. “Annesi memelerini aç, ”dedi. Çıtçıtları tutmayan hasta önlüğünden memelerim zaten açılmıştı. “Şu kahverengilerin hepsi bebeğin ağzında olacak. Bir damla süt olsa bile çeker,” deyip bebeği mememe yapıştırdı.

Memem kupkuruydu. Hiçbir şey çıkmıyordu. Eğer bu bebeği ben doğursaydım, sütüm kendiliğinden akmaz mıydı? Epeyce uğraştıktan sonra bende süt olmadığına ikna oldu.

“Annesi ara ara denemeyi unutma. Şimdilik mama deneyelim. İki saatte yirmi milim vereceksin,” dedikten sonra hokus pokus yapmış gibi elinde beliren enjektörün iğne kısmını çıkartıp bebeğin ağzına dayadı.

“Yavaş yavaş vereceksin, bebek dik olacak, asla oturtma. Zamanla senin sütün de gelir, bol su iç,” gibi şeyler söyledi.

Beslenmesi bittikten sonra bebeği omzuna yatırıp belini sıvazladı, “Bak annesi her beslenme sonrası böyle gazını çıkarıyorsun,” diyerek göstermeye devam etti. Beşiğe yatırdı. Hiçbir şey söylememe fırsat vermeden, “Bir sonraki beslenmesini sen yapacaksın, ben bakacağım,” deyip odadan çıktı.

O çıkar çıkmaz başımı yastığa koydum uyudum. İki saat sonra tepemde ışıklar yandı. “Annesi kalk hadi, bebeğin beslenme zamanı,” dedi gecenin yarısında bile gülümseyerek.

Uzattığı yirmi milimlik enjektörü çocukken beslediğim kedi yavrularını hatırlayarak bebeğin ağzına dayadım. Bu böyle sabaha kadar devam etti. Bir ara bebek ağlamaya başladı. Kucağıma aldım susmadı. Gece gece gülümseyebilen hemşirenin yanına gittim.

“Bu ağlıyor, susmadı.”

“Altına baktınız mı?”

Çaresizce yüzüne bakınca, “Siz odanıza geçin, bez alıp geliyorum,” dedi. 

Altını nasıl temizleyeceğimi de eğitimlerim arasına kattı. Belki müfredatta “bebeği kabullenme ya da” ya da “bu çocuk senin” eğitimleri de olmalıydı ama ne yapsın kadıncağız böyle bir senaryo pek görülür şey değildi.

Sabah erkenden garsonun köpük tabldotta dağıttığı kahvaltımı bitirdim. Çıtçıtları sürekli açılan hastane önlüğünü çıkarıp evden gelirken üzerimde olan elbiselerimi giymiştim. Doğrulurken karnım acıyordu ama daha iyiydim. Geceki ekip toplanmış, odama geldiler.

Grubun kıdemlisi, “Toparlandınız mı biraz? Bebeği size ait hissediyor musunuz?” dedi.

Yutkundum. “Daha iyiyim,” dedim.

“Gün içerisinde sizi taburcu etmem gerekiyor. Neye karar verdiniz?”

Bir müddet sustum. “Bana biraz daha zaman verseniz?”

“Peki, bugün de kalın hastanede. Bu arada size yardım edebilecek bir yakınınızı arayın gelsin. Karar vermenize yardımı olur.”

Cevap beklemeden odadan çıktılar. Bebeğin beslenme saati gelmişti. Hemşirenin bıraktığı mamayı hazırladım, besledim. Gazını aldım, yatırdım. Bebek benim miydi sanki? Sosyal hizmetleri arasalar ne olacaktı ki? Manipüle ediyorlardı beni. Kendinden emin, otoriter biri bu böyle, şunu şöyle yap dedi diye nasıl da boyun eğdim hemen. Gece boyunca bebeği besledim durdum. Şimdi şu kapıyı açıp sıvışıp gitsem ne olacak? Devlet memuruyum ama kaydım kuydum her türlü bilgim ellerinde. Sosyal hizmet uzmanı bekâr anne bebeği hastaneye bırakıp kaçtı, diye haber yapsalar tüm Türkiye’nin diline düşerim. İnsanı çelişkiye düşürüyorlar. Bir yandan koskoca doktor yalan söylemez gibi geliyor. “Dün sezaryenle doğurttuk seni,” dedi ya işte. Hamileliğimi fark etmeme nedenlerimi anlattı sonuçta.

Telefon rehberinde elim gezindi. Annemi ya da kardeşlerimi arayamazdım. İyi ki bugünlerde dedemin hastalığı nedeniyle il dışındaydılar. İş arkadaşlarım da olmazdı. Allahtan yıllık izindeydim. Şimdiye iş yerinden ararlardı, “Neredesin? Bu gün gelmedin, gerekçe de bildirmedin…” diye. Ne diyebilirdim? 

Baba olarak ilk kimden şüphelensem de önce onu arasam? Beş ay öncekini geç, o değildir. Kimileriyle barda tanıştım… Gördün işte depresyonlara girmeyi, dolup taşmayı! Canım Nurcan’ım o kadar uyarmıştı. “İstiyorsan yaşa gitsin, günün birinde ölüp gideceğiz. Fakat ölümlü dünyanın dirimli tarafının bin bir türlü hali var, ne kadar sarhoş olursan ol, tedbirini al! Bir hastalık kaparsan geri dönüşü yok,” demişti. Ben de kendimi çok kaybettim çok. Yoksa dayı kızına varan arkadaşın hediyesi olmasın bana! Olur mu olur ha! Şimdi ne yapmalıyım, peki? Telefon rehberinde elimi tekrar gezdirdim. Başıma gelenleri hiç gizlemeden, araya yalan sıkıştırmadan anlatabildiğim tek arkadaşım Nurcan’ı aradım. Yeni doğmuş bebek kıyafetleri ve battaniyesi alıp acilen hastaneye gelmesi gerektiğini söyledim. Devamını gelince anlatacaktım.

İki saat sonra elinde eşyalarla Nurcan odamdaydı. Bir bebeğe, bir bana baktı.

“Olanları ben de tam olarak anlayabilmiş değilim,” dedim, “akşam acile karın ağrısıyla geldim, hamileymişim.”

“Bu söylediklerinde ciddi misin? Yoksa babası destek çıkmadığı için mi böyle konuşuyorsun?”

“İnan ben de şoktayım. Dokuz ay öncesinden, hatta son beş aya kadar hayatım epey renkliydi biliyorsun ki. Şimdi ben kimi babası sanayım? Karnım ağrıdı hastaneye geldim, doğurdum desem hangisi inanır! Bir grup erkeği tutup kolundan DNA testi yaptırmam gerekecek.

“Peki, şimdi ne yapacağız,” derken yatağımın ayak ucuna çöktü. “Teyze olmayı sindiremedim daha.”

“Benim de sindiremediğim çok şey var da! Çocuk esirgemeye vermeyeceğim bebeği. Bundan sonra saklambaç oynayarak yaşayacağız.”

Bilhassa annemden saklamalıydım. Kardeşlerime belki bir ara söylerdim. Kucağımda gördüklerinde arkadaşımın bebeği derdim. Benim miydi sahiden? Raporumu iş yerine Nurcan’la yollayıp gelecek telefonları açmamalıydım. Ötekiler değilse bile birim sorumlusu, kesin ne sebeple aldığımı görür. Ondan, bundan, en yakınımdan, en uzağımdan gizlemem gerekecek yavrumu. Tayin zamanına kadar sürekli rapor alsam sonra da başka ile tayin isterim.

 “Nurcan, işleri yoluna koyana kadar sana taşınabilir miyim?” dedim.

“Tabii ki deli misin? Anneni birlikte oyalarız.”

“O zaman doktora söyle bizi taburcu etsin.”

Bebeğimin yüzüne baktım. Nasılda güzel uyuyordu. Mememden ılık şey aktı. Gerçekten anneydim ben, sütüm kazağımı ıslatmıştı.

***

Odamın kapısı bir iki tıkladıktan sonra açıldı. Zayıf kumral bir kadın, “Hocam merhaba, ben dün gece doğum yapan Gizem’in arkadaşıyım. Taburcu edebileceğinizi söylemişsiniz. İşlemleri ben yapabilirim,” dedi. 

“Şöyle gelin, oturun,” dedim. Geceleri açılıp yatak olabilen, üzerinde oturduğum kanepenin kalan boşluğunda yer gösterdim.

“Hocam rahatsız etmeyeyim,” dedi.

“Yok etmezsiniz, buyurun,” dedim.

Çekinerek geldi oturdu.

“Açık olmak gerekirse arkadaşınıza dair kaygılarım var. Bebeğe bakabilecek mi sizce?” dedim.

“Şimdilik herkesten gizleyeceğiz. Bende kalacaklar. Allah’ın işine sual olmaz ama epey sürpriz oldu bebek. Yine de hoş gelmiş. Bakacağız bir çaresine hocam.”

İçime ferahlama geldi. En azından bebek kabul görmüştü. Kendimi düşündüm. Yaşım elliye dayanmıştı. Yıllar boyunca bir sürü kadının bebeğini doğurtmuş ama bir kere bile gebelik yaşamamıştım. Gebe kalma becerisine sahip olmadığımdan değildi bu durum. Şimdiye kadar hiçbir ilişkiyi evliliğe kadar götürememiştim. Toplum standartlarında bir ilişkim olsa ben de bebek yapardım. Yaşam ve iş tempom bebek bakmaya zaman ayıracak gibi değilse de hormonlarım zaman zaman alarma geçiyordu. Lakin aldırış etmiyordum. Şu Gizem benden daha mı şanslı ne. Kadının yüzüne baktım.

“Sizin gibi bir arkadaşı olduğu için arkadaşınız çok şanslı,” dedim. “Ben dosyasını kapatıyorum, hasta kabule gidip taburculuğunu yaptırabilirsiniz.”


Zeynep Şahin


Comments


bottom of page