Armağan Can Yazdı- Mevsimlere Yazılan Öyküler- Mesut Barış Övün’ün “Neyse ki Günler Uzadı” Kitabı Üzerine
- İshakEdebiyat
- 1 dakika önce
- 3 dakikada okunur
Mesut Barış Övün’ün mevsimlerle soluk alıp veren on iki öyküsünden oluşan “Neyse ki Günler Uzadı” kitabı, 2025 yılında İthaki Yayınları’ndan çıktı. Günlük hayatın içinden sızan ince duygularla örülü bu metinler, deneme tadı da veren, şiirsellikten uzak ama şiir gibi okunan diyaloglarla örülmüş bir dille kurulmuş. Her biri tek başına bir sezgiyi taşıyan bu kısa öyküler, anlatı ile deneme arasında gidip gelen türün sınırlarında geziniyor.

Mesut Barış Övün, Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dil Bilimi bölümü mezunu. Halen Sakarya Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulu’nda görev yapıyor. Öykü, deneme ve şiirleri çeşitli dergilerde yayımlanıyor. Parşömen’de “Günizleri” başlığıyla bir online edebiyat günlüğü tutuyor. “Salınımlar” adlı bir romanı da bulunan yazar, insanın iç dünyasını gündelik yaşamın olağan ritminde arayan bir kalem. Şiire yaklaşan dili ve karakterlerine tanıdığı iç sesle, günümüz öykücülüğünde kendine özgü bir yer ediniyor. “Neyse Ki Günler Uzadı” bu iç sesin mevsimlerle birlikte derinleştiği, duygu yüklü bir kitap.
Okuyucuyu mevsimlere çeken, bunu sadece düşen kar, rüzgâr, yağmur ya da kemikleri ısıtan bir güneş ışınıyla sınırlamayan, hayatın yeniden canlandığına, zamanın geçişine, her şeyin değişmesine ve eksikliklerin fark edilişine duygusal anlamlar da yükleyen bir anlatı var karşımızda. Bu öykülerde mevsimler yalnızca doğanın değil, insanın içindeki geçişlerin de işaret fişeği gibi çalışıyor: Soğuyan ilişkiler, açılan hafızalar, değişen anlamlar…
Kitap boyunca zaman neredeyse elle tutulur hale geliyor. Günlerin uzaması yalnızca mevsimsel bir değişim değil, aynı zamanda bir insanın iç dünyasında da yankılanan bir açılma, bir ferahlama. Bu değişim, her metinde bir pencere gibi açılıyor okurun önüne. Duygular mevsimlere bürünüyor. Hangi mevsimde geçtiğini anlamadığımız bir öykü yok. Mevsimlerin yanı sıra dünya konjonktürü ve ülke gündemi de belirgin. Yolculuklar, cenazeler, dükkânlar, mutfaklar, hastane bahçeleri, kahvehaneler… Mekânların sesi bile duyuluyor adeta.
Mesut Barış Övün’ün dili yumuşak, ölçülü ve yer yer neredeyse bir fısıltı gibi. Anlattıkları yüksek sesli değil ama çok derin. Süslü cümlelerden uzak, her kelimesi yerli yerinde. Sözcükleriyle bir atmosfer kuruyor, acele etmeyen bir zihin sunuyor okura. Yazar, büyük duyguların değil, küçük anların, kırılgan temasların, sezgisel fark edişlerin izini sürüyor.
“Şimdi Ne Yapmalı” öyküsünde geçen bir diyalog, kitabı okurken bana kılavuz oldu:
“… sen orada güzel bir fotoğraf görüyorsun, ben baktığımda otuz yılı görüyorum, başkası bakıyor başka bir şey görüyor!”

Galiba bir öyküyü kıymetli yapan, okuyucunun ne gördüğü. Hiçbir şey hissettirmeyen, içimizdeki bir noktaya dokunmayan öyküler sadece teknik başarıyla sınırlı kalıyor ve unutuluyor. Bu noktada, yazarın her karaktere, kısacık bir cümle dahi olsa yüklediği anlam, anlatıştaki sahicilikle birleşince, öyküler bir yerden mutlaka okuru yakalıyor.
Anne babasıyla odasına çalışma sandalyesi almaya giden on yaşındaki çocukta da, dükkândaki iki yaşlı adamda da kendimden bir şeyler buldum. İsmini de en çok sevdiğim öykü olan “Biz Buna Üzülmeyiz” üç sayfadan oluşan oldukça sıradan bir konunun işlendiği bir metin. Ama sandalyeyi almaktan vazgeçip dükkândan çeşitli bahanelerle çıkan müşterilere ustaların verdikleri bir cümlelik cevap ile olay derininde çok daha fazlasını anlatan bir öyküye dönüşüyor.
“Zaman sadece insanların değil, sözcüklerin de içini değiştiriyor.”
“Görüntüler” öyküsünde kahramanımız, çocuklardan birinden duyduğu bir kelimenin, diğer çocuklar tarafından da kullanıldığını ve bu kullanımın kelimenin anlamından uzak olduğunu fark edince, sözcüklerin yeni anlamlar kazandığını öğreniyor. Bir sonbahar gününde eşiyle ansiklopedi savaşlarına başlayan Nazlı’yla beraber okuyucularda değişimin nerelerde olduğuna şahit oluyor.
Öykü başlıkları beni en çok etkileyen unsurlardan bir diğeri. “Hep aynı yerde yaşamak bir yere ait olmanın garantisi miydi sanki?” cümlesi “Yer Mühim, Bak!” öyküsünden. Başlıktan ne okuyacağımızın sinyalini aldıktan sonra, beklentimizi karşılayan bir metnin içinde kendimizi buluyoruz.
Neyse Ki Günler Uzadı, büyük olayların değil, küçük sezgilerin kitabı. Yavaşlayan, sorgulayan, dış dünyayla iç dünyayı birlikte düşünen okurlar için bir sığınak olabilir. Özellikle sabahların sessizliğini, gün batımının melankolisini sevenler için… Belki de bu yüzden kitap bittiğinde içimde uzun bir günün yorgun ama iyi hissettiren hali kaldı.
“Düşünce hep önce gelir, düşünce dili önceler ve insanın düşüncesi mecburen diline yansır.”
“Bir Şey Anlatırsan Zaman Geçer” öyküsü deneme tadında, düşündürücü bir metin. Tayin olduğu yerde onu dinleyen dükkân sahibine gündelik olayları, dersleri anlatırken bir yandan da kendini açık eden bir öğretmenin öyküsü.
“Acaba hakikaten anlatınca mı geçer zaman, yoksa dinleyince mi?”
Okulun felsefe öğretmeniyle gündemi, hayatı konuşabileceğini düşünen ama hayal kırıklığına uğrayan öğretmenimizin cevabını satırlarda buluyoruz. Ama ben anlatıcıya katılıyorum:
“…yazınca geçer zaman benim için.”
Armağan Can
Comments