top of page

Armağan Can Yazdı- Zamanın Resmigeçidi- Mustafa Çevikdoğan’ın Geçecek Zaman Kitabı Üzerine

  • Yazarın fotoğrafı: İshakEdebiyat
    İshakEdebiyat
  • 3 Haz
  • 4 dakikada okunur

Kitabın başına iliştirilmiş Halide Edib Adıvar’a ait bir cümle, ilk anda küçük bir tespitin sıradanlığı ile karşılıyor bizi, “Her nedense bizde kadın erkek esasen pek az kişi ıslık çalabilir.” Ama sonrasında düşününce yapabildiğimiz ve yapamadığımız şeyler bir bir hortluyor. İçimizde bastırılmış ne çok sesin, dile gelmemiş ne çok ifadenin, çalınmamış ne çok melodinin olduğunu fark ediyoruz. Islık, yalnızlığın dili mi? Direnişin mi? Neşenin mi? Belki hepsi, belki de hiçbiri. Ama bu kitap, susturulmuş ya da duyulmamış ıslıkların izini sürüyor.

ree

Mustafa Çevikdoğan, Sivas’ta doğdu. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. 2005’ten beri yayıncılık yapıyor. İlk kitabı Temiz Kâğıdı 2017’de çıktı. Geçecek Zaman, Ekim 2021’de Can Yayınları etiketiyle okurla buluştu.

Kitap, okuma keyfini zamana yaymanızı sağlayacak uzunlukta beş öyküden oluşuyor. Kısa öykü bir anın içine gizlenmiş yoğunlukla okuru yakalar. Uzun öykü ise hikâyeleri zamanın içine yavaşça serperek anlatır. Söylenmeyen şeylerin çokluğuyla kenara çekilen kısa öykülere nazaran uzun öyküler, suskunluğu da açıklamaya niyetlenir.  Ben bu sebeplerle uzun öykülere tutundum ve yazarın kurduğu dünyaya biraz daha yakından bakabildim.

Çok ince bir çizgide, dikkatli bir kurgu ve özenli kelime seçimleri ile okuma zevki veren beş öykü okudum. Taşrada aşk acısı çeken bir akademisyen, sahaftan alınan kitaba düşülmüş notun izini süren bir edebiyat tutkunu, komşu daireye dadanmış bir orman cini, şifreli bulmacalarla çıkan bir dergi ile ormanın içine kurulmuş gizli bir yazarlar köyü. Benim niyetim bu öykülerden ikisi üzerinde durmaktır. Ama öncesinde genel izlenimlerini paylaşayım. Kitabın isminden de ipucunu yakaladığımız üzere kitap zamana ve hatırlatmaya odaklanmış öykülerden oluşuyor. “Geçecek Zaman” ifadesinin sızısı her sayfaya yerleşiyor. Ama kitap geçmişe saplanıp kalan bir anlatıma sahip değil. Zaman, insanla birlikte yürüyen bir karakter gibi öykülerin içinde yer alıyor.

Çevikdoğan’ın dili sade ama katmanlı. Yazar, küçük bir anıdan ya da sıradan bir nesneden yola çıkarak okuru kendi geçmişine çeken bir kurgu kuruyor. Bu çıkarımı, kendisiyle yapılan bir söyleşiden sonra daha emin olarak yazıyorum. Bazı öykülerinin nasıl şekillendiğini yazardan dinledim. Çevikdoğan’ın anlatımında içe dönüklük var. Sanki önce kendisi için yazmış, sonra okura da sunmuş gibi bir samimiyet taşıyor. Konu seçimleri özgün ve kurduğu huzursuz dünyalar okurun gözünün önünde netleşiyor. Bu kitaptaki öyküler sanki bir şeyi anlatmıyor da o şeyi hissettiriyor. Öyle bir sarıyor okuru.

ree

Tekrar tekrar okuduğum “Size Güzelliği Getireceğim” öyküsüydü. Çünkü sayfalara ay ay yerleştirilmiş şifreler vardı ve sonunda öykünün kahramanı bu şifreyi çözebiliyordu. Büyük bir emekle kurgulanmış bu öykü beni çok etkiledi. Bunda yazarın kitap sonuna eklediği “İlk notlarını 2013’te aldığım ‘Size Güzelliği Getireceğim’i Aralık 2020’de bitirdim,” açıklamasının da etkisi oldu. Yedi yıllık bir emek ve şifrelerle ilgili ciddi bir araştırma… Bu noktada yazarın tüm öykülerinin zamana yayıldığını söyleyebilirim. Zaman ile arasında birbirlerini üzmeyen bir sözleşme var sanki. Öykü, ay ay ilerleyerek yılı tamamlarken ipuçları beni oldukça uğraştırdı ve çözemedim. Öyküyü anlamlandırmak için şifrenin mutlaka çözülmesi gerekmediği için öykü zevkle okunuyor. Öyküde geçen şu cümle “Yolun sonunda varılacak bir ev varsa yağmurda ıslanmak güzel olabilir,” benim kılavuzum oldu. Belki bir başka okumamda şifreyi de çözerim. Ama ıslanmak, yani o uğraş, beni hayli mutlu etti. Matematikteki gidiş yolu gibi… Tatili beklemenin heyecanı gibi… Sonuç bellidir, ama yol da, zaman da çok güzeldir.

Bu öyküde zaman, yalnızca bir kronoloji değil, anlatının taşıyıcısı hâline geliyor. Her ay için yazılmış bölümler yalnızca takvim yapraklarını değil, kahramanın iç dünyasındaki dönüşümü de işaretliyor. Zaman ilerlemekle kalmıyor, katlanıyor, bazen duruyor, bazen de sadece sezdiriliyor. Ay ay anlatılan öyküde zaman değil, bir ruh hâli aktarılıyor. Çevikdoğan, zamanla yalnızca çalışmıyor; zamanla yazıyor. Bu yüzden anlatının kendisi de bir zaman örgüsü gibi hissediliyor.

Leyla Erbil’in çok sevdiğim bir öyküsü vardır, “Biz İki Sosyalist Erkek Eleştirmen” ismi. Öykü, “Biz istersek yeteneksiz birinden dünyaca ünlü bir yazar yaratırız. Kimi işaret edersek yazar o olur,” diyen erkek eleştirmenlerin kadın yazarları dış görünüşüne göre, tavrına göre nasıl sınıflandırdığını da anlatır. Öykü, toplumu, yazarları, dergilerin işleyişini, yayınevlerini de eleştirir. Hem bir öykü hem de edebiyatın bu alanıyla ilgili bir eleştiri yazısı okuruz. Mustafa Çevikdoğan’ın “Sihirli Parmaklar Korosu” bence edebiyata, yazmaya, dışardan bir bakış gibiydi. Öykünün akıcı kurgusunun yanı sıra alt metinde ilerleyen tespitler çok ilgi çekiciydi. İyi veya kötü öykü, anı ve öykü türleri, edebiyat tarihine bakış, yazmak, silmek hepsi var ama yirmi yedi yıllık hayatı boyunca ormana dair bir şey düşünmediğini fark edecek kadar kendini dinleyen karakterin bir sözü var ki okumayı önceleyen herkes için bir can simidi olacaktır. “Kimse okumuyordu, hep yazıyorlardı. İnternet zaten yoktu da yazıları için araştırma yapmaya, kaynak taramaya, sözlük karıştırmaya bile ihtiyaç duymuyorlardı.” Bu söz, yalnızca karakterin hayıflanması değil, günümüz edebiyat ortamına yöneltilmiş bir serzeniş gibi.

Dışarıdan bakıldığında oldukça sade görünen bu öykü, satır aralarına yerleştirilmiş keskin gözlemlerle katmanlı bir yapıya ulaşıyor. Özellikle yazmak ve okumak arasındaki o gerilimli ilişki, öykünün merkezine sessizce yerleşiyor. “Kimse okumuyordu” cümlesi bir eleştiri olmanın ötesinde, bir çağrı da aslında. Yazmak kadar okumak da önemlidir. Çevikdoğan bu öyküyle, edebiyat dünyasına içeriden bir ayna tutuyor. Sadece yazarlara değil, eleştirmenlere, yayınevlerine, okur pozuna bürünmüş yazarlara da sesleniyor. Belki de yazmak, en çok suskunluk biçimi olarak anlam kazanıyor bu metinde.

Yazarların birbirlerini eleştirmelerinin, alkışlamaları kadar motive edici olması gerekmez mi? Ana karakterin, kendilerini toplumdan soyutlayan bu yazar grubuna söylediği son sözler yerine ulaşır mı? “Aklınızı başınıza toplamanızı söyleyecek kimse de yok. Kendi aranızda çalıp söylediniz işte.”

Mustafa Çevikdoğan’ın öyküleri, zamanı yalnızca bir tema olarak değil, bir anlatım biçimi olarak da kullanıyor. Geçmişi bugünün içinden geçirerek hatırlatan, hatırlatırken de sakince susturan bir edası var bu metinlerin. Her şeyin hızla tüketildiği, anlatmanın dinlemekten daha çok rağbet gördüğü bir çağda, onun öyküleri bir durma çağrısı gibi. Sessiz, sabırlı ve içe dönük… Ama tam da bu yüzden kıymetli. Çünkü bazen en çok, bir cümleyi çevreleyen sessizlik anlatır her şeyi. Ve o sessizlikte, insan hem kendini hem de zamanın içinden geçen ömrünü duymaya başlar.


Armağan Can

Yorumlar


bottom of page