top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Hande Çiğdemoğlu Yazdı- Öykünün Ayakları Nerede?

İyi öykünün peşindeyiz hepimiz. Okurken de yazarken de, ele gelir, dişe dokunur, akılda ve yürekte iz bırakır özellikle de kalıcı bir yapıt umuyor, bunun için çabalıyoruz. Yoksa edebiyatın boş zaman uğraşı olduğunu düşünen hobicilerden olsak, iyilerin kıymetini bilmeden, var olanları tartışmadan, yeniler için didinmeden geçinir gideriz.



İyi öykünün, biçim-biçem, kurgu, odaklama, dayanak, öyküleştirme gibi pek çok unsurun bir araya özenle gelmesiyle oluştuğunu biliyoruz. Bir de bunlar kadar önemli olmasa da özellikle yazın dünyasına henüz giriş yapmış yazar adaylarının önemsediği uzunluk-kısalık meselesi var. Aslında odaklama ve yoğunlaştırma konusuyla birebir alakalı bu soru. Eğer vuruş sayısı sınırlı bir yayın organı için yazılmamışsa öykü, özgür bir boyuta erişebilir. Kelime sayılarına göre kısa öyküden, noveletta ve novellalara kadar uzanabilir. Bu noktada önemsenmesi gereken konu, öykünün niceliksel boyutundan ziyade niteliksel yapısı olarak düşünülebilir. Yazının uzunluğu öykünün amacı için yarattığı katkı ile değerlendirildiğinde ancak anlam kazanabilir.

Faulkner konuyu basitçe aydınlatıyor aslında. “İdeal kitap boyu”nu soruyorlar usta yazara. Yanıtı esprili oluyor. “İdeal bacak boyu kadardır.” diyor. Soru, “O halde ideal bacak boyu ne kadar olmalıdır?” diye yinelenince, Faulkner gülümsüyor bu kez. “Yere basmaya yetecek kadar!”

Faulkner’in yanıtı, tüm edebiyat türlerinde olduğu gibi öykü için geçerli ana meseleyi ortaya koyuyor. Öykünün ayakları yere basıyor mu?


Bununla birlikte pek çok soru da öykünün uzunluğuna yönelik cevaplara ulaştırıyor bizi. Betimlemeler sadece güzellik için mi iliştirilmiş? Okuduğunuz satırlar bizi yazarın ulaşmamızı istediği hedeften uzaklaştırıyor mu? Ağırlanacağımız eve ısınmaya çalıştığımız sürede daha ayakkabılarımızı çıkarmadan dışarı mı çıkmak istiyoruz? Hikâye içinde hikâyeler arasında mı savruluyoruz? Öykü bittiğinde yerine yerleşememiş bir misafiri mi ağırlıyor oluyoruz ? Yani ne hissedeceğimizi, ne düşüneceğimizi bilmez bir halde mi kalıyoruz son kelimeyi okuduğumuzda? Özenle bir araya getirilmiş, zarifçe dans ettirilmiş kelimeler, öykünün içinde evdeki o büfeye uygun olmayan hediye bir biblo gibi mi duruyor?


Bu bağlamda iyi öykünün uzunluğunu, öyküsünün resmini daha ilk kelimeyi yazmadan belleğine nakşetmiş, kararlı bir yazarın belirleyeceğini söylemek yanlış olmaz. Öykünün sonunda, okurun kafası karışmamış, duygusu ve düşüncesi net ise o öykünün kelime sayısının bir sınırlamaya ihtiyacı olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.


*


Edebiyat yürekten yüreğe, akıldan akıla uzanan en anlamlı sanat eli. Bunu bir rahatlama aracı, bireysel dışa vurum yöntemi, suya bırakılan güzel bir iz olarak görmüyorsak yapıtın her noktasına dokunmak, her özelliğini sahiplenmek durumundayız. İyi, güzel, faydalı ve kalıcı eserlere başka türlü nasıl ulaşılabilir?


Hande Çiğdemoğlu

0 yorum
bottom of page