top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Mesut Barış Övün Yazdı- Teknik, Teknik Dedikleri

I.

Uzun süre KPDS / ÜDS / YDS dersleri verdim. İlk başlarda, bu konuda benden daha tecrübeli olan bir ağabeyim derste bir şeyler anlatırken, ‘sınav tekniği’ lafını mutlaka kullan, diye salık vermişti. Çünkü birlikte çalıştığımız öğrenciler (yüksek lisanstakiler, doktora adayları) söz konusu sınavları geçmek ve bir an önce geçmek istiyorlardı. Bu acil durum da onları (çoğunu, diyelim) İngilizceyi öğrenmek ya da okuduğunu anlamaktan ziyade sınavın püf noktalarını aramaya itiyordu. İşte sınav tekniği ifadesi de burada devreye giriyordu.

II.

Ben o dersler boyunca bildiğim işi bildiğim gibi yapmaya çalıştım ama ara ara tekniğe de vurgu yapmaktan geri durmadım. Gerçi burada sözcüğü test formatını açıklamak için kullanıyordum. Sonuçta hazırlandığımız sınavı benzerlerinden ayıran belirli özellikler vardı ya da zaman içinde oluşan değişikler söz konusuydu. Farklı soru tarzlarının gerektirdiği uyarılar, diyelim.

Ama bu tip bilgilerin kişiye kazandırdığı beceriler sınırlıdır. Sınav tekniği sözü olayın doğasını açıklamadığı gibi ona fazla bel bağlamak da bazen asıl meselenin kaçırılmasına yol açar. Çünkü her cümle kendi içinde bir bütündür. Önce onu anlamanız gerekir.  

 III.

Kurmaca yazarken de böyle bu. Bazı öyküler teknikleriyle diğerlerinden ayrılır. Ama bu, yazarın her zaman bilinçli bir şekilde tuttuğu bir yol olmayabilir. Hatta, benim okurluk deneyimimde tersi daha kıymetlidir. Yani ben bir metni okurken yazarın kendisini bir tekniğe tutturmaya çalıştığını, işin içine fazlaca bilinç kattığını hissedersem o metinden uzaklaşırım. Bu bilinç bir tür dayatmaya dönüşür, anlatılan şeyin önüne geçer ve beni okuduğum şeye karşı yabancılaştırır. Mallarme’nin ‘Şiir duygularla değil, sözcüklerle yazılır,” demesi gibi, öykü de tekniklerle değil, sözcüklerle hayat bulur. Özenle seçilmiş sözcüklerin doğru bir şekilde yan yana getirilmesi öncelikli meseledir. Teknik bunun içinden doğarsa, ne âlâ!

IV.

Yani teknik sihirli bir sözcük değil. Kurmaca yazarken size kapıları da açmaz. Sizi bir yere kadar getirir ama edebiyat alanında anlam, bağlam, hikâye akışı ve arka plan gibi daha öncelikli, bütünü kavrayan terimlerin devreye girmesi gerekir. Şık bir söz dizimimin bir metni ne kadar akıcı hale getirebileceği genelde atlanır. Bu yoksa en iyi, en yeni teknik de havada kalır. Çünkü edebiyatta kapıları açan şey inandırıcılıktır ve yukarda bahsettiğim teknik yoluyla dayatılan bilinç çoğu zaman bu inandırıcılığın katilidir. Bu durum, yani bu fazla bilinç, yazarın metnine bir proje gibi bakması sonucunu doğurur ki iyi okurlar buna kanmazlar.

V.

Notos’un 100. sayısındaki nefis yazılar arasında dikkat çeken Flannery O’Connor makalesinden bir paragraf alıntılamak istiyorum: 

Öykü yazmayı kurgu, karakter ve konu terimleri üzerinden anlatmayı bir surat ifadesini gözlerin, burnun ve ağzın nerede olduğunu söyleyerek tasvir etmeye benzetiyorum. Öğrencilerin, “Kurguda çok iyiyim ama karakterleri halledemiyorum” ya da “Şöyle bir konu buldum ama kurgulayamıyorum” ve hatta bir keresinde de, “Bir öyküm var ama hiç teknik bilmiyorum” gibi şeyler söylediğini duyuyorum.

Yazının bir sonraki paragrafı “Teknik sözcüğü dillerden düşmez” diye başlıyor. Bu tek cümle bile O’ Connor’ın konuya bakışını özetliyor.

 VI.

Geçenlerde katıldığım bir söyleşide bir yazar arkadaşım ilk başlarda zorlandığını ama şimdi bir öykünün başına oturduğunda onu hangi teknikle yazacağını bildiğini söyledi. O böyle söyleyince ben de, acaba kaç tane var, diye düşündüm ve ilk aklıma gelen bilinç akışı tekniği oldu. Sonra herhalde anlatma tekniği, ‘sen’ diliyle yazılan yazılar. Biraz daha yakından bakınca leittmotif, flashback ya da çoklu anlatıcı gibi metotlar görüyorum. Akademik gözlükler buradan yola çıkıp pek çok alt başlığa da ulaşabilir.

Ama kullanılacak metodun önceden belirlenmesi işleri kolaylaştırmaz. Yani şu veya bu teknikle yazmaya karar vermek aslında olayın çok küçük bir bölümünü oluşturur. Ben bir öyküye başladığımda onu hangi teknikle yazacağımı çoğu zaman bilmiyorum. Bunu bilmek ya da bunun üzerine düşünmek yazmamı zorlaştırır gibi geliyor. Bazen öykünün flashbackle daha iyi ilerleyeceği düşüncesi ya da metni iç monologlarla kurma fikri tam da yazıyı yazarken gelir, yazının içinden çıkar. Yazı bunu gerektirdiği için.

VII.

Morgan Freeman ile yapılan bir söyleşiyi izliyorum. Rolünüze nasıl hazırlanıyorsunuz, diye bir soru geliyor. Usta oyuncunun yanıtı: Senaryoyu okuyorum! Freeman kendisini bir metot aktörü olarak görmediğini ısrarla söylüyor. Sezgilerine göre hareket ediyormuş! Bu bana iyice ilginç 

geliyor çünkü kariyeri boyunca oynadığı onca filmde, büründüğü onca kişilikte onu izleyen pek çok insana, vay be- tam bir metot oyuncusu, dedirttiğinden eminim.

Freeman’ın söyledikleri genel anlamda edebiyat için, kurmaca için de geçerli. Teknik sözcüğü dillere bu kadar pelesenk olmamışken ve bir ders olarak da anlatılmadığı yıllarda dünya edebiyatı pek çok başyapıt kazanmaya devam etti. Mesela, intiharının hemen öncesinde, Anna Karenina’nın kafasından geçenlerin verildiği pasajı bilinç akışı tekniğinin habercisi olarak değerlendiren bir yazı okumuştum. Leo Tolstoy elbette burada hisleriyle hareket etmiş ve bu tip bir anlatımın romanın finaline cuk oturacağını sezmişti.

Yani eski ustalar aslında hep sezgileriyle yola çıktılar, bu özel duyuş onlara sağlam bir üslup ve gerekirse etkili teknikler kazandırdı. Bize de sonraları bu tekniklere isimler vermek düştü.


Mesut Barış Övün

1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

1 Comment


Mustafa Ünver
Mustafa Ünver
6 gün önce

Mesut Bey çok güzel bir yazı olmuş. Hani bir söz vardır "sen düşüncenin ardından koş, kelimeler kendiliğinden gelecektir," minvalde. Siz de bunu Teknik Teknik Dedikleri yazı başlığınızla başarılı şekilde vurgulamışsınız. Teşekkürler

Like
bottom of page