Mesut Barış Övün Yazdı- Benim Öyküm, Benim Kurgum
- İshakEdebiyat
- 4 saat önce
- 3 dakikada okunur
Saat Yönünün Tersine adlı öykü kitabının yazarı İrem Üreten Parşömen’in İlk Göz Ağrısı köşesindeki sorulara verdiği yanıtlarda eserin ortaya çıkış yolculuğunu anlatırken o kadar çok isim saymış ki benim kafam karıştı!
Yazıdan ilk anladığım şey dosyanın kitaplaşmadan önce çoklu bir filtreden geçtiği. Süreç içinde Ethem Baran her öyküye dokunmuş, Fadime Uslu ve Doğuş Sarpkaya ince işçilik yaparak metinlerin katman kazanmasına yardımcı olmuşlar. Bunun dışında, edebiyat dünyasında adı bilinen, kitapları olan beş kişi daha listeye eklenmiş ve isimleri yakında bilinecek olan bazı başka yazar adaylarıyla da fikir alışverişinde bulunulmuş. Tüm bunlar kitabın edebi niteliğini arttırmış. Saat Yönünün Tersine’nin yetkin bir editörü (Murat Çelik) olduğunu da düşünürsek… Gerçi aynı yazıda editörün öykülere dair büyük değişiklikler önermediğini söylemiş İrem Hanım; anlaşılan dosyanın gayri resmi editörleri (ifade yazara ait) iyi çalışmışlar ve buna pek lüzum kalmamış!
Neticede, Saat Yönünün Tersine nerdeyse on-on beş kişinin müdahil olduğu bir kitap olmuş. Cemal Süreya’nın meşhur dizesinden hareketle (şakayla karışık ve biraz da abartarak) söylersek: Her öyküde en az on kişi var!

***
Düşünüyorum da bu kadar kişi işin içinde olunca, insan ‘benim öyküm’ diyebilir mi yazılana? Edebiyatın o çok vurgulanan yalnızlıkla olan ilişkisi bu şekilde zedelenmiş olmuyor mu? İrem Hanım “…metinleri onların desteğiyle daha iyi bir yere taşımakta sakınca değil, sonsuz fayda görüyorum” diye yazmış ve belki yazıda saydığı isimlerin çokluğunu kendisi de fark ettiği için eklemiş: “Elbette bunun sınırlarını çizmeyi önemsiyorum.”
Burada yakıcı soru şu benim açımdan: Biz okurlar nasıl anlayacağız sınırların nereden çizildiğini?
***
Elbette yıllara yayılan ve farklı ortamlarda gerçekleşen bir çalışma bu, görüş alışverişleri ve ‘ince işçilikler’ dar bir zamanda yapılmamış, ‘bir dosyam var hadi bir bakalım’ denmemiştir. Bizzat kitabın yazılma aşaması bu şekilde gerçekleşmiş. Üstelik, İrem Hanım daha önce dergide çıkan bazı öykülerin kitaptaki halinin farklı olduğunu söylüyor, onları yeniden okumamızı rica ederek. Bu durumda biz de metinlerdeki (varsa) olumlu yönde değişimin ne oranda yazara ait olduğu sorusuyla baş başa kalıyoruz.
***
Bir önyargıyla mı hareket ediyorum, bunları söylerken? Hem evet hem hayır. Önyargım yok, çünkü öyküleri okumadım, onları beğenmek ya da beğenmemek değil burada ele aldığım, daha çok sonucun nasıl çıktığına odaklanıyorum. Öte yandan, öykülerin nitelikli olduklarını da tahmin ediyorum. Bu bir şey değiştirmiyor elbette. Kaldı ki eğer öyküler çok iyiyse benim eleştirdiğim nokta daha üstünde durulası hale geliyor: Bu güzel metin aslında kime ait?
Önyargım da şöyle var- ya da bu söyleşiyi okuyunca oluştu demem daha doğru olur: Ben Saat Yönünün Tersine’yi açtığımda bir İrem Üreten öyküsü okumak isterim şüphesiz, yazarın kendi yaratısını ve kurgusunu, onun hayal gücünün getirip bana sunduklarını görmek isterim. Katmanları başkası sağlayacaksa direkt gidip o yazarın kitabını okumak daha doğru olmaz mı?
***
Bir Renê- Yazı Evi yayınında Semrin Şahin benzer bir şey söylüyor, yazarla metin arasında mahrem bir ilişkinin olması gerektiğimi ifade ediyordu. Semrin Hanım’a göre yazım aşamasında yazan kişinin kapalı kutu olma hali ile onun zihinsel yaratıcılığını ortaya koyma becerisi arasında bir bağlantı vardı. Bu söyleneni kurmacanın yazarın özel alanı olduğu, metnin dış müdahalelere mümkün olduğunca kapalı kalması gerektiği gibi yorumluyorum ben. Ve katılıyorum, tabii.
***
Bilinenin tekrarı olacak, olsun: Sinema ve tiyatronun aksine, edebiyat bireysel bir üretim gerektirir. Yazar kendi hayal gücünü çalıştırır, kendi kurgusunu işler ve yaptığı okumalarla metnine derinlik katar. Sinema gibi kolektif bir etkinlik değildir Edebiyat. Öykü yazarken ışığı kendiniz ayarlamanız gerekir, ses düzeninden de siz sorumlusunuz! Düzeltmeler, uyarılar elbette olur ama temelde yazınsal anlatı yalnızlık ister. Edebiyatın özel oluşu da buradan gelir zaten.
Oscar törenlerinde ödül alan oyuncu çıkar da otuz kişiye teşekkür eder ve say say bitiremez ya, edebiyat sahnesinde de oraya doğru mu gidiyoruz acaba diyorum ve böyle bir düşünceyi çok rahatsız edici ve distopik buluyorum.
Mesut Barış Övün
Yorumlar