Mustafa Bostan- Yaratıcı Öykü Okumaları 8- Hakan Sarıpolat’ın “Şehri Terk Eden” Öyküsü
- İshakEdebiyat
- 1 dakika önce
- 3 dakikada okunur
Hakan Sarıpolat fantastik ve büyülü gerçekçilik sularında ilerleyen ilk öykü kitabı Cıs’tan sonra distopik ve bilim-kurgu sularında ilerleyen yeni kitabı Şehri Terk Eden ile yeniden okur karşısına çıktı. Özellikle kitaba ismini veren “Şehri Terk Eden” öyküsüyle de sessiz bir isyanın çığlığı oldu.
“Şehri Terk Eden” öyküsü, son aylarda yaşanan politik olayları da göz önünde bulundurarak yeniden okunduğunda daha bir anlamlı hale gelmektedir.
Hakan Sarıpolat “Şehri Terk Eden” öyküsünde, insan haklarının, özgürlüklerin ve adaletin yok oluşuna tanıklık eden bir anıtın gözünden, bir ülkenin karanlığa sürüklenişini anlatır. Öyküde, politik bir alegori olarak günümüz Türkiye'sindeki adaletsizlikler, otoriterleşme, diktatörleşme ve halkın sessizleştirilmesi çeşitli sembollerle anlatılır. Öykünün dili oldukça yalındır ama bir o kadar da sarsıcıdır. Hakan Sarıpolat’ın dilindeki duruluk ve imgelerin etkileyiciliği, öykünün politik ve duygusal derinliğini artırmıştır.

“Şehri Terk Eden” öyküsünün anlatıcısı bir anıttır ama yazar, öykünün başında anlatıcı hakkında pek bir şey belli etmez sadece öykü boyunca küçük ipuçları verir ve öykünün sonunda anlatıcının aslında bir anıt olduğu tam olarak belli olur. Öykünün merkezindeki figür, İnsan Hakları Anıtıdır. Ancak bu anıt, artık yalnızca bir heykel değil; ülkenin içinde bulunduğu adaletsizliğin canlı bir tanığı ve sonunda bu duruma dayanamayarak "şehri terk eden" bir direniş sembolüne dönüşecektir.
İnsan Hakları Anıtı, iki dostu üzerinden toplumsal mücadeleyi, direnişi ve adalet talebini simgeler. Bu iki dost, “İşimizi istiyoruz. Tek isteğimiz bu.” (s. 70) diyerek en temel insani haklardan biri olan çalışma hakkını talep ederler. Ancak bu haklı talepleri bile sistem tarafından görmezden gelinir ve sonunda şiddetle bastırılır. Bu durum, günümüz dünyasında sık sık tanık olunan barışçıl protestoların kriminalize edilmesini ve devlet aygıtının baskıcı mekanizmalarla toplumsal muhalefeti bastırmasını anlatır. Üniformalıların bir “yumruğa” dönüşerek kitleyi ezmesi, totaliter devlet yapısının fiziksel ve psikolojik şiddetini somutlaştırır:
“Sıcak, siyah bir yumruğa dönüşüyorlar. Sert kabukları altındaki kalp atışlarını duyabiliyorum.” (s. 72)
Burada kullanılan "yumruk" imgesi, bireysel hakların ve özgürlüklerin şiddet yoluyla bastırılmasını simgelerken, anlatımdaki fiziksel şiddet betimlemeleri aynı zamanda fiziksel şiddetin de ne denli üst boyutlarda yaşandığının bir göstergesine dönüşmektedir.
“Şehri Terk Eden” öyküsü, toplumun adaletsizliğe karşı tepkisizliğini da güçlü bir şekilde işler. Başlangıçta insanlar, anıtın ve dostlarının yanından sessizce geçerler: “Hiçbir şey yapmadan, gün geçtikçe küçülen bedenlerin önünden sessizce geçip geçip gidiyorlardı.” (s. 71) Bu sessizlik, sistemin uyguladığı şiddete toplumun nasıl alıştığını, nasıl duyarsızlaştığını gösterir. Ayrıca bu sistemde duyarlı olmak sisteme karşı gelmek demektir ve insanlar işinden olmamak için duyarsızlaşmaya mecbur edilmişlerdir. Tüm bu bastırılmış ve korkutulmuş insanlara rağmen bir kız çocuğunun uzattığı çiçekle başlayan küçük bir umut kıvılcımı, zamanla toplumsal bir dayanışmaya dönüşür. Bu süreç, küçük eylemlerin kolektif direnişi nasıl tetikleyebileceğini ve umudun en karanlık anlarda bile filizlenebileceğini gösterir: “İnsanlar rengarenk çiçeklerle akın akın gelmeye başladılar.” (s. 71)
Umudun küçücük bir kıvılcıma ve bu kıvılcımın dev bir yangına dönüşeceğini çok iyi bilen despot ve diktatör sistem hemen müdahale eder. Devletin baskısıyla devleşen ve hissizleşip insanlığını yitiren kolluk kuvvetleri bu dayanışmayı da dağıtır. Kalabalıkların dağıtılması ve toplanmanın engellenmesi, kamusal alanın denetim altına alınmasını ve muhalefetin bastırılmasını simgeler. Bu bağlamda “Şehri Terk Eden” öyküsü, kamusal alanın kaybını, toplumsal hafızanın yok edilmesini ve kolektif bilincin parçalanma süreçlerini işler.

Hakan Sarıpolat’ın kullandığı dil, bilinç akışı tekniğine yakın bir iç monolog biçimindedir. Cümleler çoğu zaman kısa, soluk soluğa ve yoğun bir duygusal gerilimle kurulmuştur. Bu teknik, İnsan Hakları Anıtının çaresizliğini ve yoğun ruhsal çöküntüsünü etkili biçimde yansıtır. Ayrıca öyküdeki betimlemeler son derece güçlü ve sinestezik bir şekilde kurulmuştur: “Sırtımda binlerce ateş böceği dolaşıyor sanki.” (s. 72) Bu tür imgeler, okurun sadece görsel değil, fiziksel bir rahatsızlık da hissetmesini sağlamış ve öyküdeki kaotik atmosferi derinleştirmiştir.
“Şehri Terk Eden” öyküsü tüm yıkıma rağmen mutlak bir umutsuzlukla sonlanmaz. Anıt, dostlarının elini tutarak ayağa kalkar ve şehri terk eder. Burada terk ediliş, bir yenilgi değil, mevcut düzeni reddediş ve başka bir yerde yeni bir başlangıç arayışıdır: “Dostlarımla birlikte şehri terk ediyoruz.” (s. 74) Öykünün bu sonu, direnişin asla tamamen bastırılamayacağı, insan hakları ve adalet arayışının başka formlarda yeniden doğabileceği mesajını vermektedir.
Sonuç olarak söylenebilir ki Hakan Sarıpolat “Şehri Terk Eden” öyküsüyle günümüz dünyasında artan otoriterleşmeye, diktatörleşmeye, adaletsizliğe ve halkın sessizleştirilmesine karşı güçlü bir edebi başkaldırıya imza atmıştır. Öykünün vermek istediği mesaj ise insan haklarının yalnızca bir anıta indirgenmemesi gerektiğini, bu hakların toplumun canlı ve mücadele eden bilinci olduğunu göstermektir.
Mustafa Bostan
Komentarze