top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Neslihan Hazırlar Yazdı- Fuat Sevimay'ın Gör Bağır Kitabı

Fuat Sevimay'ın son kitabı 2021 Aralık ayında İthaki Yayınları'ndan okurla buluştu. Yazar ve yazın enflasyonu içerisinde olmamıza rağmen neredeyse yazdığı her kitabın ödül almasını, yazarın zengin dili ve nitelikli üslubuna bağlamak yerinde olur.

Gör Bağır, 2022 Fakir Baykurt Öykü Kitabı Ödülü'nü alarak okurunu bir kez daha selamlamıştır.

Kitabın ilk öyküsü, “Dolap Beygiri” bir tesbih duası süresinde geçen zamanda toplumun aksayan ve çarpık yönlerini, yılgınlığını, gündelik hayatlardan örneklerle anlatmış. Çarkın, buğday tanesi gibi öğüttüğü hayatların, yok oluş olarak görülmediği, insanların “mış” gibi hayatlarına devam ettiği, İstanbul'dan Anadolu'ya, yaşamlardaki sağırlığın, dengesiz yüklerin, aldatılmışlığın, kadına şiddetin, hor görme ve görülmenin, bana dokunmayan bin yaşasın hallerinin, bananeciliğin panoramasını tumturaklı cümlelerle hayatın vagonlarına yerleştirmiş.

Toplumdaki yılgınlık ve bıkkınlığa paralel olarak umursamazlık ve vurdumduymazlık arttı, artış hızı durmadı. Bir Allah'ın kulu, insanlar neden ölüyor, bu ezilerek ölen ben de olabilirdim, demek için durmadı. Aklın, vicdanın ve karşımdaki gözün sahibi, baştaki uzun cümleye, ortadaki üçgene dönüp dönüp baktı, saydı döktü ama asıl bakması gerekene, çarkın öğüttüklerinin içinde ben de var mıyım, diye dönüp bakma gereği duymadı. Duymayanların içinden bir Güven eksildi.

Dolap Beygiri baktı ki kimsenin durduğu duracağı yok, kulaklarını yeniden sarkıtıp başını öne eğdi. Hazır duralamışken sağrısında biriken sinekleri kuyruğuyla kovaladı. Ardından düzen bozulmasın diye değirmenin etrafında bilmem kaçıncı kez dönmeye devam edip buğday tanelerini un ufak etti.”

“E” öyküsü, Corona günlerinde sokağa çıkma yasağının olduğu bir gecede, sevdiği kızın isminin baş harfinin olduğu banka tabelasını arkadaşlarının ve içkinin verdiği cesaretle sevdiği kıza hediye etmek için sökmeye çalıştığı sırada, polis tarafından yakalanan bir gencin, sorgulanıp hapse atılma sürecinde yaşadığı trajikomik olayları anlatıyor.

“Unutmadan diyor Ferdi, sonra sokakta rastladım, ayaküstü lafladık. Emel tabelayı çamaşır leğeni yapmış. Mantıklı. Ne işe yarayacak yoksa FEB bankasının tabelası. Aşk filmlerinde genelde aşağıda Romeo, yukarıda balkonda ise Jülyet olur ama bu durumda yukarıda ben ve kelepçem varken aşağıda ise kaderime şimdilik Ferdi düştü. Olsun. Seviyorum Sipsiyi”

“Suriye Pasajı” öyküsü doğduğun toprağın kaderin olduğunun hikayesi… Savaşın, mahrum kalışın, can korkusunun ve komşu ülkede hayata tutunma, dile kültüre uyma çabasının haritasını çizmiş yazar.

“Öbek öbek insanlar gördüm. Birbirine ilmek ilmek bağlı insanlar. Sakalı kınalı bir dede. Ezanı çalınmış bir ihtiyar. Küllenmiş ocağının karası halen elinde bir kadın. Kadının eteğine yapışık iki çocuk, bir adam, heybetli bir adam, sırtında kolu sarkık biri. Ya hasta ya sakat ya da ölü. Sersefildi hepsi, hepsinin başı, başkalarının hiç tanımadıkları birinin suçunu üstlenmiş gibi öndeydi. Türkiye'ye gidiyoruz dediler, aralarına karıştım. Sersefil. Ayaklarım çölü türkü söyler gibi acıyla geçti. Dağı geçti, tepeyi, dereyi geçti geçti. Ayaklarım kan revan. Kafileyle birlikte sınırı geçtim.”

“Bazen Garson” öyküsü toplumun tabakalarında gitgide açılan uçurumdan küçük bir tiyatro sahnesi. Görünenin göründüğü gibi olmadığı da kulağımıza küpe gibi iliştirilmiş. Sahne arkasında gör bak neler oluyor diyor yazarımız.

“Ölü balık gibi bakıyor herif, dedi adam rakı servisi yapan garsonun ardından. Papyonu hakkında espri yaptık, ona bile gülmedi. Kadın, ay çok hoştu halbuki, dedi, nereden geliyor aklına. Pap'yan,nyana kaykılmış papyon, ay çok hoş, deyip kikirdedi. Bu vesileyle sizli bizli muhabbetten sen yakınlığına geçmenin memnuniyeti her ikisinin cebine bakiye kaldı. Adam dudaklarıyla kadın gözleriyle gülümsedi.”

“İyi Kötü Çirkin” öyküsü üç satırlık küçürek öykü… Okura, burada dur ve düşün diyor. “Bergen” filminden bir sahne gibi bize hiç yabancı değil.

“Anne, şu karşı evdekiler ne kötü insan değil mi? Keşke evlerinde yangın çıksa ve babam koşup o çirkin kızı kurtarsa. Ancak o zaman bizim ne kadar iyi olduğumuzu anlarlardı işte...”

“Birincisi” öyküsü tarihin sularının aktığı yerden Saraybosna'da tarihi köprü üzerinde yaşanan ve dünya savaşının patlamasına yol açan cinayetin perde arkasını anlatıyor. Bu sefer Veliahttın değil failin evine konuk oluyor, onun evinin duvarlarının soğukluğunu ve çaresizliğini soluyoruz.

“Unutmak ne görkemli, ne gizemli kelime. İnsan neyi unutup neyi hatırlayacağına kendisi mi karar verir? Keşke unutmak diye bir şey gerçekten var olsaydı. İnsan neleri unutur mesela? İlk öpüşmesini, attığı son dayağı ve atacağı adımı?”

“Hurda Franco” öyküsü İspanya'da geçiyor. Aslında bizim mahallede yaşananların benzeri. Bir pazar günü baba oğul çekişmesi ile başlıyor. İşsiz kalan babanın yetişkinliğinde oğlunu daha yakından tanımaya başlaması ve dostluğa dönüşen ilşkisini anlatırken babalara biraz da göz kırpıyor.

“Bize babandan bahset desek, taş çatlasın iki şey söyleyebilir. Birincisi, oğluna aktardığı güdük boyu, ikincisi, kendisinin övünüp durduğu ama oğulun ne halta yaradığını anlamadığı madenciliği, çünkü o geri zekâlı maden çok bir işe yarasa yıllardır kıt kanaat geçinmezlerdi. Ve üçüncüsü de evde olduğu zamanlar sabah akşam aynı koltuğa oturup aynı ekrana bön bön bakması.”

“Sonunardı” öyküsü insanların gündelik koşuşturmaları içinde yavaş yavaş yok olan doğanın, kentin hafızasının ve kalan bir avuç gökyüzünün varlığını unutup, gürültüye, betona, reklamlara prangalanma halini tasvir ediyor.

“Gökdelenler, asfalt, dubleksler, camiler, asma katlar, yazıhaneler, viyadükler, 1+1'ler, battı çıktılar, metro durakları, stüdyo daireler, kiliseler, döner kavşaklar, köprüler. Hepsi ama hepsi çürük diş gibi kokuyor. Kentin çürümüş dişleri.”

“Nassaulu İsa” öyküsü, “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” sözünü James Joyce'dan alıntı gibi çengelli iğneyle iğnelemiş. Bu son öykü anlatı tarzında tüketim toplumunu eleştirirken, kapitalizmin soluğunun, ağzından ateş çıkaran bir ejderhaya dönüştüğünün senfonisi.

İsa, o günden bu yana Nassau'nun köşesini tutmuş durumda. İlk günler çok üşüdü. Sonra bir hayır kurumu İsa'ya lacivert barınma yorganı sağladı çünkü işbu kurumun logosu da laciverttir ve çünkü biz çok merhametli hayvanlarız...”

Toplumu oluşturan sistemin aksayan yönlerini, kentlerin çürüyen dişlerini, çürümüşlüğün kokusunu artık duymayan insanları, adaletsizliği, eşitsizliği anlatırken yazar yaralara pansuman yapmıyor bilakis görmemizi ve bağırmamızı istiyor.

Edebiyatın ta kendisi olan bu nadide kitabın iyi okurla buluşmaya devam etmesini, dilek yapıp ağaca bağlıyorum.


Neslihan Hazırlar

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page