Bilinç akışı tekniği (Stream of consciousness), yirminci yüzyılın ilk dönemlerinden başlayarak edebiyat dünyasını sarsmış, sonraki yıllarda ise roman ve öykülerde bolca kullanılmış bir anlatım biçimidir. Bu teknikle yazılan edebi eserler, okurları fazlasıyla zorlayan nitelikte kitaplardır. Bunun temel nedeni, hem biçimsel yönden hem de anlatım tarzı açısından okurların hiç de alışık olmadığı bir yapıda bulunmasıdır. Sıklıkla iç monolog tekniğiyle karıştırılan bu anlatım biçiminin en temel farkı, dili kullanmada olabildiğince serbestliğe imkân tanımasıdır.
Bilinç Akışının Tanımı ve İç Monolog Tekniğinden Farkları:
Bilinç akışı tekniği, kısaca zihnimizin büyük bir hızla yaptığı düşünme eylemini herhangi bir denetim altına almadan yazıya dönüştürmektir. İç monolog tekniğinde, kişinin iç sesinin yansıttığı düşünceler kurallı cümlelerle bir bakıma dizginlenerek metne yansıtılırken bilinç akışında böyle bir durum söz konusu değildir. Bilinç akışı tekniğiyle yazılmış metinlerde noktalama işaretleri ya hiç kullanılmaz ya da asgari düzeyde kullanılır. İki teknikte de anlatıcı birinci şahıs (ben anlatıcı) olup temel amaç, iç sesin metinde yansıtılmasıdır. İç monolog ve bilinç akışı tekniği arasındaki farkı en güzel şu şekilde açıklayabiliriz:
İç monologda düşünceler, hızı kesilerek limit dâhilinde kurallı cümlelerle bizlere yansıtılırken bilinç akışında yazılmış metinlerde, adeta son sürat giden bir otomobil hızında okura aktarım yapılır. Bu nedenle bilinç akışı tekniğiyle yazılmış metinler okurları iç monologla yazılanlara göre çok daha fazla zorlar.
Bilinç Akışı Tekniğinin Tarihçesi
Sigmund Freud’un insan psikolojisi ve bilinçaltına yönelik yaptığı çalışmalar modern edebiyata da yön verdi. Yirminci yüzyılın başlarıyla birlikte yetkin örnekleri verilmeye başlanan bu anlatım tekniği, modern edebiyatın en önemli unsurlarından biridir. Ayrıca yalnız modern değil postmodern edebiyatta da kullanılmaktadır. Bu tekniğin tarihçesi, kimi çalışmalarda İngiliz yazar Laurence Sterne’in 1757 yılından yayımlanan Tristram Shandy romanına kadar gitmekle birlikte Rus yazar Fyodor Dostoyevski’nin 1864 yılında yazdığı Yeraltından Notlar romanıyla ABD’li yazar Henry James’in eserleri bu teknik için erken dönem yapıtları olarak gösterilmektedir.
Bilinç akışıyla yazılmış en yetkin yapıtlar yirminci yüzyıl itibariyle verilmeye başlanmıştır. İrlandalı yazar James Joyce’un 1922 yılında yayımlanan romanı Ulysses (Özellikle Molly Bloom’un anlatıcı olarak yer aldığı 18. Bölüm), İtalyan yazar Italo Svevo’nun 1923 yılında yayınlanan romanı Zeno’nun Bilinci, İngiliz yazar Virginia Woolf’un Mrs. Dalloway (1925), Deniz Feneri (1927) ve Dalgalar (1931) romanları, ABD’li yazar William Faulkner’ın Ses ve Öfke (1929) ve Döşeğimde Ölürken (1930) romanları, İngiliz yazar Malcolm Lowry’nin 1947 yılında yayınlanan romanı Yanardağın Altında ve ABD’li yazar J. D. Salinger’ın 1951 yılında yayınlanan romanı Çavdar Tarlasında Çocuklar’ı bu tekniğin en önemli eserleri olarak gösterebiliriz.
Bizim edebiyatımızda ise Oğuz Atay’ın 1972 yılından yayınlanan romanı Tutunamayanlar, Yusuf Atılgan’ın 1973 yılında yayımlanan romanı Anayurt Oteli, Pınar Kür’ün 1979 yılında yayımlanan romanı Asılacak Kadın ve Orhan Pamuk’un 1983 yılında yayınlanan romanı Sessiz Ev’i bu tekniğin dilimizdeki en yetkin örnekleri olarak gösterebiliriz. Ayrıca Sevim Burak öykülerinde kendine özgü üslubuyla bilinç akışı tekniğini kullanmaktadır. Oğuz Atay’ın ise kimi öykülerinde iç monolog tekniğiyle birlikte bilinç akışı da yer yer görülmektedir.
Bilinç Akışı Örnekleri
James Joyce’un Ulysses romanı, bu teknikle yazılmış en önemli eserlerden biridir. Kitabın pek çok yerinde karma anlatıcı kullanılarak bilinç akışına yer verilmiştir ama romanda en yetkin kullanımını 18. Bölümde Molly Bloom’un anlatımında görürüz.
“Evet çünkü daha önce hiç böyle birşey yapmamıştı neymiş kahvaltısını yatağına istiyormuş iki de yumurta ta biz City Arms otelindeyken en son hani hastayım numarasıyla yatağa serilirdi de halsiz halsiz konuşup majestelerini oynardı aklısıra Mrs Riordan denen o huysuz acuzenin ilgisini çekecek acayip kafakola aldığını sanıyordu kadını oysa tek bir metelik bile bırakmadı bize nesi varsa kendisinin ve ruhunun istirahati hayrına ayinler okunması için hayatta göreceğin en cimri insandı” sf. 708 (Armağan Ekici Çevirisi – Norgunk Yayınları)
Not: Metinde bölümün sonuna kadar (bu çeviride 42 sayfa) noktalama işaretleri hiç kullanılmamakta olup çevrilirken Joyce’un yaptıklarına uygun olarak “birşey” ve “aklısıra” gibi kelime birleştirilmeleri yapılmıştır.
Bir örnek de bizim edebiyatımızdan Pınar Kür’ün Asılacak Kadın romanından vermek istiyorum. Üç bölümden oluşan romanda özellikle “Melek’e Hücrede Gelenler” kısmında noktalama işaretleri olmadan ve bölüm boyunca süren son derece yetkin bir bilinç akışı anlatım bulunmaktadır.
“Hiçbişey demedim ağzımı açmadım ne diyecem ki karşıma dikilmiş bir sürü büyük adam karalar giyinmişler biri de kadın kadın olanı daha bi iyi daha bi yumuşak bakıyo ama erkeklerin tümü de kötü kötü dikmişler gözlerini hele o en ortada oturan kocca bir adam gözleri ağu saçıyo bıraksalar sanki o dakka üstüme çöküp boğuverecek aynı Hüsrev bey gibi aynı üvey ağam gibi tüm ötekiler gibi” sf. 59 – Asılacak Kadın (1979 Baskısı – Bilgi Yayınevi)
Bilinç Akışıyla Yazılmış Eserleri Nasıl Verimli Okuruz?
“Goodreads Most Difficult Novels” *(En Zor Kitaplar Listesi) listesine göz attığımızda en tepede Joyce’un Ulysses, üçüncü sırada ise William Faulkner’ın Ses ve Öfke romanını görüyoruz. Listenin ikinci sırasında yer alan Joyce’un Finnegan Uyanması / Finneganın Vahı (Finnegans Wake) romanını zaten herhangi bir sınıflandırmaya da konulamayacağı için ilk üç içinde bilinç akışının en yetkin iki örneğin yer alması pek de tesadüf sayılmaz. Tabii ki bu iki kitap sadece bilinç akışı tekniğiyle yazıldığı için listenin tepesinde yer almıyor. Her iki romanın da okurları zorlayıcı birçok yönü bulunmakta. Fakat burada konumuz bilinç akışı tekniği. Peki, bilinç akışıyla yazılmış roman ya da öyküler okurları neden bu kadar zorluyor?
Yukarıda bazı örnekler verdiğim bilinç akışı tekniğiyle yazılmış metinlerin okurları belki de en zorladığı kısım, çoğu zaman noktalama işaretlerinin yer almaması. Bir başka sorun da metnin düşüncenin hızıyla yazılmış olması. Bu süratin varlığı ve kuralsız anlatım okurların çoğu zaman kafasını fazlasıyla karıştırıyor. Bir de buna anlatımın serbestliği gereği normalde edebi metinlerde pek karşılaşmayacağımız dilin kullanımı da eklenince ortaya okurlar için çözülmesi zor bir düğüm çıkıyor. Peki, biz bu düğümü nasıl çözeriz?
Bilinç akışı anlatım denilince; kural dışı birleştirilmiş kelimeler, noktalama işareti olmadan yazılmış cümleler, argo veya şive kullanımı, psikolojik rahatsızlığı olan bir karakterin yapısı bozulmuş düşüncelerinin aktarımı da beraberinde geliyor. Normalde alıştığımız metinlerin dışında olan bu anlatım tarzını çözebilmenin, verimli bir şekilde okumanın tek sırrı metni “akışta okumak”tır. Yapmamız gereken, metinde belirli bir hızla aktarılan düşünceleri, mümkünse zihnimizin temposuyla takılmadan okuyabilmektir. Noktalama işareti olmayan cümleleri kendi bilincimizle -sanki çok normal bir yazıyla karşı karşıyaymışız gibi- tamamlayıp diğer zorlayıcı cümleleri de zaten hep karşılaşıyormuşuz gibi zihnimizin süratini bozmadan okursak bilinç akışıyla ilgili herhangi bir sorunumuz kalmayacaktır.
Son olarak zihnimizden durmaksızın geçen düşünceleri bir anlamda havada yakalayıp yazıya aktarımını sağlayan bilinç akışını doğru ve verimli okuyabilirsek edebiyatseverler olarak son derece önemli bir kazanç elde edeceğiz.
Turhan Yıldırım
bilinç akışı tekniği bana psikolojide ki otomatik düşünce tabirini anımsattı. güzel bir inceleme yazısı.