top of page

Umut Kaygısız Yazdı- Açık Alanda Klostrofobik Hikâyeler

  • Yazarın fotoğrafı: İshakEdebiyat
    İshakEdebiyat
  • 26 Tem
  • 3 dakikada okunur

Dışarda, dört duvarın arasına kısılmadığımız o boşlukta havaya çarpan sesler, bizim kadar sessiz değil. Sonra sen ve ben… İki nefesin birbirini boğması da ölümcül değil. Biz birlikteyken kimin katil olacağını önceden kestiremeyişim sırf bu yüzden. Ama işin ucunda, ölmeyi göze almak kadar öldürmeyi de kabul etmek var. Tamam, tamam. Oflama hemen. Gerçeklerden, sıkılmış numarası yaparak kurtulamazsın. Ve aklında çıkarmanı istemediğim bir şey daha: Korkaklar asla oynayamaz bu oyunu.

ree

Ne şanslı gününde olmayı müjdeleyen bir haber ne de iyi makyaj yapmış gökyüzünün gülümsemesi. Pekâlâ kanıt aramadan aşırı derecede güzel olmakla suçlayabiliriz, zamanın birinde kaybettiklerimizi. İnsan geriye gittikçe yaşlanır, ileri bakıp ürktükçe çocuğa dönüşür. Zamanın ayağına basmak veya aşırı kilo almış nefeslerimizi diyete sokmak, kötü sonlanmış hikâyeler için yas tutmaktan kurtarır bizleri. Açık alanda kendiliğinden örebiliriz duvarları. Her tuğla farklı bir düşünce, her çimento bambaşka bir yaşanmışlık. Sıvadıkça ikna olacak şeyleri çabucak buluyoruz işte. Hayır. Ölmek, bu kadar küçük teferruatlarla düşemez hikâyelerin içinden. Bir tek korku tutabilir bizi bir arada. O da zaten oyunun dışında.

Bir balıkçı ağının sessiz gürültüsü gizli Fulya Taşçeviren’in öykülerinde. Ölüme adım adım yaklaşan balıkların duyulmayan kalp atışlarını dinliyoruz. Konuşmaya çalışır gibi hiç kapanmayan dudakların, aslında nefes almaya devam etmek için çırpındıklarını seyrediyoruz. Yetmiyor. İki büklüm oluyor balıklar. Vücutlarını yere vura vura sıçramayı deniyorlar. Suya geri dönmenin başka yolu yok. Yaşamak tam da böyle bir şey. Kıymetli yazarın öykülerinden damla damla taşıyor deniz ve hayattan kopmak istemeyen balıkları tuzlu kollarına yaklaştırıyor. Önemli not: Açık Alanda Klostrofobik Hikâyeler sırtını duvara yaslayacak kadar korkak değil. Bilakis yüzüne yüzüne bakıyor okurunun. Susmaya yeltenen olursa, başından aşağı koskoca bir paragrafı boca ediveriyor. İşte size hayat. Yakalayın!

Fulya Taşçeviren, akıcı anlatımı, yalın dili ve enteresanlığı yakalama noktalarında ustaca buluşları sayesinde okuması keyifli bir kitap sunuyor bizlere. Her öyküde bambaşka bir atmosferle çıkılan yolculuk, eninde sonunda aynı temaya hizmet ettiği için, kıymetli yazarın kurgudaki başarısına şapka çıkarmalı. Dikkat çeken diğer bir husus da okuru betimlemelere boğmaması. Baş döndürücü tasvirleri kurtarıcı olarak görmek yerine, bir derdi var yazarın ve iyi planlanmış fikirleri olduğu gün gibi ortada. Tüm kitap belli bir amaca hizmet edip bağırarak benzer cümleleri tekrarlıyor. Adres belli, kaybolma korkusu hiç yok.

Dikkat çeken bazı öyküleri biçim ve içerik açısından detaylı ele almak isterim.

 İlk göze çarpan “İsmail’in Kalbi”, tam bir değişim öyküsü. “Değişen yeni midir? Yeni gördüğümüz hali, hâlâ eskinin devamı mıdır?” Hiçbir parça değişime ayak direyemezken, yeni ile eskinin rütbe değişimi savaş mıdır yoksa barış mı? Öykünün kalbinde duran dedeye özlem gizlenemiyor, hatıralara dönüşse de tazeliğini koruduğu apaçık ortada. Bahtiyar isminde vücut bulan hayatı, güzel günlerle takas etme arzusu, öykünün son nefesinde bizlere yaşama dair umut enjekte ediyor.

“Ağır Ölüm”, ise hece hece sonlanan bir yaşamın tablosu gibi. Kelimeler parça parça eşeliyor cesedi. Bütünün tarifini güçlü kalp atışlarıyla yaparken, ötenazi hakkını tartışmaya açıyor yazar. Mezarlık, hem kaskatı gerçekliği yaklaştırıyor hem de imgesel bir güç olarak gövde gösterisine katkıda bulunuyor.

“Her Balık Kendi Çöplüğünde Öter, bir annenin deniz misali yavrusunu saran kollarından taşan tuzlu, yakıcı su tanecikleri kıvamında bir öykü. Ölümün kısa bir can çekiş sonrasında gıdım gıdım bedeni teslim almasını şiirsel tarif etmiş kıymetli yazar: “Yeni tutulmuş balık gibi çırpındı avuçlarımda…”

ree

“Duran Trenler Ve Giden Evler Üzerine, güçlü imgeleriyle düşünsel kapıları ardına kadar aralayarak fark yaratan bir öykü. Duran trenleri cesetlerin yerine koyarken, yürüyen evler nefessiz kalana kadar hayata tutunanların dört duvarları. Kırmızıyı seven Feyyaz için evlilik, sevginin değişikliğe uğramış ismi. Güçlü imgeleri bir yandan düşünmeye yönlendirirken bizi, diğer yandan zihinlerde hoş edebi tatlar bırakıyor.

Kitabın dramatik yapısı çen güçlü öykülerinden biri, kuşkusuz “Fesleğen Ektim, Gül Bitti.” Kıymetli yazarın bizleri davet ettiği öykü yolculuğunun rotasını tamamen değiştiriyor. Ölümün, kelimelere yansımayan gücüyle boğuyor bizleri önce. Sonra tekrar nefes veriyor, unuttuğumuz hislerin dirilişiyle sarsılıyoruz. Çok doğru ve net bir yapıyla ayakta duran bir hikâyeyle karşılaşıyoruz. Yazar tarafından mimar özeni ve bakış açısıyla çizilmiş.

“Tarihi Kavşak Kıraathanesi” ise yüksek sesli bir öykü olarak iz bırakmaya aday. Doğal cümleler, dozunda betimlemeler, hayatın içine tutunan hisleriyle sayfaların arasında nefes almamızı sağlıyor. Hikâyenin sürprizi ise çok doğru yerde başlayıp gerekli durum değişikliğini sunuyor ve merak uyandırıyor. Anlatıyı güçlendiren şey, sürprizle başlayan o bilinmezlikte saklı. İmgeler kıvamında ve yerli yerinde.

Yaramazlık kategorisinde kendisine yere bulan “Kurbağa” ise, komik ve hatta biraz ironik. Olay örgüsünden bağımsız olarak finalde yakalanan samimiyet ve dökülen duygular anlamlı. Kulağa hoş gelmeden hep bir fazlasının peşinde.

Detaylarına hâkim olukça daha fazla keyif alacağınız, yaşam olgusunu, insanın anlam arayışı ile bir araya getiren ve korkuyla el ele tutuşup gezmeye bayılan ölümün, arkasında bıraktığı yas tutma bilgeliğine de ciddi biçimde kafa yoran bir kitap Açık Alanda Klostrofobik Hikâyeler. Bitirdiğiniz her öyküden sonra istirahat ettiğinizde, birbirine benzeyen fikirlerin gölgesinde serinlediğinizi fark edeceksiniz. Zira yaşamdan da ölümden de kaçmanın insanı getirdiği noktayı kalın uçlu bir kalemle işaretlemiş Fulya Taşçeviren. Keyifli okumalar dilerim. 


Umut Kaygısız

Yorumlar


bottom of page