top of page

Zekeriya Şimşek Yazdı- Kimsesizcikler Yok Bir Öykü Bahçesi: Selma Fındıklı

Yazarın fotoğrafı: İshakEdebiyatİshakEdebiyat

Dondurucu bir Şubat soğuğu. Sabiha Gökçe Havaalanı’ndayım. Uçağa gitmek üzere kapıya yönelmiştim ki yirmi dakika gecikme yazdı ekranda. Geri dönüp bekleme salonunda önceden oturduğum koltuğa yöneldim. Doluydu, gezinmeye başladım. Salonun çıkışına doğru yürürken boş beşli koltukların altında bir kitap gözüme ilişti: İmbatta Karanfil Kokusu ??? Bir tereddüt… Etrafı kolaçan etme refleksi… Çekingen bir tavırla usulca aldım kitabı. Kitap emanet bir tutuşla elimde salonu turluyorum; yangından mal kaçırma hâli… Ve uçağa gidin anonsu! Çantama koyarken; “Sizinle tanıştığıma memnun oldum Selma Hanım.” İşte böyle tanıştım Selma Fındıklı ile.

Hayatın cümlesi, kaç cümleden ibarettir ki!

1965, 19 Kasım’ında Eskişehir’de Elmas Hanım ile Mehmet Bey’in kızı olarak yaşama merhaba der. Köy Enstitüsü mezunlarından olan babasının mesleği gereği Anadolu’yu dolaşırlar, beş kardeşin her biri farklı şehirlerde doğar.

1981, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü yılları başlar.

1986, ve sonrası TRT Ankara Radyosu Tiyatro Yayınları biriminde dramaturgtur.

2015, 27 Mayıs günü çocukluğu Eskişehir’de gençlik yılları Ankara’da geçen bir ömür TRT’deki görevi sırasında geçirdiği kalp krizi ile öğle saatlerinde son bulur.

Geriye kalan oyunları ve romanlarıyla dört öykü kitabıdır:

(1) Loş Sokağın Kadınları (1995) sekiz öykü: “Bağışlayınız Beni Madam..”, Yine Yeşillendi Niğde Bağları, Umarsız İnsanlar Oteli, Selanik İçinde, Erguvan Ağacı, “Hiç Zamanım Kalmadı”, Gönül Hanesi Kumdan Kaledir.., Duvarın Ötesi.

(2) Ankara İstasyonu (1998) sekiz öykü: Ankara İstasyonu /1918, “Kemal Paşa Gelecek, Akşama, Sabaha..”/1919, Askeri Hastane/1921, Terzinin Kocası/1925, Altınlar/1930, “Dedemçeşmesi’nde Bir Gece”/1932, “Çerçinin Düşleri”/1936, “Erzincan’ı Dolan Gel”/1944.

(3) İmbatta Karanfil Kokusu (2006) on iki öykü: “Âlâyişten Hazzetmem Efendim!”/ Evvelbahar 1863, “Karanfil Mülazım”/Sonyaz 1876, “Arrivederci Smyrna”/Yaz 1880, “Kuş Kanadı Kalem Olsa”/İlkyaz 1910, “Kendi Halinde Bir Adamım Ben”/Yaz 1914, “Cinderella”/İlkyaz 1919, “Muhacirin Mahallesi”/ Kış 1921, “Asri Bir Hanım”/Sonyaz 1923, “Cumhuriyet Balosu”/Sonyaz 1926, “Ah Petersburg”/Kış 1929, “Kandiyelizâdeler”/Yaz 1935, “Radyomuz Olsaydı”/Sonyaz 1939.

(4) Tütün İskelesi’nde Bir Köhne Vapur (2012) on öykü: Tütün İskelesi’nde Bir Köhne Vapur, Oriente Exspresse, Bahçeden Bahçeye, Ağlama Fidan Boylum, Yeni Serpuş, Mendilim Deste Oğlan, Seyyare, Yeşil Kurbağalar Öter Göllerde, Salapurya, Vardım Yarin Bahçesine.

İlk öykü kitabıyla 1996 Haldun Taner Öykü, ikincisiyle 1998 İş Bankası Edebiyat, üçüncüsüyle de 2007 Sait Faik Öykü Ödülü’ne değer bulunur.

Selma Fındıklı, çeşitli tarihî dönemleri ve kültürleri anlatmaktan hoşlanır; geçmişin hatırlanmasına ve o tarihî dönemlerde yaşayanların canlı kalmasına katkıda bulunmayı sevmekle/seçmekle birlikte tarih öyküleri yazmadığını; öykü üzerinden hayatın arka planında yatan tarihî atmosferi canlandırmak istediğini savunur: “Tarih, öykülerim için tiyatrodaki dekor gibi.” Üslubu yalındır, birinci tekil kişinin ağzından anlatır; tiyatro havası/kokusunu hissettirmek önemli özelliklerindendir.  Öykülerinin satır aralarında iç dünyalarına yönelmiş kadınların mutsuzluklarını, içsel başkaldırılarını vermeye özen gösterirken öykü kitaplarını belli bir temayı farklı yönleriyle ele almak üzerinden şekillendirir. Dramatik, acı dolu öyküler anlatsa da travmatik bir geçmişle hesaplaşarak okuru avucunda tutmayı başarır. Kahramanları, hep bir yitik arayışın içindedir; kaybedileni ararken gerçekten kaybolup kaybolmadığımızı ya da kaybedip kaybetmediğimizi de sorgular.

Edebiyatımızda sessiz ama düzeyli bir sedadır Selma Fındıklı. Unutulmamalı!

Tadımlık bir öyküsü: “Cinderella”*

Kalispera efendimi… Sinematograf nedir, bilirsiniz vre? Duydunuz hiç?... Duyamazsınız, çünküm bulunmaz öyle her yerde. Konstantinopl’da bilen yokmus daha. Eh orası payitaht olsa da İzmir baskadır. “Şarki Akdeniz Paris’i” demişler ona… Tam on bes sinematografhane vardır sehirde. Bizimki en kıdemlisidir. En prezantabl olanı… Pahte Sinematografhanesi… Yolunuz düşerse bekleriz efendumu… Birinci Kordon’dadır. Önünden tramvay geçer… Öbürleri sonram açıldı hep. Kordelio… Yani Karşıyaka’da… Kemeraltı’nın Beyler Sokağı’nda… Basmahanede… Kokaryalı’da… Irgat Pazarı’nda… Ama bizim Pathe benzemez hiçbirine… Elektrikli aydınlatmalar… Perdemiz bembeyaz, gergindir… Koltuklarımız kırmızı kadifedir. Müşterilerimiz kibardır… Yemezler çıtır çıtır kabuklu çerez film oynarken… Elbiseleri losyon, ağızları karanfil kokar… Ha, basından beri “bizim” dediğime bakmayın, sahibi değilim aslında… Sinematografhaneyi işleten Kramer haleflerinin emrinde on yedi kurus haftalıkla çalısan bir makinistim ben…

Adım Yannis... Yirmi dört yaşındayım… Anam Yeorgia, kız kardesim Eleni ile beraber

yasarım… Hacı İstilyo Mahallesi’nde evimiz… Varlıklı da sayılmayız, yoksul da… Paradiso’da üzüm bağlarımız, Meles Çayı’nda sulanan bahçelerimiz var sankim!... Yoktur yok… Gönlümüz zengin vre…

benim papo, Stavros Nikolaidis -toprağı bol olsun- fotografi çeker idi… Dükkan açmış ben doğmadan Kemeraltı’nda… Bir aksam karanlığında tramvay çiğnedi, öldü genç yasında. Ben on altıydım henüz… Beceremedim o isi, ettim berbat… Satıldı her sey borçlara gitti… Sonram ögrendimsenematografı… Hos, Kira Yeorgia beğenmez, küçümser Yannaki’sini… Siz yapmayın öyle şey efendimu. Yoksam anlatmam ötesini… Bana “Deli Yannis” demisler Hacı İstilyo Mahallesi’nde… Kızdırmayın bu kafayı…

Salon kalabalıklasmıs vre… Lambalar söndü sönecek… Isıkçı Vasil benden isaret bekler… Seyirciye tepeden bakan locamda makinenin kolunu çevirmeye başladım mı, Mary Pickford gelecek karsıma… Ah, benim canimu… Ne çok kordelasını oynatmısımdır onun, bilirsiniz? Ha, kordelayı soracaksınız?... Serit yani… Film seridi… Makaraya sarılır… Sinematograf görmemissiniz kim!... Ne desem bostur…


***

-  Hosgeldin Mariamu…

-  Ama pek hos bulmadım Yannis… Sıkılıyorum bu karanlık yerde… İçim daralıyor…

-  Saklamak zorundayız canimu… Seninkiler görürse acımadan ayırırlar bizi…

-   Beni baskasına vereceklermis zaten… Babamla üvey annem konusurken duydum…

Veremezler Mariamu… Yakarım o gün İzmir’i…

-  Kolaydır sankim…

-  Kolay…

Fotografhaneyi kapatmasaydın iyi idi… Derdim papoya, Yannis’in de dükkanı var, ticaret yapar…

-  Tütüncü Hristos Manolis’in servetiyle boy ölçüşebilirdim hic?

-   Bir isin, sanatın olurdu yine de…

-   Bu is değildir?

-   Değil ya… Maymun oynatmak gibi bir sey…

-   Ayıp edersin Mariamu…

-   Madem beğenmezsin lafımı, bırak gideyim…

-  Gitme, dur…

-  Durdum… Ne diyeceksin?

Yarın geleceksin…

-  Gelemem…

-  Neden?

-  Yarın günlerden nedir Yannaki?

-  Pazartesidir…

-  Kathari Deftera günüdür... Büyük orucun ilk pazartesi... Yani Temiz Pazartesi…

-  Olsun…

Gündüz akrabalarımız, komsularımızla eğleneceğiz... Aksam da hem yemek hem dua var… Ertesi sabah ev temizlenecek…

-  Hizmetçileriniz yoktur sankim?

-  Biri lazımdır onların basında dursun… Üvey annem benden ister bunu…

***

Dudakları kıpır kıpır oynuyor… Analığı’yla karsı karsıyadır şimdi… Zavallı kedime

acımadan is buyuruyor cadı… Sonram iki iri gölge beliriyor Mary’nin arkasında… Üvey

ablaları... Süslüm püslüm giyinmisler... Kardes bilem değiller aslında... O çirkef kadının

kızları…

***

Paskalya Bayramı’n kutlu olsun Mariamu…

-   Senin de Yannis…

-Bak sana ne getirdim… Çikolatadan paskalya tavsanı, bir de kırmızı yumurta…

Sağ ol, ama ben sana bir sey getiremedim Yannis… Sofrada yenildi bitti hepsi…

-   Canın sağ olsun Mariamu…

-   Bakma kusura…

-   Mariamu…

-   Eee?

-   Sölen yemeğinizde kimler var idi?

-   Sen kimi soracaksın?

-   Hani, su üvey ablan Despina’nın kayınçosu…

-   Evangelos?

-   Ne zıkkımsa iste adı…

-   Vardı elbet…

-   Sana iltifat etti yine?

-    Bilmem… Memleket meselelerinden konustu hep…

-   Ne olmus memlekete? 

-   Bilmezsin sankim?... Yakında Elen ordusu girecek İzmir’e… Hepimizi kurtaracaklar…

-   Kimden vre?

-   Müslümanlardan…

-   Ne yapmıstır Müslümanlar bize?

-   Yapmamıssa yapacakmıs… Ticaretimizi elimizden alacaklarmıs… Bizi keseceklermis…

-  Evangalos uydurmus bunları…

-  Uydurmaz… Okumus adam Evangelos…

-  Doğrudur… O hekim, ben makinist…

-  Öyle demedim Yannaki…

Ne dedinse iste… Ege toprağının çocuklarıyız hepimiz… Kardes gibi geçindik bugüne

dek… Şimdi mi kesecek bizi Müslümanlar?

-  Kesmese bilem yine gelsin isterim Elen ordusu… Ata yurdumuz buralar… Çevrene bak Yannaki… Kadifekale dedikleri yer eski Pagos Tepesi… Namazgâh semtinin asıl adı Agora… Alsancak bizim dilimizde Punta… Buca, Paradiso… Karşıyaka, Kordelio… Her tarafta izlerimiz var…

-   Varsa var vre!...

-   Kızma Yannaki…

-   Kızarım… Hem o Evangelos züppesiyle fazla yakın olma…

-  Niye? Kıskanırsın beni?

-  Kıskanırım Mariamu… Çok kıskanırım…

-  Ben gelemem kıskançlığa…

-  Sen bilirsin… Git o zaman, Evangelos’un kollarına atıl.

***

Ağlayarak uzaklasıyor Cinderella… Gözünden akan yaslar beyaz perdeyi ıslatacak neredeyse…  Hep o cadı yüzünden… Üvey annesi olmasa idi kızları da olmayacaktı. Kara

çalı gibi girmisler araya... Prense kavusamayacak bu gidilse… Ah Mary... Ah güzelimu…

Bakısları süzgün… Elleri narin... Hele sarı saçlarının kıvrımları.


***

- Bu pakette ne var Yannis?

- İpek sal aldım sana Mariamu… Hem de mavi… Denizin renginden…

- Ya bu?

- O da terlik... Uçları püsküllü...

- Eve götüremem bunları…

- Benim hediye ettiğimi söyleme canimu… Kendim aldım de…

- Üvey annem inanmaz... Papoyla anlasmıslar, cebimde fazla para bulunmayacakmıs… Ne istersem onlar alacak…

- Ne yapacağız simdi?

- Sende dursun bunlar…

- Sonram?

- Elen ordusu İzimir’e girmezse eğer…

- Taktın kafayı Elen ordusuna…

- Dinle sözümü Yannis…

- Dinlerim…

- Beklim papoyu razı ederim o zaman. Beklim sana varırım…

- Ya gelirse ordu?

- Bütün sülale onlardan yana olacağından, Müslümanları kardes gibi gören birine asla

vermezler beni… Zengin bilem olsan.

- Sen ne düsünürsün Mariamu?

- Bilmem…

- Yoksam artık beğenmezsin beni?... Yoksam Evangelos’la kıyaslarsın?

-…

***

Mary de saraydaki baloya gidebilecek. Vaftiz anası meğer iyilik perisiymis efendimu… Sihirli değneği dokundurdu ocak basında mahzun mahzun oturan kirli kediye; üsründeki yamalı elbiseler ipeğe, tüle dönüstü bir anda… Bir de camdan ayakkabılar giydirdi ayağına… Üvey ablalarının bilem kıskanacağı güzellikte su anda… Kabak saltanat arabası, kapıdaki uyuz it de arabacı oldu…

Bu gece düğünü var Maria’mın… Bornova’daki kösklerinde… Evangelos’la elbet… Ya ne sandınız? Prens ben olacaktım? O züppe dururken… Zembekiko oynarlar simdi… Vals yaparlar…

Püsküllü terliklerle mavi salı kız kardesim Eleni’ye hediye ettim… Sana almıştım, diye

bir de yalan uydurdum utanmadan… İnandı, sevindi garip... Çeyiz sandığına koydu ikisini de…

Ha, Elen ordusu da aksam sabah İzmir’e girecekmis… Bana ne efendimu? Bana ne?


 *Fındıklı, Selma (2006), İmbatta Karanfil Kokusu, İstanbul: Remzi Kitabevi, s.72-78.


Zekeriya Şimşek

Comentários


bottom of page