top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Haluk Çevik- Kan Küre

“Gerizekalı herif, kaç kere daha söylemem gerek sana,” diye söylendi A. Yüzünü yere gömmüş telaşla öteberi toplamakla meşguldü. B de mahcup bir yüzle ona yardımcı olmaya çalışıyor ancak ne yapacağını da bilemiyordu.

Kollarını kaşıyarak konuştu. “Çok açım, üç gün oldu, artık aklımı da yitirmekten korkuyorum. Bu yolculukta bir şey yenmez mi?” diye sordu. B bunları söylerken utanmıştı. A öfkelendi, hızla yerinden doğruldu ve B’nin yakasına yapıştı.

“Ne görüyorsun etrafında bi’ bak bakalım sersem herif,” diye bağırdı. B anlamadı, korku dolu gözlerle etrafına bakındı.

A bu defa daha öfkeli bağırdı, “Aptal köpek! Göremezsin tabii. Çünkü anlamıyorsun. Hiçbir şeyi anlamıyorsun! Anlasaydın gideceğimiz yere çoktan varmıştık zaten,” dedi ve B’ye sert bir tokat attı. Neye uğradığını şaşıran B, kendisine birkaç beden büyük gelen pejmürde elbiseleriyle yere kapaklandı. Çamurun ortasında bir müddet donuk gözlerle oturdu. A cebinden çıkardığı taş kesilmiş bir ekmek parçasını B’nin önüne attı ve yoluna devam etti. B bir müddet daha hareketsiz bekledi. Çamura bulanmış ekmek parçasına çevirdi gözlerini sonra. Zorla, ağır ağır, utana sıkıla, çaresiz ve kir pasa bulanmış yüzüyle baktı kuru ekmeğe.

“Hava kararmak üzere, sonsuza dek seni bekleyemem ya, tam bir bok torbasısın, bunu bilmeni isterim! Ahhh, bunu anlamanı öyle isterdim ki,” diye sızlanmaları işitildi ileriden A’nın. B çabucak son bir gayretle doğruldu yerinden. Koşarak A’nın peşine düştü. Yağmur damlaları kararan havaya eşlik etti. Bulamacın içine gömülen ekmek parçası yalnız ve mahzun kalmıştı. Sonra bir el uzandı onu almak için. B son anda geri dönmüş ve ekmek parçasını yanında götürmeye karar vermişti. Açlıktan ölmekten iyiydi.

Dağların tepelerinde iki pejmürde gezgin, batan güneşe yarenlik etti. İpi kopmuş tespih tanelerinden kalan son ikisi gibiydiler. A bastonuyla zorlu tepeleri aşmaya çalışıyor, B ise ardından başını daha fazla taşıyamayan gövdesi yüzünden öne eğilmiş bedeniyle seğirtiyordu. Adımları seri ve düzensizdi. Açlık ve yorgunluk yüzünden ağzı açık kalmıştı. Burnundan solumak güç geliyordu. Birkaç gün daha böylece yürüdüler.

Bir ara A bastonunu yere sapladı. “Burada konaklayacağız,” dedi. Elini yüzüne siper ederek öteleri izlemeye koyuldu. Keyfi yerindeydi. B bundan cesaret alarak yanına sokuldu.

“Geldik mi,” diye sordu heyecanla. Gözleri bir çocuğun gözleri kadar saf bakıyordu. B’nin açlıktan kokan nefesi A’yı rahatsız etmişti. Yüzünü ekşitti.

“Aç köpeeekkk! Tam bir aç köpeksin! Bir daha yanıma o kadar sokulursan seni gebertirim, anlıyor musun beni,” diye bağırdı. Öfkeden deliye dönmüştü. B korkudan ellerini uzun paltosunun içine sokarak iki büklüm oldu. Az önceki neşesi gitmiş, yerini korku ve pişmanlık almıştı. Onun bu hali A’yı iyice öfkelendirdi. Bastonu sapladığı yerden alarak hışımla B’nin üstüne atıldı. B ellerini yüzüne siper etmiş korunmaya çalışırken baston seri bir şekilde sırtına inip kalkıyordu. Baston darbeleri yüzünden B’nin pis paltosundan çıkan tok ses A’yı duygulandırdı ve vurmayı bıraktı. İçini bir merhamet hissi kaplamıştı. B bir anlığına ellerinin arasından ürkerek yüzünü gösterdi. Merakla ve acıyla A’ya bakıyordu. Sonra tekrar hızla yüzünü kapadı, daha fazla bakmanın saygısızlık olacağını düşünmüştü.

“Yoruldum,” dedi A. “Seni dövmekten yoruldum,” diye devam etti.

Yere bağdaş kurarak eski poşetini açtı ve B’ye gösterdi. “Hadisene, ne duruyorsun?” diyerek göz kırptı. B bir anda bütün acısını unuttu. Hızla yerden bulabildiği taşları topladı. Her bir taş parçasını büyük bir özenle poşetin içine koydu. İşi bitince saygıyla geri çekildi ve aptal bir yüz ifadesiyle A’ya baktı.

“Durma, devam et,” dedi A. “Sok elini içine. Hadisene, ne bekliyorsun?” Yüzü şefkatli bir adamın çehresine bürünmüştü bu kez. Bundan aldığı cesaretle elini hızla poşetin içine daldırdı B. Ancak geri çektiğinde elinde az önce koyduğu taş parçalarından bir tanesini buldu. Utançla ve suçluluk duygusuyla başını yere eğdi. A’nın küçümseyen bakışlarıyla göz göze gelmek istemiyordu.

B’nin elinden aldığı taşla kafasına sertçe vurarak “Asla! Senden asla ama asla bir bok olmayacak! İnat etme, defol git! Orayı bulmaya layık değilsin sen!” dedi A.

Elini poşete daldırarak içinden et ve süt çıkardı. Sıcak eti iştahla yerken söylenmeye devam ediyordu.

Ağzından parçalar saçarak “Sen de hak etseydin sen de yerdin. Benim yerimde olmak için tek yapman gereken düzgün bir insan olmaya çalışmak,” dedi. “Ama sen ne yapıyorsun? Aklın, fikrin hınzırlıkta.”

A sütü kafasına dikti. B utancından yüzünü yerden kaldırmıyordu ancak sütün A’nın boğazından geçerken çıkardığı sesleri işitebiliyor ve sıcak etten yayılan kokuyu alabiliyordu. A sanki onun aklını okumuşçasına konuşmaya devam etti.

“Şu an bile içinden şeytanlıklar geçiyor. Kendi işinle meşgul olmak yerine benimkilerle uğraşıyorsun. Benim olan benimdir! Başkasının malına göz dikemezsin. Bunu ancak şeytanlar yapar,” dedi. Yağlı elinin tersiyle ağzının kenarlarından akan sütü sildi. Sonra parmağını hışımla B’ye uzatarak söylenmeye devam etti.

“Tam bir haftadır, evet özellikle şu son bir hafta iyice kudurdun sen. Senin olanla yetinmiyorsun. Verdiğim ekmeğe burun kıvırıyorsun. Nankör bir hainsin sen! Şimdi de neden eti seninle paylaşmadığımı sorguluyorsun. O pis burnun ve kulakların benim olanın peşine düşmüş.”

B usulca başını kaldırarak A’ya baktı. Kafası karışmıştı.

“Senin olana asla göz dikmedim ki. Günlerdir yediğim tek şey bayatlamış bir ekmek parçası. Bundan şikayetçi de değilim. Şimdi de öyle. Etin kokusu da sütün sesi de elimde olmadan hissettiğim şeyler. İrademin bu işte hiçbir payı yok,” dedi.

A elindekileri yere bıraktı. Merakla B’yi süzüyordu. Durgun bir sesle “Böyle olmaz,” dedi. “Bu şekilde yolculuğumuza devam edemeyiz. Tedavi edilmen gerek senin.”

A poşetin içine elini daldırarak keskin bir bıçak çıkardı. B’nin yanına vardı ve “İki ucu keskin bir bıçak bu. Gıkın çıkarsa yanarsın. Anlıyorsun değil mi?” diye sordu.

B başıyla onayladı. Uzaklardan insanların sesleri işitiliyordu. Kuşların cıvıltısı etrafı şenlendiriyordu.

“Görüyorsun ya, herkes ne kadar da mutlu. Mutlu olduklarını biliyorsun değil mi?” diye devam etti A.

B’nin çenesini kavrayarak başını kendine doğru çevirdi. B bu defa da hayvanlar ve diğer insanlar kadar mutlu olamadığı için mahcup oldu.

A daha fazla konuşmadı. B’nin burnunu, dilini ve kulaklarını keserek yere yığılan baygın bedeninin önüne attı. B gerçekten de hiç ses çıkarmamıştı. A doğrularak derin bir nefes aldı. Kendini kuşların cıvıltısına kaptırmıştı tekrar. Omzuna konan kuşlardan birine sevgiyle baktı. Bir müddet oyalandı. Sonra tekrar B’ye döndü. Neşesi kaçmıştı bir anda. B’nin içinde bulunduğu hale kendisinin hiçbir etkisi olmadığına inanmak istiyordu. Ancak yine de durum öyle değildi. Ondan parçalar kesen bizzat kendisiydi çünkü. Sonra yine B’ye nefret duydu. Onun aptallıkları olmasa kendi de böyle bir şey yapmak zorunda kalmayacaktı ne de olsa. Yanına gitti, B’nin paltosunu kabaca tutarak onu ayağa kaldırdı. Baygın B elinin altında bir hayvan leşi gibi duruyordu. Birkaç tokatla ayıltmaya çalıştı. B’nin yer çekimine meydan okuyamayan baygın bedeni A’ya fazlaca güçlük çıkarıyor, onu tutan kolunu yoruyordu. Buna daha fazla dayanamayan A, B’yi hızla yere attı. Diğer yöne doğru seri adımlarla ilerledikten sonra aniden geri döndü ve B’nin suratına tükürdü. O esnada da B’nin kanlı yüzünü fark etti. Ceset gibi yatışı, baygınken bile çehresinden silinmeyen masum ve ürkek ifade A’nın içini titretmişti. Eski poşetine tekrar elini daldırdı. Bu kez içinden temiz bir bez parçası çıktı. Bununla B’nin yüzünü gözünü sildi. Bir yandan da eski, unutulmuş ve pek acıklı olduğu anlaşılan bir mani mırıldandı. Sesi titriyordu. B’nin yüzü temizlenip beyaz ve masum suratından kalanlar ortaya çıktıkça A’nın da sesindeki titreme arttı ve sonunda dayanamayarak ağlayıverdi. Maninin kalanını ağlayarak tamamladı. O esnada B’nin artık burnunun olmadığı yerde bir hareketlenme görüldü, içine çektiği havayla beraber birkaç kan köpüğü patladı. B minik öksürüklerle gözlerini açtı. Karşısında A’yı görünce irkilerek doğruldu ve saygılı bir şekilde toparlandı. A’nın elindeki bez parçasını fark edince kendisiyle ilgilendiğini anladı ve ona sevgiyle sarıldı. Ancak A sarılmadı. Bir elinde kanlı bezle, kolları iki yanda öylece bekledi. Yüzü yana dönük, yere bakıyordu.

“Seni köle olarak satmam gerekir aslında. Bunu biliyorsun değil mi?” dedi. Yüzünde merhametli bilgelere has üzgün bir ifade vardı. B başını A’nın omuzlarından kaldırmadan hareket ettirdi. Onu onayladığını belirtti.

“Sana son bir şans daha veriyorum,” dedi A yine üzgün yüzünü baktığı yerden çevirmeden. B başıyla onayladı. Mutlu olmuştu

“Az kaldı,” dedi A. “Gitmemiz gereken o yere az kaldı. Sık dişini.” İki gezgin böylece bir vakit daha yol aldılar. Sonunda uçsuz bucaksız mezar taşlarıyla dolu bir düzlüğe vardılar. İkisi de yorgun düşmüştü. Ancak B’nin durumu çok daha vahimdi. A’nın göz zevkine zarar vermemek için bezle örttüğü parçalanmış yüzünün acısı dayanılacak gibi değildi. Kurumuş kan nefes almasını engelliyordu.

“Geldik,” dedi A yorgun ve heyecanlı bir sesle. “Dene bakalım tekrar,” diyerek eski poşeti B’ye uzattı. B heyecanla elini poşete daldırdı, bu kez daha umutluydu. Paslı bir kürek çıktı poşetten. Soran gözlerle A’ya baktı.

“Bakmasana öyle boş boş, aptal adam!” dedi A. “Kürekle ne yapılacağını da ben öğretecek değilim herhalde!”

B başını öne eğip toprağı kazarken “Şimdi oldu mu? Şimdi varabilecek miyim gideceğim yere? Bu kez başardım mı sence?” diye sordu.

A mezar taşlarını incelemek maksadıyla etrafta geziniyordu. Kırık bir mermer parçası bularak B’nin yanına döndü. Kana bulanmış bezle örtülü başına bakarken içini bir keder kapladı.

“İşte bu mezar taşlarının sahipleri de senin gibi verdikleri sözü tutmayanlar. Bu da son durakları,” dedi.

B toprağı kazma işini bitirince A eliyle onu çukurun içine itti. Kazdığı çukura düşen B hiç kıpırdamadı.

Yalnızca, “Ben de mi sözünü tutmayanlardanım? İyi ama bunu hatırlamıyorum ki,” dedi.

A bir şey söylemedi. Kürekle B’nin boynuna bastırdı. B bir müddet çırpındıktan sonra can verdi. B’yi gömdükten sonra yorulan A, elini eski poşetinin içine daldırarak bir tas su çıkardı. Suyu içerken toprağa B’nin kanının kırmızısının bulaştığını fark etti.

Yola koyulmak üzere arkasını dönmüşken yer sarsıldı. Fırtına koptu, yürüyemez oldu A. Poşeti elinden uçup gitti. Zihninde bir ses işitti. Az önce gömdüğü B’nin sesiydi bu. Sarsıntıya dayanamayan A yere kapaklandı. Mezarda yatan bir cesedin sesini duymak A’yı dehşete düşürmüştü.

Rüzgârın uğultusu yüzünden yanılmış olabileceğini düşünerek seslendi B’ye, “Ne diyorsun? Seni anlamıyorum.”

“Sözü diyorum,” diye bir ses işitti bu kez zihninde A. Ve devam etti o ses, “Verdiğin ve tuttuğun o sözü…” dedi B. “Sen hatırlıyor musun?”


Haluk Çevik




0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page