top of page

Öykü- Hicret Birik- İhlal

  • Yazarın fotoğrafı: İshakEdebiyat
    İshakEdebiyat
  • 3 gün önce
  • 3 dakikada okunur

Bugünün endişesi yarının belirsizliğini yüklüyor sırtıma. Azrail’le anlaştığımı zannetmek gibi aptalca bir düşünce bu, biliyorum. Kasım ayını ortaladık, oysa gök hâlâ baharın rengini atmamış üstünden. Ağaçlar soyunup soyunmama konusunda kararsız.  Değecek bir aşkı bekliyor dalları sanki ya da ne idiği belirsiz bir duyguyu emmeye devam ediyor kökleri. Her neyse. Her şey benim zihnimde olup bitiyorsa bu baharı uzatan da benden başkası değil.

Yaşamak ve yürümek arasında korkunç bir benzerlik var. Öyleyse yürümeliyim.  Adında pembe çiçekleri taşısa da hoş bir sokak değil burası. Olanca güzelliğinin yanı sıra garip bir karanlığı da var. Karşılıklı dizilmiş evlerin önü uzun duvarlarla kapatılmış. Herkes bir ihlalden korkuyor. Aksi gibi camlardan uzanan kadın başları ya da bahçe duvarlarına raptedilmiş siyah demir kapıların önünde duran erkek bedenlerinin aradığı da bir ihlalden başka bir şey değil. İnsan korktuğu şeyi mi ister yoksa istediği şeyden mi korkar? Hatta korku ve arzu arasında bir belirsizlik midir hakikatte aradığımız şey? Bu sokağa yakışan düşünceler değil bunlar. Kendi düşüncelerimin yakıştığı bir sokağa varma arzusuyla yürümeye devam ediyorum. Köşede, turuncu boyası yer yer dökülmüş eski bir bina var, en alttaki iki kat istinat duvarının arkasında kalmış.  Duvarın üstünde bir karınca. Küçük bir ıslaklığın içinde çırpınıyor. Öğlene doğru güneşin sarı ışığıyla kuruyacak bedeni, çırpınışın yorgunluğuyla yürümeye devam edecek. Kendi sırtımdaki ıslaklığı hissediyorum.  Kurumadan yürümeye devam ediyorum. Bir insanı bir karıncadan ayıran şey ıslaklığa karşı gösterdiği direnç olmalı. Çırpınırken yürümeye devam edebilen tek canlı insan mıdır?  Köşeyi dönünce düşüncelerim hüzünlü bir anıya dönüşüyor. Yeni yeni cümleler yazılıyor beynime. Bu sokak az evvelkine göre yüksekte, yokuş yukarı çıkıyorum. Yaklaşık beş yüz metre ilerde çok uzun binalar görünüyor. Metalik kaplamalı. Işıl ışıl. Siyah takım elbiseli adamlar ellerinde deriden çantalar, telaşla yürüyorlar. Gürültü ve devinim. İnsanlar iç içe geçmiş, aynı zamanda birbiriyle kesişmeyen geometrik şekillere benziyor. İhlal burada başka bir boyutta, manasının hakkını vermiş. Sabah güneşi binaların gri camlarına vuruyor. Her daim tanrılığını haykıran doğaya inat betonlaşan bir inkâr uzanıyor bu caddeden.  Kaldırım taşlarının altında helak olmuş karınca kolonileri olduğunu düşünüyorum. Eski bir uygarlığı bulma ümidiyle yere eğiliyorum. Küçük bir siyeç arıyor gözlerim. Bulsam, taşların arasını kazısam, kumla karılmış toprağı işaret parmağımla süpürsem. “Bakın,” desem, siyah giysili adamlara, “töz!” İstemeden haykırmış olmalıyım. Yanımdan geçen insanlar ihlâl girişimimi kınayarak bakıyorlar. Kalkıyorum. Sırtımdaki ıslaklık artmış. Yürümeliyim. Sokağın zirvesine vardıktan sonra yokuş aşağı inmeye başlıyorum. Her çıkışın bir inişi olduğunu da söylemek gerek. Üstelik inişler her zaman daha hızlı. Koşar adım gidiyorum.  Grilik git gide açılıyor. Gözleri kör eden bir beyazlık. Güneş cömert. Coğrafya dersindeki güneye bakan yamaç burası olmalı. Toprak, ışığın tasını boş göndermemiş, yeşil doldurmuş karşılığında. Asfalt yol yok artık. Çamurdan patika. Yürüdükçe bir is kokusu duyumsuyorum. Terkedilmiş, tek katlı evler sıralı. Camları yok. Pencereye çakılmış korkuluklar paslanmış. Boyuna uzun, karakol parmaklıklarını andırıyor. Toplu bir isyan olmuş gibi. Az ilerde eski barakalar çarpıyor gözüme. Biri kadın öteki erkek iki kişi içinde ateş yaktıkları bir tenekenin önünde oturmuş sigara içiyorlar. Yanlarına gidiyorum.

Tanışıyoruz. Maria ve Mihail. Yaşamak ile durmak arasındaki korkunç benzerliği seziyorum burada. Duruyorum.  Maria ayağıyla yerdeki çamuru karıştırıyor. Mihail onun gözlerine bakıyor; aradığı şeyi görmek için eğilip ben de bakıyorum kadının gözlerine. Mihail o kadar dalmış ki görmüyor beni. Belki bir masalı okuyor kadının gözlerinde, belki bir şarkıyı dinliyor. Mihail’in dalgınlığının aksine Maria ondan çok uzakta. Kalkıp Maria’nın karşısına dikiliyorum. Kolundan tutup kendime çekiyorum. Ayaklarımız çamura bulanıyor. Boş ver, diyor Maria. Boş veriyorum. Orada, Mihail’in kör bakışlarının karşısında yere uzanıyoruz. Maria’yı çamura buluyorum, o da beni. İki heykel ve iki heykeltıraş. Gözlerimi oyup onun göz çukurlarına bırakıyorum, o da kendi gözlerini oyup benim göz çukurlarıma. Mihail’i göremiyorum, bir anda kayboluyor. Derin bir karanlık içerisine düşüyorum. Saçlarımdan tutup çekmek istiyorum kendimi. Yukarıya doğru. Maria kalkıp yürüyor. Bir ihlali korkarak arıyor, biliyorum. Peşinden ben de kalkıyorum. Koşup kolundan tutuyorum. Gözlerimizi geri veriyoruz. Mihail aynı yerde görünüyor tekrar, çamuru eliyle karıştırarak Maria’nın gözlerini arıyor. “Git!” diyorum kadına, ardından dönüp yürümeye devam ediyorum. Fazlaca durmanın yaşamakla olan korkunç zıtlığı çöreklenmiş omuzlarıma. Bedenimde kurumakta olan çamurun içinde ıslanmış karıncalar çırpınıyor. Yürüyorum. Bir ihlalden korkarak, bir ihlali isteyerek.


Hicret Birik

 
 
 

Yorumlar


bottom of page