top of page

Öykü- İbrahim Taş- Demet

  • Yazarın fotoğrafı: İshakEdebiyat
    İshakEdebiyat
  • 21 Eyl
  • 8 dakikada okunur

Ablam misafirinin olduğunu, yeğenlerimle öğleden sonra ilgilenip ilgilenmeyeceğimi sordu. İlk defa telefonda bu kadar kısa konuştuk. Hâl hatır sormadı, ne zaman evleniyorsun demedi, aile içindeki dedikodulara bile değinmedi. Öğleden sonra ablama gittiğimde yeğenlerim kapıda bekliyordu, doğru parka. Onlar eğlenirken ben de telefonumla uğraşacaktım, ilk defa başıma gelen bir hadise değildi. Yeğenlerim Demet teyze diye birinden bahsettiler. Benim tanımayıp da onların tanıdığı kim olabilirdi? Onlar parkta oynarken hatırlamaya çalıştım ama nafile. İşin enteresan tarafı söz konusu üstleri başları olduğunda çocuk olmanın vermiş olduğu duyarsızlığı sonuna kadar kullanan yeğenlerim birbirini uyarıyordu. Üstünüzü kirletmeyin Demet teyze gelecek.

Yeğenlerim parkta oynarken abim aradı ve müsaitsem bir çay içmek istediğini, Demet’in geleceğini ve uzun bir süre müsait olmayacağını söyledi. Kabul ettim.

Akşam abimle kahvehanede otururken annem aradı, yakın zamanda izne çıkıp çıkmayacağımı sordu. Böyle bir niyetim olmadığını söylediğimde annem de aynı ismi telaffuz etti. Tüh keşke gelseymişim, Demet de gelecekmiş, tanışmamı çok istermiş. Sonra babam telefonu aldı, nasılım iyi miyim, harçlığım var mı yok mu, koca adamım işte, yanımda mutlaka nakit bulundurmalıymışım çünkü Demet gelecekmiş.

Abimden ayrılıp eve gelirken mimarlık okuyan kuzenim aradı. “Abi duydun mu Demet abla geliyormuş, sınavlarım da var, nasıl yapsam ki. Okul bir dönem uzasa ne olacak sanki, hem Demet abla için değmez mi?” “Oğlum kim bu Demet ablan, ben niye tanımıyorum?” “Yapma abi bunu sen mi diyorsun? Abi otobüs geldi ben yine seni ararım, hadi görüşürüz” “Görüşürüz” 

Eve girerken mesaj geliyor. Eniştemden. “Ya hakkını helal et, bugün çocuklarla ilgilenmişsin. Başının etini yemişlerdir, inan Demet gelmese sana rahatsızlık vermezdim. Teşekkür ederim. Ne demek rica ederim.”

Telefonu şarja takıp orta sehpaya ayaklarımı uzatıyorum. Amcam arıyor, “Nasılsın balam?” “İyiyim amca.” “Hazırlıklar başladı mı, gerçi sen dakik adamsın bitirmişsindir.” “Ne hazırlığı amca?” “Ne demek ne hazırlığı Demet geliyor, ayıp sana, bize de yakışmaz. Demet gelecek, bak yengen mutfakta yufkaları haşlamaya başladı bile.” Başımdan savmak için, “Tamam amca,” deyip kapatıyorum.

Ne olduğunu anlamadan telefonum yine çalıyor, Erdal arıyor. Nasılım, iyiyim. Sağlığım sıhhattim de yerinde. Erdal da ahırı boşaltmış, tahsilatta sıkıntı olmasaymış iyiymiş. Gerçi çok bir sıkıntısı yokmuş, eli de bolmuş bu aralar ama Demet gelecekmiş ya ne olur ne olmaz onun da hazırlık yapması gerekiyormuş. “Demet kim.” diye soruyorum, yüksek sesle kahkaha atıyor. Ya vallahi âlem adammışım, Demet geliyor diye babası çocuklara dağıtmak için şekerleme almaya gitmiş ama ben Demet kim diye soruyormuşum. “Tamam, Allah’a ısmarladık,” deyip telefonu kapatıyorum ama ciddi ciddi sinirleniyorum. Kaçırdığım ne olabilir ki diye düşünmeye çalışıyorum. Ne bu, rüya mı görüyorum, The Game filmindeki gibi bir olay mı başıma geliyor.

Balkondaki küllüğü içeri alıp bir sigara yakıyorum. Kim bu Demet, salonda turluyorum. Kapı çalıyor, açıp bakıyorum yan komşu. “Gözün aydın misafirin geliyormuş, markete gidiyorum, var mı eksiğin gediğin, ne lazım olursa lütfen söyle.” “Teşekkür ederim,” deyip bir sigara ikram ediyorum. Kapı aralığında asansöre binmesini bekliyorum, “Nakit lazımsa çekip getireyim mi?” “Yok teşekkür ederim.” “Hadi görüşürüz.” “Görüşürüz.” Sigaram bitiyor, küllüğü balkona bıraktıktan sonra telefonuma bakıyorum, komşu mesaj atmış. “Geçen hanım pizza yapmıştı ya beğenmiştin, eğer istersen yine yapabilirmiş.” “Teşekkür ederim, ben hallederim.” Ben hallederim de neyi halledeceğim. Demet kim, tam olarak ne zaman geliyor, herkesin nasıl haberi oluyor?

Yine telefonum çalıyor, arayan dayım. “Evet dayı haberim var, Demet gelecek, üstüme düşeni yapacağım, yani fıttıracağım.” Yok dayım başka şekilde söze giriyor, eğer aramızda kalacaksa bir ricası olacağını söylüyor. Biraz paraya sıkışmış, bu aralar ailede dayımın ekonomik durumundan kaynaklı kötü şöhretine aldırış etmememi söylüyor, çok yüksek bir meblağ değilse yardımcı olabileceğimi söylüyorum. “Gözlerinden öperim, aslan yeğenim, sen dayına güven şu işleri yoluna koyayım ilk seni göreceğim. Sen de biliyorsun artık kimsenin benden bir beklentisi kalmadı ama işte biliyorsun söz konu Demet olunca insan boş veremiyor.” “Sen de mi dayı, tamam dayı ben hallediyorum. Görüşürüz.”

Başım dönüyor, uzattığım ayaklarım titrek daireler çiziyorlar. Kendime gelmek, olanları anlamak istiyorum. Ne olmuş olabilir ki, aklıma birkaç fikir geliyor ama böyle bir şey yaşadığıma dair hiçbir kanıtım yok. Daha çok trafik kazası ya da doğal afetlerde birden fazla yakınını kaybedenlerin çok fazla acı çektiklerini, vücutları bu acıya dayanamadığı için zihinde o anıyı sildiklerini ya duymuş ya da okumuştum. Benim böyle bir şey başıma gelmiş olsa etrafımdakiler bana telkinde bulunurken bunu illaki göz önünde bulundururlardı. İçimdeki merak kartopunu kıskandıracak şekilde büyüdükçe büyüyor. Beni arayanları tek tek arayacağım, ne yapılması gerektiğini sorup, söylediklerinden bir şey çıkarmaya çalışacağım.

Evham yengem arıyor, mecbur cevap veriyorum. Demet’i en çok o coşkuyla karşılayacak, amcama bileziklerini verip parlatmaya göndermiş. Çeyizinden sakladığı yazmaları nihayet takabilecekmiş. Demet’le ben de ne çok yakışırmışız, gerçi Demet kime yakışmazmış ki. Demet, yengemin yaptığı yemekleri de pek severmiş, amcam da kızından ayırt etmezmiş onu. Ona en beyaz kumaştan en güzelinden elbiseler ısmarlayacakmış. Amcam misafir odasını Demet için yeniden düzenleyecekmiş. Yengem her zamanki gibi beni konuşturmadı, sonunda vedalaşırken bir iki cümle, o da muhtemelen söylediklerini duyup duymadığımı teyit etmek için. Yengemin adı da Evham değil, Ayfer. Hep böyle telaşlı, kuruntulu olduğu için ailedeki sıfatı bu şekilde, telefona da bu şekilde kaydettim. Kaç yıldır evliler, nasiplerinde çocuk yokmuş. Yengem eve kim gitse çocuk misafir gibi davranır, amcamı da kendine benzetmeyi başardı. Demet de her kimse artık Allah yardımcısı olsun.

Evham Yengem araya kendini sıkıştırmış olsa da ablamı arıyorum, kesin mutfaktadır. Önce kulaklıklarını takmasını isteyeceğim, sorularım da çok bakalım bir şey çıkacak mı? Ablama Demet’in gelmesinden dolayı haklı olarak heyecanlandığını söylüyorum, sorumu bitirmeme müsaade etmeden dökülmeye başlıyor. Demet, ablamın çocukluk, ilkokul ve dikiş nakış kursundan arkadaşı. Köyün en güzel kızı ama şehirde olsa şehrin en güzel kızı olacakmış. Köyün en güzel gülen kızı ve gülmenin en çok yakıştığı kişi. Demet’le gülünecekse gülmek güzel. Sadece ilkokula giderken değil, çeyizlerini kendileri düzsünler diye gittikleri dikiş-nakış kursuna bile giderken el ele tutuşurlarmış. Ablamdan önce evlenmiş, ta Almanya’ya gitmiş. Düğünde dikiş-nakış kursundan öğrendikleriyle diktiği beyaz elbise önce gelin elbisesi, zaman içinde gelinliğe dönüşmüş. Ablama diktiği gelinlik ise halen daha ablamın dolabında, her şeyin yeri, önemi değişmiş ama Demet’in yüksük takmadan attığı dikişlerden taşan iğnenin battığı parmaklarla dikilen bir elbise hiç kıymet yitirebilir mi? Abim de bir ara ona sevdalanmış gibi olduysa da, kaderleri ortak yazılmamış. 

Annemi arıyorum, hâl hatır soruyorum. Ne mutlu sizlere Demet gelecek, içiniz içinize sığmıyordur. “Sen de Demet’i çok seviyorsun değil mi,” dememe kalmadan annem anlatmaya başlıyor. “Bizim köyde Allah rahmet eylesin Sağır Sofi vardı. O güne kadar ezanları o okur, namazları o kıldırırdı. Bir zaman sonra köye yeni imam geldi, e zaten köy yerinde her yeni kıymetlidir. Ben daha çocuğum hayal meyal hatırlıyorum. Köyün kızları, gelinleri toplaşıp imamın evini bir güzel silip süpürdüler. Eşyalar köye gelir gelmez herkes bir yandan el verince aynı gün evi dizdiler, kalan ufak tefek işleri de evin hanımı kendi istediğine göre yapsın diye bıraktılar. Akşama doğru sarı bir taksi, imamın karısıyla kızını getirdi. Demet’i ilkin orada gördüm. Melek gibi kızdı, saçını kalınca örmüşler, en tepesinde altun sarısından bir toka. Ne kadar özenmiştim. Benimle aynı yaştaymış. Babam sağ annem sağ, abilerim gurbette elleri ekmek tutuyor şükür yetmezmiş gibi Demet’in en iyi arkadaşı ben oldum. Dağa bayıra, tarlaya çayıra, konuya komşuya, gezmeye tozmaya hep beraber gidiyoruz. Beraber büyüdük, serpildik. Saçlarımız kömür karası, yanaklarımız al al. Babası nerden getirmişse okulun ilk günü dizlerine kadar inen siyah elbiseden giydirdi de ondan sonra herkes ondan giydi. Boynunda beyaz yakalık, saçında katran kaynatan ateşin kızılından bir kurdele, ne kadar güzel olmuş ne de yakışmıştı. Yaşımız ilerledi, genç kız olduk. Köyden birkaç serseri Demet’e talip oldu, en başta anne babaları müsaade etmedi. Sağır Sofi’nin oğlu da bunlardan biri, iş kulağına gittiğinde, ben sulbumdan olan ite bu cennet yemişini alıp ömrünü zehredemem, demişti. Demet dünyalar güzeli, kimseler gidip istemeye cesaret bile edemiyordu. Köy yeri işte Demet vardı diye kimseye kısmet de çıkmıyordu. Sonra laf söz oldu, bu kızda bir şeyler var dendi. Demet yüzünden kızlar baba evinde kocayacak, diye dedikodu oldu. İmamı köyden gönderdiler, benim de kısmetim öyle açıldı. Kısmet de babanmış işte, o zamandan sonra kimse ne imamdan ne Demet’ten haber aldı.”

Yanlış anlamadıysam annem sözünü bitirir bitirmez telefonu babama verdi. “Sen anneni boş ver, Demet’i benden dinle. Az bekle mutfakta telefon çekmiyor, ben salona gideyim.” Bekliyorum, hâlbuki annemin sesi gayet güzel geliyordu. “Hah şimdi oldu, hatırlıyor musun sen daha lisedeyken seni de götürmüştüm hocalarımın yanına. Ben işte o zaman medrese talebesiyim, Hocamın da gözdesi. Sürekli bana yükleniyor, kitaplarını bitir de bana yardım et, ben yetişemiyorum. Ratıb derdik, köylüden yemek toplardık, artık evlerde ne piştiyse. O kadar ki Hocam beni göndermezdi, sen dersini oku, bitir. Arada sırada çıkardım, o da talebe arkadaşlar arasında husumet olmasın diye. Demet’i de orda gördüm. Haşa öyle yüzünü falan gördüğümden değil, kapıdan bulguru uzatırken elini, bir kere de çeşme başında bakmaya cesaret ettiğimde ayak bileğini gördüm. Ondan sonra medrese de ilim de uçtu gitti. Aşk beni çarptı, sarhoş oldum tam meczup olacaktım ki zaman imdadıma yetişti. Ramazan ayı geldi, hocam beni civardaki köylerden birine talim olsun diye gönderdi. İcazetim de peşimden geldi, köylü de beni sevdi. Ben de imam oldum, Sağır Sofi ezanı okuyor ben cüppeyi giyiyorum. Annenle olan biteni zaten biliyorsun.” Babam, “Selametle,” deyip telefonu kapatıyor. Şaşırmaktan buz kesiyorum, düşündükçe kafam iyice karışıyor. Daha abimi arayacağım, ya o da başka bir hikâye anlatırsa. Bilmiyorum.

Abimi arıyorum, yengemin yaptığı hazırlıklara merakımı bahane ederek Demet’i soruyorum. Sesinin tonu aniden yükseliyor, “Ben de cebimdeki sigara paketini sonradan fark ettim. Sigara senin miydi, arayacaktım da sonradan unuttum. Helal et artık benim de az kalmıştı daha markete gitmem bu akşam. Bak yengenin de selamı var,” “Aleykümselam” “Hadi görüşürüz” “Görüşürüz” Hayret abim konuşmak istemedi, ablamın kastettiği doğruysa demek ki. Yengemin yanında eski defterleri açmak istemedi ama babam niye hiç çekinmedi. Ne işe düştüm anlamadım ki, amcamı arasam şimdi hiç gerek yok. Erdal kesin elle tutulur bir şeyler söyler.

Erdal’ı arıyorum, “İşte kız gelecek, epey de zaman oldu. Benim de hafızam malum, sen bir özet geçsen, ona göre davransam. Hatırasına hürmetsizlik etmeyeyim,” diyorum. Erdal en başta ona sorduğuma seviniyor ve garipsiyor ama Allah’tan tez alışıyor. Genzini temizlediğini rahatlıkla duyabiliyorum. “Dinle,” diyor. Demet bir subayın kızı ama babası yüzbaşı değil, liseye dönem ortasında gelmiş. Okuldaki herhangi birinin böyle bir güzelliği fark etmemesi ne mümkün, ben de bunun bir parçasıymışım. O zamanın imkânları işte niyetimi bir şekilde ulaştırmışım. Cevap geç gelmiş ama olumluymuş. Zamanın imkânları işte istediğimiz zaman görüşemiyor muşuz. O kuaförde işe girmiş, ben karşıdaki internet kafede, sadece hafta sonları görüşebiliyormuşuz. Gerçi kuaförlerin hep perdeleri çekiliymiş ama yine de karşı kaldırımda olduğunu bilmek yetiyormuş. Hep söylermişim, adı yüzüne çok yakışıyormuş. Adı Demet ya babasının topladığı çiçeklerden annesi yapmış diyormuşum. Akşamları onu evine bırakırken dünyayı adımlarımızla döndürdüğümüzü zannediyormuşuz. Kendi aramızda uydurma da olsa birer yüzük takmışız. O sene okul bitmiş, yaz tatilinde de çalışmaya devam etmişiz. Biriktirdiğimiz paralarla telefon almışız, ailelerden gizli. Sonra babasının tayini çıkmış. Aşkımız zamana ve mesafeye yenik düşmüş. Ara ara görüşmüşüz bir süre. Birer arkadaş, dost olarak ama yine her şey bir şekilde nihayete ermiş. Teşekkür edip telefonu kapatıyorum ama bunlardan benim niye hiç haberim yok.

Bir hayale hatta hayalete karşı içimde bir şeyler filizlenmeye başlıyor ama hadi hayırlısı. Yan daireden sesler geliyor, komşuma bir şey sorsam yok artık, şunun şurasında kaç yıldır tanışıyoruz ki, olmaz, soramam. Dayımı arasam bu saatte de ayık değildir ki, aslında parayı daha göndermedim, muhtemelen demlenmek için istemiştir. Yine de bir arayayım ondan sonra para işini hallederim. “Alo, dayı nasılsın, nasıl gidiyor. Söyle bakalım sen Demet için ne hazırlık yapacaksın?” “Ne hazırlığı yapacağım yeğenim, şu konuştuğun dayın tepeden tırnağa enkaz, gelip neyi yıkacaksa artık. Tam unuttum diyorum, tamam diyorum bu sefer tekerim düze çıktı, ileri gideceğim yok olmuyor en baştan daha geriye gidiyorum.” “Dayı sizin nasıl bir geçmişiniz oldu Demet’le yani Demet ablayla.” “Para işini ne yaptın, halledebilecek misin?” “O iş bende kapatır kapatmaz yolluyorum.” “Sağ ol aslan yeğenim. Valla ne denir ki, bir kadını anlatmaya neresinden başlamalı ama Demet başka işte. Bilmiyorum şeytan tüyü mü dersin, benzeterek anlatacağım başka bir şey de yok. Bak şöyle söyleyeyim, katılmadığım kervan, demirlemediğim liman, konmadık dam bırakmadım ama bu zalim gibisini hiç görmedim. Bugün bile şefkatini hatırlasam burnumun direğini sızlatır. Sen boş ver bunları, geçmiş bitmiş mesele. Sen parayı gönder, biliyorsun bunların hepsini ödeyeceğim.” “Biliyorum dayı, tamam kendine iyi bak.” “Sen de yeğenim sen de.”

Dayım da mı âşıkmış, işler iyice karıştı. En iyisi Evham Yengem, bilirse o bilir. Telefona sarılıyorum, rengimi belli etmemeye çalışarak, “Ne hazırlık yapıyorsun bakalım, Demet sende mi kalacak?” “Tabii bende kalacak, ağzını yırtarım cümlesinin. Demet’im benim, doğduğu günü hatırlarım. Annesi doğurdu ama ben büyüttüm.” “Annesi kim yenge?” “Tanımıyorum ki.” Yengem, Demet’in annesini tanımadığını basit, önemsiz bir detay gibi geçiştiriyor. “Dünya güzeli olacağını daha ilk kucağıma aldığımda anlamıştım. Ağlayışından anlardım, acıktı mı, gazı mı var. Ah Demet’im ne işin vardı senin kaymakamla, oradan oraya tayin. Göçmen kuşum benim, ne zaman gökyüzünde kanat çırpanları görsem Demet’i hatırlarım. Okula başladığı ilk gün ne oldu biliyor musun, akşam eve gelir gelmez bana bir sarıldı, tüm özlemlerim yok oldu. Meğer tüm gün okulda beni özlemiş. Öyle de merhametliydi. Vefalıydı benim kızım.” Yengemin hıçkırdığını duyuyorum, uzatmaya gerek duymadan telefonu kapatırken, “Allah’a ısmarladık,” diyorum. Yengem ruhsuz bir, tamamla, geçiştirebiliyor.

Demet kimdir, nedir hiç bilmiyorum ama yalan yok sevmeye başladım. Yarın biraz erken kalkar evi derler toplar sonra da berbere giderim. Babam da hazır uyarmış, nakit çekerim yanımda bulunsun. Nasipse yarın akşam Demet burada, bizim yürüdüğümüz sokaklarda yürüyecek, soluduğumuz havadan soluyacak. Seni bekliyoruz Demet, bize bir iyilik yap. 


İbrahim Taş

Yorumlar


bottom of page