Öykü- Mustafa Çetin- Sandık
- İshakEdebiyat

- 8 Eki
- 6 dakikada okunur
“Bir mum yakan, bir gölge yaratır.”
Ursula K. Le Guin, Yerdeniz Büyücüsü
Kızıl sakallı ve pörtlek burunlu yaşlı karagöz ustası, söndü sönecek bir ampulle aydınlanmış, sarı lekelerle dolu perdenin arkasından çıkıp seyircilerin karşısına çıkınca, ölçülü tezahüratlar avuç kızartan alkışlara dönüştü. Çırağı Selim, bir iki adım gerisinde, perdenin hemen yanında tef çalarak seyirciyi daha da coşturuyor, çırak tefe vurdukça alkışlar katlanarak arttırıyordu. Birkaç bardak kırıldı; tavşankanı çaylar, kahveler, meyveli gazozlar yere döküldü. Ağcı İlyas eli yanınca acıyla haykırdı, ancak sesi gürültüde eridi gitti. Arkalarda, terasa açılan kapının hemen yanında ayakta duran iki genç parmaklarını ağızlarına sokmuş, tiz ıslıklar çalıyordu.
Komşularının sesten rahatsız olup polise haber vermesinden çekinen Rıza, çay doldurmakta olduğu bardağı bir kenara bırakıp tezgâhın arkasından fırladığı gibi soluğu ıslık çalan gençlerin yanında aldı. Bağırdı çağırdı ama baktı ki fayda yok; birer tokat patlattı tüysüz yanaklarına. İki genç ayakları kıçlarına vura vura Arnavut kaldırımlı sokağın karanlığında kaçarken arkalarından öfkeyle bağırdı. “Her gece sizle mi uğraşacağım, gelmeyin bu kahvehaneye bir daha!”
Kahvehanenin camlarını titreten alkışlar cılızlaşıp yok olmaya yüz tutunca karagözcü de az evvel geldiği yere, perdenin arkasına geri döndü. O gidince seyirciler de çay paralarını ödeyip evlerinin yolunu tutmaya başladı. Saat gece yarısını geçeli epey olmuştu.
Yaşlı karagözcü ağrıyan belini tutarak taburesine otururken, “Çok şükür,” dedi, “bu gece de bitti!” Dumanı tüten çayından bir yudum alıp boğazını yumuşatmaya çalıştı. Çok yorulmuştu. Üçüncü yudumdan sonra gözleri kapandı.
Ustası dinlenirken Selim de tasvirleri ve diğer öteberiyi eski tahta sandığa yerleştirmekle meşguldü. Hevesliydi karagözcü olmaya ama pek sakardı doğrusu. Üç gece önce tasvirlerden birini sandığa koyarken yere düşürmüş, eğilip almaya çalışırken de üstüne basmıştı yanlışlıkla. Ustasının binbir emekle hazırladığı Beberuhi tasviri çamur içinde kalmıştı. Hemen kimse görmeden tasviri cebine sokup saklamıştı ama iki gün sonra o tasvirin kullanıldığı oyunlardan birini oynatacaktı ustası perdede. Eşyaları sandığa yerleştirirken kara kara ne yapacağını düşünüyordu.
Selim tüm eşyaları sandığa yerleştirdiğine emin olduktan sonra, kesik kesik horlayan ustasının yanına gitti. Kulağına eğilip usulca fısıldadı, “Usta… Sandık tamam. Gidelim hadi.” Ustası horlamaya devam edince sesini biraz daha yükseltip tekrarladı, “Usta…Sandık tamam…” Adam yine uyanmayınca korktu, uyandırmak için var gücüyle bağırdı. “USTA!”
Korkuyla sıçrayan adam dengesini kaybedip yere yuvarlandı. Adam bir yana savruldu, tabure bir yana. Düşerken başını masanın köşesine çarpmıştı yaşlı karagöz ustası. Kaşından süzülen kan, ince bir yol olmuş, yavaş yavaş burnuna akıyordu. Sanki çabucak yeniden uykuya dalmış gibi en ufak bir hareket yoktu vücudunda
Selim telaşla ustasının üstüne eğildi. Önce yüzüstü çevirdi, sonra iki eliyle omuzlarından tutup sarsmaya başladı. Ne kadar sarssa da ustası uyanmayınca başladı salya sümük ağlamaya. Rıza yanlarına geldiğinde hâlâ ağlıyordu. Ne olduğunu sorunca, “Öldü galiba Rıza Abi,” dedi, “ekmek musaf çarpsın kendi düştü tabureden, ben bir şey yapmadım.” Rıza Selim’i kolundan tutup adamın üstünden aldı. Kulağını yaşlı karagözcünün göğsüne dayadı. Birkaç saniye sonra kafasını kaldırdı,
“Ölmemiş! Hemen Doktor Cemil’i getir, az evvel buradaydı. Daha sokağın sonuna varmamıştır.”
Selim koşarak dışarı çıkarken Rıza da içerde bardak yıkayan çırağı Niyazi’ye seslendi. Niyazi gelince adamı yerden kaldırdılar. Üç tabureyi yan yana getirip yüzü gözü kana bulanmış adamı üzerine yatırdılar. Rıza, Niyazi’nin getirdiği ıslak bezle kan lekelerini silmeye başladı.
Selim, biraz sonra yanında Doktor Cemil’le geri döndü. Yaşlı karagözcüyü kontrol eden doktor, “Hastaneye götürmemiz lazım.” dedi. Dördü bir olup adamı kaldırdılar, kahvehanenin önüne çıkardılar. Rıza alelacele kahvehaneyi kapayıp, kapıyı kitledikten sonra hastaneye doğru yollandılar. Ne sandığın açık kaldığının farkına vardılar ne de biraz gerisindeki pencerenin.
*
“Fırsat bu fırsat Karagöz’üm.” diye fısıldadı Hacivat, pencereden giren ay ışığı sakalını aydınlatırken, “sandık da açık pencere de. Sonunda kurtuluyoruz tahta zindandan!”
Karagöz cevap vermedi Hacivat’a, biraz sonra endişeyle, “Usta öldü mü sence,” diye sordu.
“Bırak şimdi ustayı. Besbeter olsun. Sandığın kapağını bir daha açık bulamayız, haydi acele et iki gözüm, çıkalım bir an önce.”
Tam yürümeye başlamışlardı ki Tuzsuz Deli Bekir, “Hiiiieeeyt, nereye gidiyorsunuz,” diyerek bir anda bitiverdi yanlarında. Nereden geldiğini anlamamışlardı. Bir elinde şarap testisi, öbür elinde kol boyu kama. Çok sarhoştu. Sorusu cevapsız kalınca kamasının ucuyla Hacivat’ı dürttü, “Konuşsanıza be, dilinizi mi yuttunuz?”
“Biz gidiyoruz.” dedi Hacivat, Bekir’in baygın gözlerine bakmamaya çalışarak.
“O kadarını anladık be, nereye gidiyorsunuz sen onu de.”
“Sandıktan da ustadan da kaçıyoruz!”
Bekir ilk başta tepki vermedi, birkaç saniye sonra garip sesler çıkartarak gülmeye başladı. Gülen birinden çok, böğüren bir domuza benziyordu. Bacakları daha fazla dayanamadı, yere düştü. Yerdeyken de katıla katıla gülmeye devam etti. Sonra ansızın avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı:
“Hiiiiiieeeyyyt, herkes buraya gelsin, eğlence var, eğlence! Gelmeyeni oyarım ha, ona göre!”
Sesi duyup meraklanan ama daha çok da Bekir’in gazabından korkan tasvirler, birer birer yanlarına gelmeye başladı. Üçünün etrafında her yeni gelenle genişleyip daha da büyüyen bir halka oluştu. Birkaç dakika sonra zavallı Beberuhi dışında herkes halkadaydı. Çelebi, Zenne, Kanlı Nigar, Salkım İnci, Yahudi, Ermeni, Kayserili, Bolulu… Her vakit kafası dumanlı, ağzı şaraplı Tiryaki bile gelmişti uykusundan uyanıp. Kimseden çıt çıkmıyordu. Sandığın içinde Bekir’in çirkin kahkahaları yankılanıyordu sadece.
Bir süre sonra güçlükle ayağa kalkan Bekir, Karagöz’le Hacivat’ı göstererek, “Aha şu ikisi sandıktan kaçacakmış,” deyince bazı tasvirler de Bekir’le beraber gülmeye başladı. Bekir daha ciddi bir tavır takınarak devam etti, “Ulan kaz kafalı, kıçı boyalı, kof yürekli hergeleler sizi… Sandıktan kaçmak da neymiş? Velinimetimiz ustamız, güzel tahta sandığımız olmasa biz, biz olur muyduk? Ustamız hepimizi önce çizdi devenin derisine, sonra da oydu binbir emekle. En güzel kök boyalarla boyadı, can verdi, isim verdi. Sizin bu yaptığınız nankörlük değil mi?”
“Değil.” dedi Karagöz, “Evet, can verdi, birer de isim. Peki ya özgür müyüz? Özgür olmadıktan sonra canın kıymeti ne? Usta ne dilerse onu yaşıyor, ne isterse onu söylüyoruz. Artık Hacivat’la dövüşmek, her lafı yanlış anlayıp kendimi gülünç duruma düşürmek istemiyorum.”
Bekir, “Laflara bak laflara…Komünist mi oldunuz ulan başımıza? Tüh senin sakalına, kalıbına,” dedikten sonra Karagöz’ün yüzüne okkalı bir balgam attı.
Karagöz gömleğinin ucuyla yüzünü silerken, “Karagöz haklı,” diye bir ses yükseldi arkalarından. Kanlı Nigar halkadan ayrılmış, yanlarına geliyordu.
“Vay… Nigar Hanım, sen de mi kaçacaksın yoksa,” dedi Bekir Kanlı Nigar’ın yanağından makas almaya çalışarak. Nigar kendini geri çekince eli havada kaldı kabadayının.
“Bana bak Bekir, belindeki kamaya güvenip kendini sandığın efendisi sanma. Sen kabadayılığı ustanın eliyle, diliyle perdede yaparsın ancak.”
Bekir, Nigar’a yaklaştı, aralarında yarım adım mesafe kalınca durdu. Kadını şöyle bir baştan aşağı süzdükten sonra küçümser bir şekilde, “Sen karışma,” dedi.
Bu sefer Nigar Bekir’e yaklaştı, yarım adımlık mesafe yok oldu. Burunları birbirine değecekti neredeyse. “Asıl sen karışma,” dedi Nigar, “isteyen gider, isteyen kalır. Sana ne oluyor?”
Bekir öfkeyle, “Ustaya yapılan nankörlüğü kendime yapılmış bilirim. Adam canıyla uğraşsın, siz burada kaçış planları yapın. Sığar mı ulan bu yiğitliğe? Hadi diyelim çıktınız sandıktan…Sonra? Tasvirsiniz siz, tasvir. Haddinizi bilin!”
“Bırak da sonrasını biz düşünelim,” dedi Nigar, Karagöz’le Hacivat’ı göstererek ve onlara bakarak devam etti konuşmaya, “Kabul ederseniz, ben de geliyorum sizinle.”
Bekir kamasını ansızın Nigar’ın boynuna saplayıverdi. Zavallı kadın çığlık bile atamadan kafası yırtılıp ayaklarının dibine düştü. Kanlı Nigar’ın güzel, zarif boynundan vücuduna oluk oluk kan akarken tasvirler dört bir yana dağıldı. Hacivat, önünden geçen Bolulu’nun satırını kaptığı gibi Bekir’in üstüne atıldı.
*
Rıza, elindeki tepsiden bir çay alıp kaşına pansuman yapılmış yaşlı karagözcünün önüne yavaşça bıraktı. Tam başka bir masaya yönelmişti ki yarı yolda durdu, geri döndü.
“Usta yanlış anlama ama sana bir şey diyeceğim,” dedi, çekinerek. Yaşlı karagözcü, başını hafifçe salladı, Rıza’nın konuşmasını bekledi.
“Çok fena dövmüşsün Selim’i. Sabah geçti buradan, içim cız etti valla çocuğun o halini görünce. Bilerek düşürmemiş ki seni. Sabaha kadar hastanede uyanmanı bekledi o gün çocukcağız.”
Karagözcü sandalyesinde hızla doğruldu, öfkeyle, “Beni düşürdüğü için dövmedim,” dedi. Ayağının dibindeki tahta sandığın kapağını açarken Rıza’ya yanına gelmesini işaret etti.
“Baksana şunlara Allah aşkına,” dedi sandığın içini göstererek, “Kanlı Nigar’la Tuzsuz Deli Bekir’in kafalarını koparmış. Yetmemiş, bir de kırmızıya boyamış ikisini de.”
“Emin misin Selim’in yaptığına,” diye sordu Rıza tasvirlere bakarken.
“Emin olmaz olur muyum, bak, bunu cebinde buldum,” dedi yaşlı karagözcü çamur lekeleriyle dolu Beberuhi tasvirini sandıktan alıp Rıza’ya gösterirken.
Karagözcü tasviri içine koyup sandığın kapağını kapattı. Sigarasını yaktıktan sonra anlatmaya devam etti, “Asıl mesele bunlar da değil Rıza. Karagöz’le Hacivat kayıp. Oğlum, dedim. Nereye koyduysan söyle affedeyim seni. Onlar olmadan olmaz, onlar bizim ekmek teknemiz. Söz, kızmayacağım. Bildiğin yalvardım parmak kadar çocuğa. Ama yok, bir türlü söyletemedim. Nuh diyor peygamber demiyor hergele. Ben de en sonunda dayanamadım.”
“Buldun mu peki?” diye sordu Rıza, biraz da kendini düşünerek. Karagöz gecelerinde çay, kahve iyi satılıyordu kahvehanede.
“Bulamadım.” dedi yaşlı karagözcü sigara dumanı dudaklarının kenarından havaya karışırken, “yenilerini yapacağım, deri gelmesini bekliyorum. Birkaç güne hazır olur.”




Yorumlar