top of page

Öykü- Neslihan Bağlaç - Afet-i Devran

  • Yazarın fotoğrafı: İshakEdebiyat
    İshakEdebiyat
  • 12 dakika önce
  • 7 dakikada okunur

Uzun sürmüş bir gecenin yorgun gözleriyle kapının anahtar deliğini aradı elleri. Yukarı aşağı, sağa sola derken nihayet anahtarı yuvasına sokmayı başardı. İçeri adımını atar atmaz ayakkabılarını fırlattı ayağından, çantasını da koltuğa savurdu. Başı ağrıdan çatlıyordu. Mutfağa yönelip ağrı kesici attı ağzına, üzerine de koca bardak su içti. Birkaç saat kestirsem iyi olacak, diye düşündü. Çantasından telefonu çıkarıp alarmı açtı. Birbirine dolaşan adımlarla kendini yatağa bıraktı. Hızla akan zaman nehrinde bir sandalı andıran yatağın içinde, pozisyonunu bir milim değiştirmeden deliksiz uyudu. Akrep ve yelkovan maraton koşucuları gibi birbirlerini kovalamış, bitiş çizgisine çabucak varmıştı. Telefonun alarmı saat tam on ikide, “Wow! I feel good...” ile çalmaya başladı. “Hassiktir!” diyerek sıçrayıp kafasını yatak başlığına şiddetli bir şekilde çarptı. Her seferinde kolunu, bacağını, kafasını bir yerlere vurmaktan bıkmıştı bu şarkı yüzünden. Tek seferde uyanmasını garantiye almak için seçtiği müziği, rastgele seçtiği bir alarm sesi ile değiştirdi. Bundan sonraki uyanmalarını değil ama kafasını gözünü garantiye aldığını düşünerek içini biraz olsun rahatlattı. Yatağın içinde bir süre gerindi tembel tembel. Sonra gözü etraftaki dağınıklığa takıldı... Ama ne takılma. Oraya buraya fırlatılmış kıyafetler, çoraplar, işe gitmeden önce denenmiş fakat yerine koymaya üşenilmiş ayakkabılar, şifonyer üzerinde duran koca saç yumağı ve bir parmak toz. “Kalk Afet, kalk. Bugün bu evi adam etmelisin, yoksa işin çok zor.” diyerek yataktan kalkıp mutfağa doğru uzadı. Tezgâhın üzerinde duran bardak ve tabakları makineye yerleştirmekle başladı işe. Ağzına attığı bir iki zeytin, bir parça ekmekle kahvaltı işini ayak üstü halletti. Pencerenin kenarına gidip dışarı bakmak istedi ama camlar o kadar kirliydi ki Ortadoğu filtresi çekilmişti sanki. Hemen banyodaki kovaya su doldurdu. Bu işler için kestiği eski atlet parçalarından bir tanesini çekiştirdi dolabın içinden. Suya koyacak uygun deterjan aradı ama bulamadı. Dışarı çıkıp Camsil almayı düşündü önce. Sonra giriş kattaki ihtiyarla karşılaşma ihtimaline karşılık bu fikrinden vazgeçti. “Moruk pezevenk!” diye bağırdı. Giriş katta oturan ihtiyar komşusu, Afet’in gece geç saatlerde apartmana giriş çıkışlarından rahatsız olmuş, onu ev sahibine şikâyet etmişti. Onun bu şikâyetinden sonra Afet’le ev sahibi arasında sürtüşme çıkmış, ev sahibi onun evden çıkmasını istemişti. Kiraya zam yapma teklifi sunan Afet ancak bu şekilde ev sahibini ikna edebilmişti. Bu yüzden ihtiyarla karşılaşıp sinirlenmek istemiyordu. “Ne koysam şu suyun içine,” derken annesini hatırladı. Annesi sirke damlatırdı suya. Hatırlıyordu, komşuları Nezaket teyzeyle konuştuklarında da söylemişti annesi, öpücük atar gibi uzattığı dudaklarına beş parmağını birleştirip koyarken, “Ayy... Kız Nezaket, suya biraz sirke damlat da gör, o camlar nasıl şıkır şıkır parlıyor,” diye. Yarım çay bardağı sirke koyduğu suyla camları silmeye salondan başladı Afet. Bir yandan da akşama ayaklarını uzatıp keyif yapma planı yapıyordu kafasında. Nasıl olsa iki gün işe gitmeyecekti, onun yerine Meltem gidecekti işe. Akşama patlatırım mısırımı, açarım yanına biramı, izlerim Şerbomu... Ooh! Mis, diyerek kafasının içinde hazırlık yapıyordu. Ta ki telefon çalana kadar. Arayan, patronu Kâzım’dı. “Afet, akşama çok değerli bi misafirim var, mutlaka senin ilgilenmeni istiyom. Ne yapıyosan bırak, akşama hazırlan. Taam mı?” diyordu Kâzım telefonun diğer ucunda.

Afet, hayalleri yıkılmış küçük çocuk edasıyla, “Ama abi yaa, oldu mu şimdi bu? Ben tam yayılmışım, kendimi eve vermişim, sen hazırlan gel diyorsun,” derken nefeslenip devam etti, “son dakka golü atıyorsun bana, ayıp abi ama.”

“Kız mağdur etmicem seni. Ekstranı vericem merak etme. Üstüne de üç gün izin. Ha, geliyon di mi?”

“Tamam. Helâl olsun, yine kandırdın beni.”

“Hadi bakim, güzel hazırlan. Güveniyom sana.”

Telefonu kapatırken, “Şerbo merbo yalan oldu vallaha. Yine sarhoş nefesi koklamak düştü payımıza,” diyerek kalkıp hazırlanmaya başladı. Önce saçını fönledi, sonra geçenlerde bir butikte düşeş yakaladığı parlament mavisi payetli elbiseyi giydi, altına da lacivert platform topuklu ayakkabısını. Allahtan protez tırnaklarımla, dudak dolgumu yenileme işini geçen hafta halletmişim, diye düşünerek sevindi. Makyajının son dokunuşunu kırmızı rujuyla tamamladı. Boy aynasının karşısında dolgun göğüslerini elleriyle alttan yukarı doğru dikleştirdi, kıçına bir şaplak atarak bastı kahkahayı. “Hadi kızım Afet, göreyim seni... Çıldırt şu herifleri.”

***

Uzun sürmüş bir gecenin yorgunluğu, tek bir kişi hariç hepsinin gözünden okunuyordu. Biten vardiyanın ardından, kiminin gözleri yatağa varamadan kapanmak üzereyken kimi aheste aheste iş kıyafetlerini çıkarmaya çalışıyordu. Cemil ise ondan beklenmeyecek bir atiklikle üzerini çoktan değiştirmişti. Gözlerinden uyku akmak yerine enerji fışkırıyordu adeta. “Haydi herkese eyvallah, görüşürüz,” deyip kendini koşar adım fabrikadan dışarı attı. Onu bu kadar heyecanlandıran, dün oynadığı at koşusundan kazandığı paraydı. Ganyan bayisinde çalışan Ali ona dün, elinde otuz bin olmadığını, yarına ayarlayacağını söylemişti. İşte bu heyecanla kendini ganyan bayisinin önünde buluverdi Cemil hemencecik.

Ali parayı hazırlamış, kasadan çıkarırken sordu Cemil’e. “Eee Cemil Abi n’apıcan parayla? Geçenlerde oğlanın dershane kitapları alınacak diyordun, onları alırsın herhalde.”

“Yok olum ya, ne dershanesi, otursun aşağı eşşoğlusu... Okuyup da başımıza bilim adamı olacak sanki! Hamdi Abi’yle konuşucam, liseyi bitirir bitirmez fabrikaya, yanıma aldırtıcam hırboyu.”

“O zaman yengeye takı tuku bir şeyler alacaksın öyleyse.”

Ne alıcam o kokarcaya be, günahımı vermem o karıya. Abisinin evinde düşük kiraya oturduğumdan çekiyorum onun kokuşmuşluğunu. Kadın, kadın değil yürüyen lahmacun mübarek. Kadın dediğin güzel kokar, sürüp sürüştürür ama bunda nerdee. İçim dışım soğan, sarımsak kokuyor bunun yüzünden, demek istedi ama diyemedi. Başını sağa çevirirken, sirke yutmuş gibi yüzünü ekşitti.

“Hayırdır abi, bi yerin mi ağrıyor?”

“Yengen pazardan küçük baksır almış, biraz sıkıştırdı sıçtığımın donu,” derken apış arasını çekiştirdi konuyu dağıtmak için ama Ali pes etmedi...

“Yenge diyordum, sevmez mi takı tokayı?”

“Yok be Ali, yengen biraz tuhaf, sevmiyor öyle şeyleri.”

Allah Allah, dercesine gözlerini kısıp dudaklarını büzdü Ali.

“Olum kazandığım para atla deve değil ya, otuz bin liracık. İki güne eriyip gider cebimden, bulur yerini. Hadi bana eyvallah. Kendine iyi bak, görüşürüz koçum,” deyip parayı cebine sokuşturarak ayrıldı ganyan bayisinden. Aslında Cemil, paranın yerini çoktan hazırlamıştı. Kafasına koymuştu da Ali’ye renk vermemişti. Geçen ay terfi işini konuşmak için ustabaşı Hamdi’yle gittikleri Denizatı Gazinosu’na gidecekti. Yan masalarında oturan kadın aklından çıkmıyordu. Duruşu, oturuşu, endamı, içki kokularının arasında bile burnuna dolan mis gibi yasemin kokulu parfümü... Kadın gibi kadındı Afet. Afet-i devran diyerek dolanmıştı bir ay boyunca da cepte para yoktu. Şimdi şans ayağına gelmişti. Bu gece masasına konuk edecek, vur patlasın çal oynasın, felekten bir gece çalacaktı Afet’le. Ayakları geri geri gitse de hazırlanmak için evin yolunu tuttu. Evin kapısını açtığında karısı mutfakta yemek pişiriyordu. Kavrulmuş soğan kokusunu, ta sokağın başından almıştı zaten. Kapıyı kapatmasıyla karısı seslendi,

“Cemil, sen misin?”

“Başka birini bekliyormuş gibi soruyor bir de. Sanki yollarıma gül dökecek,” diye mırıldandı Cemil.

“Sana diyorum Cemil, duymuyor musun?”

“Benden başka kim olacak, benim. Ne sorup duruyorsun,” diyerek mutfak kapısında belirdi Cemil.

“Aman ne bileyim, soruyorum işte. Aç mısın? Taze fasulye yaptım, yanına da cacık. Yer misin?”

“Yok, aç değilim,” dedi cacığın içindeki sarımsağı düşünerek. “Hazırlanıp çıkıcam. Yine Hamdi Abi’yle buluşup şu terfi işini konuşucaz.”

“Ne hallolmaz terfiymiş bu böyle. Bak, geçen gittiğindeki gibi yine abim ararsa karışmam. Aradığında sorup duruyor, niye evde durmuyor diye.”

“O da ben evdeyken aramaz. Ne zaman dışarda olurum, hep o zaman arar. Uydur sen de bi şeyler... Yorgun, uyuyor falan de.”

Cemil karısını ikna ettikten sonra güzelce duşunu aldı. Gardıroptan çıkardığı bej rengi pantolonuyla siyah gömleğini giydi. Saçlarını briyantinle şekillendirip kayınçosunun Fransa’dan getirdiği parfümü üstüne boca etti. Kapıyı çekip cebindeki şansı ovuşturarak, yoldan bir taksi çevirdi. Denizatı Gazinosu’nun yoluna vurdu kendini.

***

Gazinoya girer girmez çeşit çeşit mezeyle donattırdı masasını Cemil; bir de ufak söyledi. Rakı, mezeler, müzik... Hemencecik çakırkeyif oldu. Felekten çalacağı geceye esrik adımlarla girişini yapıyordu. Keyifçiler için saat henüz erken olduğundan masalar tam dolmamıştı. Cemil, müziğe eşlik eden alkışlarına erken başlamıştı ki kapıda Afet’in, garsonun yanağından makas alarak gazinoya girdiğini gördü. Keyfine heyecan eklenirken kadehindeki rakıyı fondipledi. Bir anda gözden kaybolan Afet’e bakındı etrafta. Göremeyince Afet’in, yanağından makas aldığı garsona seslendi.

“Şşştt... Koçum, bak bakim buraya.”

“Buyur abi, bir isteğin mi var?”

“Var koçum. Şu az önce gelen hanımefendinin masama teşrif etmesini istiyorum. Bak başkası değil ha, Afet Hanım,” derken garsonun cebine hatırı sayılır bir bahşiş sıkıştırdı. Haber vermeye giden garsonun arkasından, “Ha koçum, şu mezeleri de bi tazelersin,” diyerek göz kırptı uzaktan. Garson, gazinonun sahibi Kâzım’ın odasına gitti haber vermek için. Kâzım, özel misafiriyle birlikte viskisini yudumluyordu. Karşısında ıkınıp sıkılan garsonu görünce sordu garsona:

“Hayırdır olum, bi sıkıntı mı var?”

“Abi şey... ııı... bir müşteri... şey...”

“Olum söylesene, konuşmayı yeni öğrenen bebeler gibi kıvranıp duruyon.”

“Abi, Afet Abla’nın bugün konsa çıkmayacağını söylemiştin ama bir müşteri özellikle onu masasına istiyor.”

“Vay, o kim oluyormuş! Anası güzel miymiş pezevengin? Durumu anlat, yesin içsin, siktir olup gitsin. Canımı sıkmasın akşam akşam.”    

Garson bir süre sonra Cemil’in yanına döndüğünde, Cemil iyiden iyiye kafayı bulmuştu. “Çal, Afet için çal, Afet-i devran için çal,” diye naralar atıyordu çalgıcılara doğru. Garson, gürültülü müziğin arasında Afet’in başka bir işinin çıktığını, gelemeyeceğini söyledi Cemil’e fakat Cemil tam duyamadı garsonun söylediklerini. Gözlerini kısıp elini kulağının arkasına koyarak garsona doğru eğildi Cemil.

“Abicim, Afet Abla diyorum, bu akşam senin masana gelemez. Patronun önemli bir misafirini ağırlayacak bu akşam.”

“Ne diyosun koçum sen? Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu? Ben bu gecenin hayaliyle uykusuz kalmışım, Afet Hanım’la sohbet etmek için masa donatmışım, sıçtırma patronuna şimdi. Çağır Afet Hanım’ı hemen, tadımız kaçmasın.”

“Abi, efendi efendi rakını iç, sonra da efendice kalk evine git. Kimsenin huzurunu kaçırma. Afet Abla bu gece senin masana gelemez, o kadar,” deyip yan masayla ilgilenmeye gitti garson.

Yok, patron falan hikâye, kesin aralarında bir ilişki var bu garson lavuğuyla Afet’in. Boşuna mı yanağından makas aldı puştun, diye düşündü Cemil. Kafasının içinde onları flört eden sevgili konumuna oturtup kinlendi. Sarhoşluğun verdiği cesaretle, masanın üzerindeki bıçağı kaptığı gibi hışımla koşarak garsonun bacağına sapladı. Yetmezmiş gibi etrafında garsona saplayacak başka bir şeyler ararken, canı yanan garson ondan önce davranıp eline geçirdiği çatalı Cemil’in omzuna daldırdı. Hemen onları ayırmaya gelen görevliler, daha fazla çatal ve bıçağın havalanmasına izin vermediler neyse ki. İkisi de ahların ofların arasında birbirlerine öfkeyle bakıyordu. Onlar iki yanda sızlanırken, görevliler ambulansı ve polisi aradılar. Ambulanstan önce devriye gezen polisler geldi gazinoya. Komiser herkese olayla ilgili kısa sorular sorup olayın neden çıktığını kavradı. Herkesin kimliğini toplayan polis memuru Sedat, komiserin yanına sokularak bir sorunları olduğunu söyledi.

“Sedat, bir şeyi de bir kerede söyle. Afet değil de neymiş kadının adı? Mehtap mı, Derya mı, Alev mi, ne?”

“Komiserim, sorun da tam olarak bu zaten. Kimlikteki isim kadın değil, erkek ismi. Ahmet Devran olarak geçiyor kimlikte.”

Bacağındaki bıçakla bir tarafta garson, omzundaki çatalla öteki tarafta sızlanan Cemil, sızlanmalarına ara verip kocaman gözlerle birbirlerine baktılar şaşkınlıkla. Kâzım, Kâzım’ın önemli misafiri, bütün çalışanlar birbirine şaşkınlıkla bakıyordu. Sinirleri bozulan komiser bastı kahkahayı...

“Ulan bütün bu çatal bıçak savaşı bir erkek için miydi? Desene Sedat, Ahmet Devran oldu sana Afet-i devran, etti bunları yerle yeksan... Hah hah hah haa... Sen bekle bunların başında Sedat, ben bu kepazeliğe daha fazla katlanamam.”

Ben bu tufaya nasıl geldim, madara olacağım cümle aleme, diye düşündü Cemil... Yüzünü buruşturarak sızlayan omzundaki çatala bakarken, burnuna bir koku geliyordu. Tanıdık bir kokuydu bu. Soğan kokusu.


Neslihan Bağlaç 

コメント


bottom of page