top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Serhat Tokmak- Mavi Nevresim

Tekdüze, rahatsız edici çınlayan bir sesin kaynağını tespit etmek için kulak kesildin. Ses bazen çok yakınında hatta tam şurası diyecekken dağılıyor her yere. En uzak noktaya. En uzak noktayı görecekmişsin gibi bakışlarını camdan dışarıya, rüzgârın etkisiyle ağır ağır sallanan çam ağaçlarına, zirvesi her daim karla kaplı Süphan Dağı'na çevirdin. İkindi üstü; açık pencereden içeri dolan rüzgârın etkisiyle uçuşan tül perdeler, salonun tabanına yansıyan pastırma yazının soluk ışığından dolayı bir devinim halindeki gölgeler, senin tenha kalan yanlarını çoğaltıyor hüzünle. Yitirilen bir şeyin yasını tutar gibi boşluktasın. İçe kapanman boşluğun alameti. Nicedir dışarı çıkmadın. Dışarının bitkinliği bedenini asit gibi eritirdi. Bedeninin bitkinliği ama daha çok evde olmamanın bitkinliği. “Neyiniz var?” Sorusunu yüzüne bakmadan önündeki kâğıdı karalayan doktora, “Dışarının kıyıcılığı bir şarapnel parçası gibi bedenime değip darmaduman etmiş parçalarımı dört yana saçmış gibi bitkinim doktor.” Başını kaldıran doktor, “Evet neyiniz var? Sizi dinliyorum sıradakiler bekliyor,” diyerek ikinci kez sorunca kuru bir sesle, “bitkinim,” diyorsun.

Oturduğun yerden kalkmadan, hareket etmeksizin salondasın. Sehpanın üzerinde bilmem ne zamandan beri biriken bardaklara, yarıda bırakılmış birkaç kitaba, “bitkinlik” şikayetiyle gittiğin hastaneden soğuk algınlığı tanısıyla yazılan poşette kullanmadığın ilaçlara kayıyor bakışların. Uzaklardan duyulan çınlayan sese mutfak lavabosunun gevşek musluğundan damlayan ses, duvar saatinin tik takları dışardan gelen korna böğürtüleri, apartmandaki sesler eşlik ediyor.

Bölük pörçük anılar geçiyor gözünün önünden. Yokuş yukarı çıktığın yollar, umutla bakıp eli boş döndüğün posta kutuları, hafta sonları gittiğin mezarlık ziyaretleri, şekillenmene tahribatına maruz kaldığın kurumlar, seni güçlü kılan yarenlik ettiğin kişilerin birer ikişer uzaklara gitmeleri...Zaman nobran bir aşınmışlıkla yalınkat bir yaşamı sunuyor sana.

Katmerleşen, harlanıp yalazlanan köz köz yalnızlıklardan, hortlayan fasit dairelerden, günün her vakti heba edilen bekleyişin sözcüklerini yana yakıla suskunluğun kuyusuna atmaktan, ısıran gülümsemelerden, ferasetin eşiklerini aşındırmaktan, kalabalıktan, tarazlanan seslerden, umarsızlıktan, vakitsiz mevsimlerden, zihnine üşüşen varoluşu bertaraf etmek adına arşınlanan taşra caddelerinden gitmenin mecburiyetinden, kalmanın acizliğinden muzdaripsin. Belki de yapacak daha iyi bir şey bilmediğin için bekliyorsun. Anılar silikleşene kadar.

Hava kararınca ayağa kalkıp salonun penceresini kapatıyorsun. Açlıktan karnın gurulduyor. Karanlıkta el yordamıyla mutfağa gidiyorsun. Mutfak masanın üzerindeki bayat ekmeği yokluyorsun. Taş gibi sert. İştahın kaçıyor. Guruldayan karnının açlığını bastırsın diye lavabonun gevşek bataryasına ihtimam göstererek musluğu açıp iki bardak suyu nefes almadan kafana dikiyorsun. Musluğu kapatınca bataryanın gevşek yerinden su daha çok damlamaya başlıyor. Gevşek yeri sıkmak için alet edevatların içinde olduğu ayakkabı kutusunu buzdolabının üstünden alıyorsun. Kutuda tornavida, metre, birkaç somun, paslı bir pensenin dışında işine yarayacak alet yok. Penseyi açmaya çalışıyorsun. Güç bela, pensenin paslı ağzını açma girişiminden sonra, bu sefer bataryanın gevşek yerini sıkman güçleşiyor. Bataryayı sıkınca sızıntı artıyor büsbütün. Önceki halinin pişmanlığı sarıyor seni. Ters yönde çevirince sızıntı artıyor yine. Su yüzüne fışkırıyor. Islanıyor üstün başın. Ne yana çevirsen -dönsen- nafile. Elin koynunda kalıyor. Raftan aldığın tencerenin koluna penseyi iliştiriyorsun. Yarın, diyorsun, bir çözüm bulurum. Eline yüzüne bulaştırdığın her işe bulduğun geçici çözümlere bir yenisi daha ekleniyor.

Balkona çıkıyorsun. Gece karanlık bir örtü gibi şehrin üzerine çöreklenmiş. Pırpırlanan sokak lambalarının aydınlattığı bomboş caddeye bakıyorsun. Kaburgaları sayılan siyah bir köpek, tepeleme yığılan çöp konteynerine yaklaşıp kokluyor. Konteynerin köşesine takılan poşet rüzgârdan hışırdayınca köpek kuyruğunu kıstırıp havlıyor birkaç defa. Havlama sesi binalardan yankılanınca köpek savunmaya geçip daha çok havlıyor. Havlama ve yankı ekseninde yorulan köpek kulağını indirip karanlıktan kayboluyor gözden.

Balkonun korkuluklarına abanıp boşluğa bakıyorsun. İçindeki boşlukta sallantıdasın. Gözlerini sımsıkı kapatıyorsun. Bıraksan kendini. Baktığın boşluğa bıraksan. Bir süre yere paralel gittikten sonra... Bitecek her şey. Seni kaybetmenin acısıyla kendi içlerine, geçmişlerine dalacak kimse yok.

Gözlerini açıyorsun usulca. Derken karşı binanın zemin katından süzülen ışık huzmesi gözlerini kamaştırıyor. Lambası açık pencereden yer yatağında birinin uzandığını görüyorsun. Gecenin ilerleyen saatlerinde. Sanki zamanın sınırların çok ötesinde uzanıyor. Uzun süren hayatın ve ölümün ötesinden. Onu orada perdesiz, lambası açık, mavi nevresimler içinde yer yatağında bir teslimiyet durumunda uzanmış görüyorsun. Başı yastığına gömülmüş ve sağ tarafına dönük olduğu için uyuyup uyumadığını bilmiyorsun. Başındaki saçlar seyrek ve ak. Yüzünü yaşını merak ediyorsun. Yeni taşınan biri olma ihtimali aklından geçiyor. Bildiğin tek şey her şeyin çok ötesinde kayıtsız bir şekilde yer yatağında uzandığı. Odanın içi yer yatağının dışında tamtakır. Üzerine daha önce hiç hissetmediğin bir ağırlık çöküyor. Korkuluklara sımsıkı tutunup kukumav kuşu gibi düşünüp duruyorsun. Yalpa vura vura yürüyerek içeri giriyorsun. Bıkkınlık ve bitkinlikle uzun zamandır nevresimlerini değiştirmeyi ihmal ettiğin yatağa atıyorsun kendini.

Bazen uyuklayıp yataktan sıçrayarak sağına, soluna dönüyorsun. Tavana dikiyorsun kan çanağına dönmüş gözlerini. Sesler ve görüntüler zihninde çetrefil bir hal alıyor. Sesinin yankısına havlayan siyah köpek, balkonun korkuluklarından kendini boşluğa bırakmak isteyen sen, yer yatağında teslimiyet halinde uzanan adam dairesel bir şekilde dönüşümlü yanılsamayla yer değiştiriyor. Duyulur duyulmaz bir sesle, “Mavi nevresim,” deyip devamını getiremiyorsun. Sayıklıyorsun. Göz kapakların ağırlaşıp uykuya dalana dek.


Serhat Tokmak



2 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page