Öykü- Sevim Alkan- Aynının Aynası
- İshakEdebiyat

- 3 gün önce
- 4 dakikada okunur
Koridorda süzülüyorum. Süzülmüyorsun. Evet, süzülüyorum. Kambur sırtımın izin verdiği kadar yürüyor gibi gözüküyorum. Yavaşım. Bir o kadar da uyuşuk. Tepkisiz bir çehre, üstten bakan gözler ve suskun bir ağız. Ve beni böyle tasvir eden bir başka ruh. Bu hakkı kendinde nasıl bulabiliyor? O da senin gibi bir insan, şaşma. Şaşırmadım. Yerime oturuyorum sakince. Kimseyle göz göze gelmemeye özen gösteriyorum bir yandan da. Neden? Sana bakarlarsa konuşabilirler. Konuşsunlar. Konuşurlarsa felaketin olur. Olsun. Yan masaya kulak kabartıyorum terbiyesizce. Şen kahkahaları çalınıyor kulağıma. Gülen ben miyim yoksa? İsmim zikrediliyor, karmaşık bir soru için. Bilmiyorum Sayın Yetkili. Ben çoğu meseleyi bilmem ki. Sorup duran sizsiniz. Cevap alma umudunu taşıyan da. Burada ben ne oluyorum o halde? Sıfatsız.
Turuncu kapı çalınıyor. Hiç de sevmem turuncuyu. Bana başarısızlık senaryolarını anımsatır. Korkarım. Çalınan kapının ardından Resmiyet giriyor. Buyrun, diyorum. Ben Resmiyet, diyor. Hoş geldinle karşılıyorum Resmiyet’i. Somurtuyor. Yahu, diyor. Hoş geldinle karşılamak da nereden çıkmış. Adı üstünde resmiyetmiş o. Ona bakmamalıymışım. Bakarsam eğer, başım yanarmış. Bakmadım. Size yemin ederim ki, göz ucuyla bile bakmamaya özen gösterdim. Göstermedin. Gösterdim. Bu sefer o baktı bana. Baktıkça ruhumu deşti. Kesiklerinden oluk oluk kan akan ruhum korktu. Bir yara bandı gerek, dedi. Buldum. Bir bana, bir de yara bandına baktı. Bastı kahkahayı. Hâlâ mı, dedi. Yara bandının eskiliği güldürmüş onu. Zalimlik de bu ya, güldükçe daha çok kan akmış. Aktıkça yenilenmiş, yenilendikçe sıska birine dönüşmüş. Eskilerde şişmanmış. Verilen bedene sığmazmış. Güldükçe güler, güldüğü yerlerden büyürmüş. Şimdilerde acı veriyormuş. Akan kanlar tescilledi ya bunu! Tescillenmedi. Tescillendi. Kim tarafından peki? Ben tarafından tabii. Sen kimsin ki? Sıfatsız.
Yaşanan anılar ürkütürmüş seni. Ben kimdim ki? Hatırlayamıyor musun hala? Yok. O zaman vur patlasın, çal oynasın. Yanımda oturan beden beni yüceltirmiş. Yüceltmezdi yalnız. Ne yapardı peki? Severdi seni. Beni. Yanındaki bedenin sevgisini kaldıramıyorsun da, ondan tüm bu yakınmaların. Kaldırıyorum, niçin kaldıramayım? Zayıfsın da ondan. Zayıflık bir ölçüt biçimi mi yani? Bilmiyoruz.
Saate bakıyorum. Geçip giden zamana şaşmak da eskide kaldı. Artık zaman geçmiyor. Geçmeyen zamanın içinde savruluyorum. Savrulmuyorsun. Doğru.
Süzülüyorum. Bedenimle ve ellerimle. Tıpkı bir balerin gibi. Nazikçe. Süzülüyorum. Tüm rüzgarı ve bulutları, tüm ağaçları ve sardunyaları da beraberimde götürüyorum. Doyumsuzsun. Evet. Dünyaya doyumsuzum. Yaşamaya susuyorum. Buna rağmen süzülüyorum. Hep süzülmek istedim. Süzülüyorsun. Sen hep bunu istedin.
Hadi be ordan, diyorlar arkamdan. Duyabiliyor bunu kulaklarım. Süzülüyor olma ihtimalim güçlerine gitmiş olmalı. En ince ayrıntısına kadar işitiyorum tüm kelimeleri. Zannediyorlar ki, bu ağız hiç konuşmayacak. Tek bir kelime bile düşmeyecek dudaklarından. Öyle sanmaları olası değil mi sence de ama? Sen sus, ama ile bitirilmez cümle. İlk önce yol yordam öğren de öyle gel yanıma. Gel ve beni azarla. Yanlışlarımı tükür yüzüme. Ancak o zaman rahatlayacağım. Ancak o zaman bileceğim ki, ben bir benim, benden ötürü. Benliğimden yakındığım dertlerin kaçıncısıdır dersin bu ağıt? Ağıt deme. O konulara hiç girme. Niye, neyi anımsadı yine o küçük zihnin? Hangi acı kıvrandırdı bedenini hiçbir güce bile gerek kalmadan? Söyleyemiyor musun? Ben anımsatmayı beceririm ama. En kötü anında kıskıvrak yakalarım ruhunu. Fısıldarım acıları birer birer. Sen de yutarsın onları açgözlülüğün. Tek bir lokma bile bırakmazsın kenarda. Korkarsın. Korkarım. Kimse de anlamaz ki bu ikilemi. Bir cevap buyuran görüyor mu birileri? Yok. Öyleyse susalım. Susayım. Böyle de yaşanır mı dersin? Yaşanır tabii, öyle bir yaşarsın ki, yüzün yüzünden utanır. Bakamazsın aynalara. Ellerinin terini silecek tek bir kumaş parçası bulamazsın ortalıkta. Oturduğun yerler kayar kalçalarından. Tutunacak tek bir tutunamayan bile bulamazsın ortalıkta. Evet, yaşanıyormuş harbiden. Dert edilecek bir mesele de yokmuş ortalıkta. Öyleyse söyle bana, neden bocalayıp duruyorum? İnsanlar niçin arkamdan oyunlar oynayıp durur? Bu ağız niçin konuşmaz? Sen neden susmazsın? Ben neden kendimi kovalarım sokaklar boyu, hasta olduğumu bile bile? Bu eller neden tutulmaz ve niçin terler? Çünkü.. Cümleye çünküyle başladığını duysa çok kızardı sana. Kim kızardı bana? Mazide kalmış bir öğretici. Veya bana takılmayı seven yüce bir ruh. Ne fark eder ki? Sana kızanlardan korkmalısın. Kavgalardan kaçınmalısın. Oysa onlarla büyüdün ya sen. Ne çabuk unutuyorsun. Ne çabuk unutuluyor ruhlar. Birer birer. Sessizce. Ben de mi öyle olacağım? Bu soruyu sormak bile ürpertiyor beni. Mideme büyük bir ağrı saplanıyor. Hareket edemiyorum. Olduğum yere çöküyorum bir çırpıda. Sanki en iyi bildiğim şey buymuş gibi. Ruhumu hiç tanımayan, kıyısından köşesinden bile tanımak için uğraşmayan bir başka ruhun beni unutmasından korkar bu zihin. Bu kalp sancır. Bu gözler arar her yerde yeşil bir kazağı. Yakışır. Bu eller terler. Hava çok soğuk oysa. Aptal, diyorlar arkandan. Süzülmem değilmiş bu defa mesele. Rahatladım. Dondurucu soğuklarda bile terler bu ellerin. İnsanların en ufak bir iletişiminde başlar bu beden ısınmaya. Tek bir muhabbet ışıltısı bile sarar bedenini sıcak bir hisle. Kaçtığın onca ruhtan medet umarsın sen. Onlar olmadan bir adım bile gidemezsin ileriye. Neden? Kendine yetemez mi bu ruh? Bu eller bu gözler bu ağız bu susmayan kelimeler zehrini etrafa saçan cümleler yapmacık gülüşler hiç istenmeyen sohbetler can sıkan meseleler elleri terleten sebepler kalbin ritmini değiştiren düşünceler asla atılmayan adımlar görülen ruhlar görülmeyecek olanlar görülmesi istenenler olanca gücüyle kaçanlar kaçanları kovalayanlar kovaladıkça düşenler düştükçe incinenler incinmiş ayağını bir türlü iyileştiremeyenler bu ayak bu vücut bu beden bu ruh ve ben. Ben. Yalınım. Herkese oldukça yalın bir şekilde yaklaşıyorum. Onlar adımlarını yalana bulayarak geliyorlar yanıma. Katlanamıyorum. Katlanmak istemiyorum veya. Hepsi aynı. Her şey aynı. Her mesele aynı sonuca çıkıyor. Eyvallah.
“Hadi be, bu durumda alınacak kişi sen olmamalısın bence. Büyütüyorsun. Büyüttükçe bizi de sınıyorsun. Yapma.“
Ama siz de hiç yardımcı olmuyorsunuz ki bana. Evet, sana söylüyorum. Bakma bana o gözlerle. Bakışlarını dikme yüzüme. Saklanırım. Kaşlarını çatma bir çırpıda. Dinlemediğin kelimelerimden kaçma hızlıca. Korkma. Yazdığım bunca kelime gelip de seni incitemez. Korkutamaz. Korkamazsın cümlelerimden. O kadar da iyi değiller çünkü, biliyorsun. Ne diyor arkadan?
“Kendi kişiliğimizle var olamıyoruz arkadaşlar. Olduramıyoruz bunu.”
Tüm sıfatlarımı üstleniyorum Sayın Yetkili. Birilerinin arkadaşı. Birilerinin tanıdığı. Birilerinin çocuğu. Birilerinin yoldaşı. Birilerinin sırdaşı. Birilerinin ablası ve kardeşi. Birilerinin en iyi dinleyicisi. En fiyakalısı. En sıradanı.
Günün sonunda, Sayın Yetkili; ben olarak var olabildiğim anların kısıtlılığıyla kalıyorum orta yerde. Yaklaşıyorsunuz bana, kimsenin duymasını istemiyormuş gibi. Aramızda diyorsunuz. Sır tutmayı becerebilir miyim dersiniz?
“Sana bir sır vereyim mi, aslında, ben, adı altında var olabildiğimiz tek bir an yok. Benliğin kendisi bile ihtimaller arasına düşüyor kesinlikten sıyrılarak. Benliğimizi bile ispatlayamıyoruz. Bizi başka bir sıfatla resmeden birilerinin tanıttığı kadarıyla kalıyoruz. Ne acı, değil mi? Fakat tüm bu acıya rağmen kucaklamalıyız bu doğruları, ağırlıklarını göz ardı etmeliyiz. Taşıyabilir misin dersin?”
Kırk küsür kiloluk çantamı hiç zorlanmadan omuzlarımda taşıyıp turuncu kapıdan çıkıyorum.
Sevim Alkan




👏🏻👏🏻👏🏻