Öykü- Vildan Çelik- Katil Kim?
- İshakEdebiyat
- 10 saat önce
- 14 dakikada okunur
Olay yerine geldiğinde yerde kanlar içerisinde yatan kadının biraz uzağında, bir daha onu görmek istemiyormuş gibi arkalarını dönen gençlerin, çömelmiş ve korkuyla birbirlerine sokulmuş halde beklediklerini gördü. Ne olduğunu anlayabilmek için ilkin kadının bulunduğu sarı şeritlerle çevrili cinayet mahalline geldi. Siyah montunun içine giydiği, nar çiçeği rengi kısa elbisenin boynuna kadar sıyrılmış, uzun sarı saçlarının dağılmış, mavi bakışlarının bir noktaya takılı kalmış, açık ağzından bembeyaz dişleri görünen kadının bedeninin, göğüs boşluğundan cinsel organına kadar kesilmiş, bağırsakları dışarı çıkarılmış, çıkarıldıktan sonra da yanlarına düşen ellerinden başlayarak ayaklarına kadar özenle yerleştirilmiş olduğunu gördü. Kadının teninin, kan kaybından olsa gerek beyaza döndüğünü sarı saçlarına, yüzüne ve vücuduna sıçrayan sonra da pıhtılaşan kanının içerisinde ölenin kendisi olduğundan habersiz öylece yattığını görünce sinkaflı bir şekilde küfretti.
Güvenlik şeridiyle girilmesi yasaklanan olay yerinin hemen ilerisinde gençler sorgulanıyor, cinayet masası ekibi ve olay yeri inceleme maktule gerekli işlemleri yapıyordu. Basın da gelmiş, görüntü almaya çalışırken sarı şeridin yakınına toplananları, gece kulübünden çıkanları ve sokaktan geçmekte olanları konuşturabilmek için mikrofon uzatıyordu. Gördükleri hoşuna gitmese de bu olayı soruşturacak olanın yine kendisi olduğunu bilerek maktulün yanına gitti.
Keşmekeşin tam ortasında, yerde yatan maktulün hemen yanında, ağzında sigarası, yuvarlak gözlükleri, kısa paçalı pantolonu, papyon kravatı ve üzerine tam oturan deve tüyü rengi ceketiyle olay yeri incelemenin çalışmasını incelemeye başladı. Kendini beğenmiş cins bir adam, olduğunu söyleseler de cinayet masasının en kıdemli komiseri olarak bilinirdi ve gözünden hiçbir şey kaçmazdı. Maktulün üzerine eğilip, dikkatle parmak izi alan, ellerindeki küçük poşetlere buldukları delilleri koyan ve fotoğraf çeken olay yeri ekibi, başlarında bekleyen -kendi aralarında “Şerlok Necmi” diye dalga geçtikleri- Necmi’yi görünce, huzursuzlandılar. Etrafta olmamasından memnun işlerini yapıyorken bir anda başlarında bitmesi canlarını sıktı. Kıstığı gözleriyle dikkatle cesede baktığını gören Ahmet, “Gel, yakından bak ve fikrini söyle,” dedi.
Sigarasını çöp tenekelerinin yanına fırlatan Necmi, maktule eğilerek cesedi kokladı. Yine eğilir vaziyette, açık kalan mavi gözlerine dikkatle baktı. Maktulün başını yana doğru çevirdi. Ardından, göğsüne kadar sıyrılmış elbisesinin altındaki kesiğe ve bağırsaklarına göz attı. Bağırsakların, belirli bir boşlukla sıralandığı gözlerinden kaçmadı. Ellerine de dikkatle baktıktan sonra, ayağındaki spor ayakkabılara ve ayaklarının duruşuna göz gezdirdi. Sonra Ahmet’e doğru dönerek, “Gece kulübünden çıkmış, alkol almış fakat sarhoş değilmiş. Eter koklatılarak bayıltılmış, yere düştüğünde kafasını vurmuş fakat bayılmasının sebebi başına aldığı darbe değil eter. Yirmili yaşlarda öğrenci, sırt çantası buralarda bir yerlerde olmalı etrafa bakın kimliği içindedir. Karnına bıçak darbesini aldığında yaşıyormuş. Vücuduna ve yerlere sıçrayan kanın fışkırırken yaptığı açıdan görülebiliyor. Üzerindeki elbise, montu ve takılarından zengin aile çocuğu olmadığı anlaşılıyor. Yaklaşık beş saat önce ölmüş,” dedi.
Ekibin sinirlerinin yerinden oynadığını Ahmet’in öfkeyle ve bağırarak sorduğu sorudan anladı;
“Katil kimliğini de bırakmış mı?”
“Evet hiç şüphesiz altı ay önce ve geçen sene bulduğumuz maktulleri öldüren katil. Daha önceki cinayetlerinde bu kadar iyi değildi. Adam evriliyor. Kesinin kusursuzluğuna bakarsanız göreceksiniz. Bağırsakları çıkarma yöntemine ve diziş şekline bakılırsa daha önceki kafa karışıklığı kalmamış bu defa ne yaptığını çok iyi biliyormuş,” diye cevap verdi.
Arkasından hayret ve kıskançlıkla bakan adamları gerisinde bırakarak, ekibinin yanına geldi ve “Cevat, cesedi adli tıbba götürdüklerinde haber verin, bir de etrafa iyi bakın üzerinde ağır bir sırt çantası varmış omuzlarındaki izlerden belli, kimliğini bulmanız kolaylaşır. Buralarda olmalı” diyerek olay yerinden uzaklaşıp hâlâ birbirine sokulu halde ayakta duran gençlerin yanına geldi. Gördükleri korkunç manzaradan etkilendikleri birbirlerine yakın durmalarından, kollarını omuzlarında kavuşturmalarından ve donuk bakışlarından belli oluyordu. Gençleri dikkatle inceledikten sonra sordu;
“Cesedi kim buldu?”
Uzun saçlı, dövmeli ve tepeden tırnağa deri giyinmiş olan delikanlı;
“Ben gör-düm,” diye cevap verdi. Konuşurken tutuktu ne söyleyeceğini ne anlatacağını bilemiyor gibiydi.
“Oldukça izbe ve dar bir yer orada ne yapıyordunuz?”
Ne cevap vereceğini bilemediğini deri montunun içine doğru bedenini saklamaya çalışmasından anlamıştı fakat bekledi.
“Gece kulübünden, çıkmıştık, şakalaşıyorduk. Arka sokaklardan ana caddeye inip taksiye binecektik. Çok çişim vardı,” eliyle diğerlerini göstererek, “görmesinler diye iki binanın arasındaki boşluğa geçtim. Tam yapıyordum ki çıkan buharı gördüler ve gülmeye başladılar. Panikledim, utanmıştım da fermuarımı kapatmaya çalışırken geri geri gidiyordum ayağım bir şeye takıldı, düştüm. Neye takıldığımı anlamak için baktığımda gördüm.”
Kızlardan birisi korku dolu bakışlar ve titreyen sesiyle sözü aldı;
“Ona gülüyoruz diye bize küfrediyordu. Sonra birden geri geri sürünmeye ve bir yere bakarak bağırarak küfretmeye başladı. Bir gariplik olduğunu sezdik yanına gittik. Bizde o sırada gördük.”
Necmi, konuşan gençlerin olayı anlatış biçimlerinden yaşadıkları panikten doğruyu söylediklerini anlamıştı fakat sormaya devam etti;
“Peki sonra ne yaptınız?”
“Çığlık atmaya başladık. Kendimize gelir gelmez de polisi aradık.”
Daha fazla anlatacakları bir şey olmadığını fark eden Necmi;
“İyi yapmışsınız gençler ifade tutanaklarınızı imzaladıktan sonra gidebilirsiniz” diyerek yanlarından ayrıldı.
Üzgün ve düşünceli bir halde yol alırken kendi kendine, “Bu sapık daha kaç kadını öldürecek neden bir türlü yakalayamıyoruz,” diye söylendi. Aldığı her dosyayı çözen kafası iyi çalışan bir komiser olmasına rağmen bir türlü bu dosyayı kapatamıyor katilin kimliğine biraz olsun yaklaşamıyordu. Evine varmak üzereydi ki, telefonu çaldı. Cevat’ın verdiği bilgiye göre olay yerinden bir sokak ötede üstü başı kan içerisinde bir adam bulmuşlar ve sorgulamak üzere emniyete götürmüşlerdi. Şaşırdı, bu kadar iyi iş çıkaran bir katilin hele de olay yerinin yakınında her yeri kan içerisinde yakalanmış olmasına anlam veremedi. Kesinlikle olaya şahit olan ya da cesede dokunan birisini bulmuşlardı. Arabasının direksiyonunu Emniyet Müdürlüğüne doğru çevirdi ve gaza bastı. Sorguya katılması ve yanlış anlamayı düzeltmesi gerekirdi.
Sorgu odasına girdiğinde yakaladıkları adamın oturduğu sandalyede korkudan titrediğini gördü. Cevat’a yaklaştı mırıldanarak, “Bu mu yakaladığını adam?” diye sordu
Cevap vermek yerine adamdan gözlerini ayırmadan başını salladığını gördü.
“İtiraf etti mi bari?” diye sordu
“Komiserim adamın olaydan haberi bile yok ne itirafı, yanlış adam bence,” diyen Cevat’a
“Haklısın,” deyip sorguyu izlemeye başladı.
Karanlık sorgu odasının, tam ortasına konulan masada oturan adamın, başında yanan ampuller, yüzünün net bir şekilde görünmesini sağlıyordu. Adam iyi giyimli, uzun boylu ve yakışıklıydı. İri gözleri, hafif belirgin elmacık kemikleri, yüzüyle uyumlu güzel burnu ne ince ne kalın dudakları, belirgin çenesi, çenesinin ucundaki gamzesi ve dalgalı saçlarıyla Yunan heykellerine benziyordu. Oldukça pahalı bir markanın ürünü olan takım elbisesi atletik vücuduna tam oturmuştu fakat her tarafı kanlar içerisindeydi. Cebinden eter koklattığı gazlı bez ve küçük eter şişesi çıkmış, yanında kama benzeri oldukça keskin bir bıçak bulunmuştu. Bulduklarında, korku içinde olduğunu ve ağladığını söylemişlerdi. Necmi’nin en çok da bu durum tuhafına gitmişti. Işıktan gözleri kamaşmış sorulan sorulara ne sorulduğunu anlamıyormuş gibi bakan adam, “Ben yapmadım,” diye ağlıyor, başka da tek kelime etmiyordu.
“Geldiğinden beri böyle,” diyen Cevat’a şaşkınlıkla bakan Necmi
“Hiçbir şeyden haberi yok gibi üstüne atmış olmasınlar?”
“Bilmiyorum Necmi ben de şaşkınım.”
Emniyetin gözü pek baş komiseri Haldun sinirlenmeye başlamıştı. Zanlının yanında henüz avukatı olmadığından alıştığı eski usul sorgusuna başladı.
“İt oğlu it kadınları keserken ağlamıyordun, şimdi neden ağlıyorsun?” diye bağırarak sandalyede ağlayan zanlıya kuvvetli bir tokat attı.
Korkudan titreyen zanlı sandalyeden düştü. Kenarda bekleyen Cevat ve Necmi omuzlarından tutup kaldırdı ve tekrar sandalyeye oturttu.
Üzgün titrek bir sesle
“Benim hiçbir şeyden haberim yok, ben yapmadım,” diyebildi.
“Nasıl sen yapmadın? Orospu çocuğu seni cinayet silahıyla yakaladık utanmadan bir de inkâr mı ediyorsun?”
Haldun çığırından çıkmıştı. Bu kadar vahşice bir cinayet işleyip hüngür hüngür ağlayan, inkâr eden adamın tavırlarına dayanacak gücü kalmamıştı. Bu defa tokat yerine yumruk attı. Attığı yumruk burnunun ortasına denk geldi. Adam acıdan bayıldı.
Bayılmasının ardından onu kendi haline bırakıp dışarı çıktılar.
Necmi sigarasını tellendirirken, Haldun’a, “Yakalanırsak sicilimize işler, üstüne fazla gitme işkenceye gerek yok,” dedi.
“Ne işkencesi adamın ne yaptığını bilmiyor musun sen?” diye kükredi Haldun.
“İyi de anlatacaktır bekle biraz.”
“Neyi bekleyeceğiz yedinci ceset bu, daha neyi bekleyeceğiz?”
Necmi sinirlenmişti. Suç aleti ve eter şişesiyle yakalandığından üstü başı kan içinde olduğundan Haldun’a da hak veriyordu ama suçluları tanırdı. Yalan söylediklerini anlamasına bir bakışı yeterdi. Sorgulama sırasında yeterince gözlem yapmış ve adamın suçsuzluğuna ikna olmuştu. Bu yüzden attığı dayağın yersiz olduğunu düşünüyor ve komiserini caydırmaya çalışıyordu.
“Bir tokat daha atarsan zabıt tutarım,” diye uyardı amirini.
“Tut da bak, soluğu trafik cezası keserken alırsın!”
Tehdide kulak asmadı. Tekrar sorgu odasına girdiler. Haldun bir kova soğuk suyu zanlının yüzüne çarptı. Adam, can havliyle başını sağa sola sallayıp derin bir nefes alarak gözlerini açtı. Yüzündeki ifadede az önceki korkak adamın ifadesinden eser yoktu. Dikkatlice yüzüne bakan Haldun baş komiseri, ürkütücü bakışlarla süzerek kahkahalar atmaya başladı. Şaşırmış, ne olduğunu anlayamamışlardı.
Cevat Necmi’ye doğru yaklaşıp mırıltıyla, “Ne oluyor lan?” diye sordu.
Necmi zanlıdaki değişimi görünce donup kaldı cevap bile veremedi. Getirildiğinden beri sarkık duran omuzları dikleşmiş, oturduğu iğreti sandalyede atletik bedeni daha da irileşmişti. Narin yüzünün çene kemikleri belirginleşmiş mahzun bakan gözlerine bir avcının keskin bakışları yerleşmişti. Henüz yakalanmış vahşi bir hayvan gibi hızlı hızlı nefes alıp veriyordu.
Haldun
“Sana soruyorum lan ibne cevap versene?”
Haldun baş komiser zanlıdaki değişimden sonra yumruk atmaya cesaret edemedi.
Zanlıdan tıslar gibi bir ses çıktı, küfreder gibi,
“Neyi soruyorsun lan?”
Aldığı cevap Haldun’u zıvanadan çıkardı. Yaratana sığınarak bir tokat daha attı.
“Kadınların karnını niye deştiğini soruyorum,” diye bağırdı.
Yüzüne çarpan tokatla başı sağ yanına düştü, o haldeyken de sırıtmaya başladı. Sırıtırken sağa düşen çenesini tokat yediği tarafa doğru yavaş yavaş çevirdi, haince kıstığı gözleriyle canını alacakmış gibi Haldun baş komisere bakıp, kahkahalar atmaya başladı. Ağzından fışkıran kan umurunda bile değildi. Çenesine damlayan kanı aniden çıkardığı uzun diliyle yaladı;
“Zevk için kestim lan var mı bir itirazın?”
“Götürün şu orospu çocuğunu elimde kalacak,” diye kükreyen Haldun baş komiserin tekrar konuşmasına fırsat vermeden yaka paça odadan çıkardılar.
Necmi ilk defa karşılaştığı olayın cazibesine kapılmış, zanlının değişimine bir sebep ararken Cevat hiç konuşmadan zanlıdan biraz da uzak durarak yanlarında ilerliyordu.
Nezarete götürülürken kahkaha atmaya devam etti. Birden sustu, ardından huzursuz eden iğneleyici bir ses tonuyla “Bir küçücük aslancık varmış” şarkısını nağmeleriyle söylemeye başladı. Necmi zanlıyı nezarete koyarken annesinin yanında bir avukatıyla ordusuyla Emniyete baskın yaptığını öğrendi. Yanlarına gelen memur ayrıca, “Komiserim Emniyet Müdür’ü seni ve Haldun baş komiseri odasına çağırıyor,” dedi
“Haldun baş komisere söyledin mi?”
“Söyledim sizi bekliyor.”
Duydukları canını sıktı. Zanlıyla uğraşmak kolaydı fakat nüfuzlu insanlarla uğraşmak zordu. Kim bilir kadın neler yumurtlayacaktı. Öfkeyle müdürün odasına çıktı. Haldun’un kapının önünde kendisini beklediğini gördü. İkisi birlikte apar topar odaya girdiklerinde kadın oğlunun suçsuz olduğunu söylüyor ve yanlış yer ve yanlış zamanda bulunduğunu anlatıyordu. Avukatlar tutuksuz yargılanması için talepte bulunuyordu. Yapılan görüşmeler boyunca Necmi, zanlının annesini ve yanındaki orduyu dikkatle inceledi. Zihni allak bullak olmuştu. Zanlıdaki değişimin sebebini bulmak zorunda olduğunu düşünüyor fakat sebebin ne olacağını bir türlü kestiremiyordu. Annesinin Emniyet Müdürüyle görüşmeyi nasıl becerdiğini anlamaya çalışıyordu. Bir bakan ya da milletvekili mi aramıştı? Zanlı madem suçsuzdu neden bu kadar avukatı vardı? Oğlunun suçsuz olduğundan emin olan anne neden gövde gösterisi yapıyordu? Gerçekten masumsa yargıya güvenmesi gerekmez miydi?
Annesinin yetkili makamlarla görüşmesi sonrası zanlının hızla nöbetçi mahkemeye sevk edilmesine karar verildi. Necmi yanında Cevat’la zanlıyı apar topar nöbetçi mahkemeye götürdü. Nöbetçi mahkeme, Necmi’den ve Cevat’tan sorguyu anlatmasını istedi. İkisi de gördüklerini olduğu gibi aktardı. Bu arada zanlı gülerek onları seyrediyor bakışlarından anlatılanları zevkle dinlediği anlaşılıyordu. Zanlı verilen ifadeler sonrasında akli dengesinin tespiti için Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine sevk edildi. Necmi mahkemenin sonucunu tahmin ettiğinden Haldun’dan hastanede refakat etme görevi istemiş, Haldun suçlunun ortadan kaybolmasını istemediğinden görevi seve seve vermişti.
Necmi, hastanede katili gözlemlerken annesinin de başhekimin odasında görüşmeler yaptığını duydu. Aradan üç gün geçmesine rağmen başhekimin raporu neden teslim etmediğini öğrenmek istiyordu. Bu sırada otopsi raporu gelmiş ve katilin yakaladıkları Selim Hanzade olduğu tespit edilmişti. Mahkûm koğuşundan ayrılıp başhekimin odasına gitti;
“Müsait misiniz?”
“Buyurun Necmi Bey.”
“Raporun düzenlenmiş olduğunu öğrendim. Üzerinden üç gün geçmiş fakat tarafıma teslim edilmedi.”
“Necmi Bey zanlının annesi raporun bu halinin işlerine yaramayacağını söylüyor. Buradaki hekimlerimizin yetkinliğiyle ilgili dava açacağından bahsediyor. Arkasına aldığı yetkililerde raporun değiştirilmesi için baskı yapıyor. Açıkçası ben de konusunda uzman bir profesöre danışmayı düşünüyorum. Onun verdiği karara itiraz edemeyeceklerdir. Durum bu.
“Bu şekilde davranmalarının suç olduğunu bilmiyorlar mı?”
“En yetkili makamları arkalarına almışlar fakat hocaya karşı gelemeyeceklerdir.”
“Ben Müdür Beyi bilgilendirmeden önce kendisine konuyla ilgili açıklamayı yaparsınız.”
Ne düşüneceğini bilemez bir halde parayla adaleti satın alabileceğini zannedenlere verdi veriştirdi. Akşama doğru tekrar başhekimle görüşüp son durumla alakalı bilgi alması gerektiğine karar verdi. Odasına girdiğinde bitkin görünen adamın toparlandığını gözlerinde sevinç ışıltıları olduğunu gördü. Sebebini sorduğunda
“Profesör dosyayı incelemiş ve konunun gönderdiğimiz verilerle anlaşılamayacak kadar hassas olduğunu belirtti. Görüş bildirebilmesi için mahkumla ve annesiyle görüşmesi gerektiğini bu akşam görüşme yapabileceğini söyledi. Açıkçası ben de onu bekliyorum.”
Başhekimin ruh hali Necmi’ye de geçmişti. Sonunda zanlıdaki değişimin sebebini anlayabilecek zihnini sürekli meşgul eden soruların cevaplarını bulabilecekti. Teşekkür ederek ayrılmak istediğinde Başhekim “gelmek üzere mahkûm koğuşuna birlikte inersiniz” diyerek Necmi’yi bekletti. Henüz beş on dakika geçmişti ki kapı çalındı ve içeriye uzun boylu bir adam girdi. Bembeyaz saçları olduğu gibi kafasının üstünde duran beyaz adamın çenesinde de kar topu gibi uzun bir sakalı vardı. Yuvarlak çerçeveli gözlüğü burnundan düşecekmiş gibi duran kırmızı yanaklı güler yüzlü adam hafif bir baş selamı vererek gülümsedi. Başhekim makamından kalkarak hürmetle gelene doğru yürüdü.
“Mümtaz Hocam hoş geldiniz.”
“Hoş bulduk evladım.”
Hocayı baş köşeye oturturken Necmi’ye dönerek
“Mümtaz Soylu kendisi benim de hocamdır,” diyerek Necmi’yi de hocaya tanıttı.
Bir süre oturduktan sonra mahkûm koğuşuna doğru yürümeye başladılar. Necmi aklından geçenleri hocaya sormak için sabırsızlanıyordu.
“Hocam, zanlının sorgusunu yapanlardan birisi de benim. Gördüğüm kırılgan ve ağlak, vahşi ve alaycı adam hakkında ne düşünüyorsunuz?”
Hoca gülümsedi. Uzun boyu yaşının da etkisiyle hafifçe kamburlaşmasına sebep olmuştu. Başını hafifçe ondan tarafa çevirerek, “Yaptığınız sorgulamanın kaydını izledim. Gönderilen raporu da okudum. Fakat henüz bu konuda bir açıklama yapamam. Önce hastayla görüşmem lazım,” diyerek sustu.
Bu kesin tavır karşısında başka soru soramayan Necmi hocayı zanlının yanına götürüp odadaki sandalyelerden birine oturdu. Görüşmelerini izlemekten başka yapabileceği bir şey yoktu. Zanlı yatağına oturmuş alay eder gibi hocaya bakıyordu.
“Merhaba adım Mümtaz Soylu seni değerlendirmek için görevli uzmanım. Senin adını öğrenebilir miyim?
“Sanki bilmiyorsun?”
“Selim Hanzade dediler.”
“Ta kendisi.”
“Bugün nasılsın?”
“Sana ne yaşlı bunak.”
“Sana yardım için buradayım.”
“Akıl hastanesinde çürüyeyim diye mi?”
“Asılmak mı istersin?”
“Daha heyecanlı olur.”
“Yakalandığın gece olanları anlatmanı istiyorum.”
“Her gece nasılsa öyleydi.”
“Her gece bir kadının bağırsaklarını mı deşersin?
“Hayır ama deşmek isterim.”
Son cümlesini bir sır verir gibi fısıldayarak söylemesi, sesinin tınısına arzu dolu ton katması ne kadar zevk aldığının bir göstergesi gibiydi. Başını, profesörün yüzüne yaklaştırmış ve çenesini yukarı kaldırarak gözlerinden saçılan zevk ateşiyle cümlesini bitirmişti. Gerçekten de her gece bir kadın öldürmek istiyordu.
Bu sırada yandaki koğuştan buyurgan bir erkek sesi duyuldu. Yanındakine avazı çıktığı kadar bağırarak emirler yağdırıyor, sözlerinin etkili olması için ses tonunu gittikçe arttırıyordu. Karşısındaki kişi “Özür dilerim, özür dilerim” dedikçe adamın öfkesi şiddetleniyor ve sesi daha da yükseliyordu. Az önce tıslayarak, her gece bir kadının karnını deşmek istediğini söyleyen caninin bakışları değişti, dudakları titremeye başladı. Kollarını, yüzüne siper edip, başını korumaya çalışarak yalvaran sesin sahibiyle birlikte aynı kelimeleri tekrar etti “Özür dilerim, özür dilerim.”
Korkuyla dolan gözleri yardım edecek birini arıyor zarar görmemek için yalvarmaya devam ediyordu; “Özür dilerim özür dilerim.”
Hoca daha fazla kayıtsız kalamadı “Korkma kimse sana zarar veremez.”
Profesörün sesini duyunca, odada olduğundan habersizmiş, onu ilk defa görüyormuş gibi şaşırdı. Sesindeki müşfik ton, korku dolu halinden biraz uzaklaşmasını sağladı. Yaş dolu gözlerini doktorun merhamet dolu gözlerine dikti. Sonra, ellerindeki kelepçeyi görüp titremeye başladı.
“Ne oldu, neredeyim ben?”
“Korkma bir hastanedesin.”
“Ellerim neden kelepçeli?”
“Bir kadını öldürdün.”
“Hayır ben yapmam, yapmış olamam.”
“Seni olay yerinin yakınında, bıçakla yakalamışlar.”
“Ben bir şey yapmadım, kimseyi öldürmedim. Yemin ederim, kimseyi öldürmedim masumum.”
“Tamam, sana inanıyorum şimdi sakinleş ve beni dinle olur mu?
“Elbette, tamam.”
Necmi aynı değişimi sorgu sırasında gördüğünden bu defa şaşırmamıştı. Yine de tetikteydi. Neler olacağını görmek istiyordu.
Bir müddet daha konuştular. Profesör hastasının sakinleştiğini anladığı anda tekrar geleceğini söyleyerek odadan ayrıldı. Çıkarken Necmi’ye yanına gelmesi için işaret etti. Dışarı çıktıklarında “Baş hekimin yanına gidiyorum sonrasında annesiyle görüşeceğim. Eşlik etmek isterseniz gelebilirsiniz. Görmek istediğimi gördüm kuşkularım azaldı,” dedi.
Hocanın kendisini bu şekilde olaya dahil etmesine minnettar oldu. “Beş dakika sonra yanınıza gelirim,” diyerek odaya döndü.
Soğuk odada yalnız kalan katilin ağladığını gördüğünde üzüldü. Zanlı demir parmaklıkları ilk defa görmüş gibi korkuyla bakıyordu. Ayaklarını yukarı doğru kaldırıp göğsüne doğru bükerek yatağın altından uzaklaştırdığını görünce aklına çocukluğu geldi. Çocukken yatağın altında biri olduğunu düşünür, ayaklarını çekip sonsuzluğa götürmesinden korkar ve istemsiz aynı hareketi yapardı. Bu kadar korkak bir insan canice cinayet işlemişti ha. Şahit olduğu olaylara inanamıyordu.
Beş dakika sonra hocanın odasına girdiğinde zanlının annesiyle konuşmakta olduğunu gördü. Kadın odada başka birisinin bulunmasından rahatsız olduğunu söylese de hoca polis soruşturması kapsamında görüşmede bulunması gerek diyerek kadını susturdu.
Kadın, bu basit döşenmiş ve rutubetli odada olmaktan rahatsız olmuş gibi, ikide bir elindeki tavus kuşu tüyünden yapılmış yelpazesini sallıyor, profesöre üst perdeden cevaplar veriyordu. Hocanın da kadınla sohbetten beklediği verimi alamadığı belliydi. Sorma yöntemini değiştirip aynı soruları soruyor ve gerçekçi cevaplar alabilmek için kadının zihnini yoruyordu.
“Selim’in çocukluğu nasıldı demiştiniz?”
“Söyledim ya sakin kendi halinde bir çocuktu.”
“Dadısı mı vardı?”
“Hayır yoktu.”
“Peki onu kim büyüttü?”
“Kim olacak? Elbette ben büyüttüm.”
Mağrur bir kadındı. Hocanın art arda sorduğu benzer sorulardan, hafife alındığını düşündü. Eleştirilmek ve alay edilmekten nefret ederdi.
“Suç işlediğinde ona bağırır mıydınız?”
“Hayır elbette bağırmazdım.”
“Bakın hanımefendi sorduğum sorulara açık yüreklilikle doğru cevaplar vermenizi öneririm yoksa oğlunuzu en ağır cezaya çarptıracaklar. Onu kurtarmanın, hasta olup olmadığını anlamanın tek bir yolu var, vereceğiniz doğru cevaplar.
“Haddinizi aşıyorsunuz.”
“Siz de çocuğunuzu ölüme gönderiyorsunuz.”
“Kim demiş?”
“Kanunlar diyor!”
“Suçu ispatlanmadı!”
“Adli tıp öyle demiyor!”
Kadının mağrur duruşu değişti. Şaşkınlıkla açılan gözlerinde hayal kırıklığı vardı. Adli tıbbın raporundan habersiz olmalıydı. Başını önüne eğdi elindeki mendili burnuna götürüp siler gibi yaptı; “Duyacağınız şeyler pek de hoş şeyler değil” dedi.
“Tahmin edebiliyorum.”
Doktorun durumu anladığını belli eden ses tonu kadına doğruları söylemesi için güç verdi. Elindeki yelpazeyi yanındaki sehpanın üzerine bırakırken; “Peki” dedi üzüntüyle “size her şeyi anlatacağım.”
Sessizce ağlamaya başlayan kadın, sehpanın üzerinde duran su bardağını eline alıp birkaç yudum içtikten sonra yerine bıraktı ve tok bir ses tonuyla bir itirafa başlar gibi konuşmaya başladı.
“Selim’in babasından yeni boşanmıştım. Varlıklı bir aileye mensup güzel bir kadın olmama rağmen beni terk etmiş ve başka bir kadını tercih etmişti. Ne beni ne de oğlunu soruyordu. Dedikodulardan uzaklaşmak ve kafa dağıtmak için Londra’ya gitmiştim. İlk gençlik yıllarımda bana deli gibi aşık bir adam vardı. Ondan pek hazzetmezdim. Görünüşü ve tavırları bende şüphe uyandırırdı. İsmi Haluk’tu. O da aynı zamanlarda Londra’daydı. Bir alışveriş merkezinde karşılaştık. Bana, başıma gelenlerden dolayı üzgün olduğunu ve kocamın beni hak etmediğini söyledi. Kadınlar doktor, siz daha iyi bilirsiniz. İşitseldir, gördüklerinden çok duyduklarına âşık olurlar. Ondan önceleri hoşlanmasam da duyduğum güzel sözler ve bitmeyen ilgi beni ona doğru çekti. Haluk’un aşkına karşılık verdim. O sıralar Selim dört yaşındaydı.”
Hıçkırıkları sık sık konuşmasını bölüyordu.
“Terk edilmenin acısını Selim’den çıkarıyordum. Ona sürekli bağırıyor, hatta ona bağırmaktan zevk alıyordum. Haluk, Selim’e bağırmama kızıyor kocamdan ayrılmamın bedelini Selim’e ödettiğimi söylüyordu. Onu benden daha çok düşünüyor ve babasıymış gibi hareket ediyordu. Ona güvendim, hatta kendimden çok güvendim. Yakışıklı, iri yarı, görmüş geçirmiş bir adamdı. Boksördü. Benim kadar varlıklıydı ve Selim’i de çok seviyordu. Zamanla birbirimize iyice alışmıştık. Birlikte yaşamayı teklif ettiğinde düşünmedim bile. Onun İstanbul’daki villasına taşındık ve gözlerden uzak huzur içinde yaşamaya başladık. Haluk’un iş seyahati için evden ayrıldığı bir gece Selim’i uyuturken ona masal okuyordum, bitirdiğimde bir masal daha okumam için ısrar etti. Ben de birlikte şarkı söylemeyi teklif ettim. Kabul etti. ‘Bir küçücük aslancık varmış’ şarkısını söylemeye başladığımda ağlamaya ve çırpınmaya başladı. Yatağından hızla kalktı, odanın içinde koşmaya saklanacak yer aramaya başladı. Bir yandan kulaklarını kapatıyor bir yandan da ‘sus ne olur sus’ diye yalvarıyordu. Neden böyle davrandığını ve ne olduğunu anlamamıştım. Korkudan olacak bayılmıştı. Ertesi gün onu bir çocuk psikiyatristine götürdüm. Doktor dışarıda beklememi söyledi ve yaklaşık bir saat onunla konuştuktan sonra acı haberi verdi. O şerefsizin, bu şarkıyı söyleyerek oğlumun odasına gittiğini, ona işkence ve tecavüz ettiğini öğrenir öğrenmez adamı hayatımdan çıkardım ama Selim’le bu konuyu hiç konuşamadım. Ergenlik çağına girdiğinde hareketleri değişmeye başladı. Sebebini bilemiyordum. Bazen kırılgan, hassas ve sevimli bir çocuk oluyor bazen de zorba ve acımasız bir yaratığa dönüşüyordu. Bir gün onu evin bodrumunda, yakaladığı bir kedinin karnını keserken gördüm, bağırsaklarını dışarı çıkarmış kokluyor, kahkahalar atıyor ve kedinin kanının yüzüne sıçramasından zevk alıyor gibiydi. Delirmiştim, bağırmaya başladım. Öyle çok bağırdım ki kahkahaları birdenbire kesildi dondu kaldı. Kendine geldiğinde, elindeki kana bakıp ağlamaya ve küçük bir kız çocuğu gibi konuşmaya başladı. ‘Kim yaptı bunu, bu masum kediyi kim öldürdü? Ellerimde neden kan var?’ Dehşete düştüm. Hemen psikiyatrına götürdüm. Ağır bir travma yaşadığını ve uzun süreli yataklı tedavi alması gerektiğini söyledi. Onu, bir kliniğe kapatmaya gönlüm razı olamazdı. Örtbas ettim, düzelmiş sayılırdı. Zaten, içine kapanık yalnızlığı seven bir çocuktu. Sürekli kendi kendine konuşur yanında arkadaş aramazdı. Açıkçası bu da benim işime geldi ve sürekli gözüm üstünde oldu. Etrafında ona zarar verecek birileri olsun da istemedim. Hiçbir şeyin farkında değildi. Hayatını normal insanlar gibi devam ettiriyordu. Kadın cinayetleri duyulduğu sıralarda odasına sakladığı kanlı kıyafetlerini buldum. Şüphelendim, kendi çapımda araştırmaya başladım. Kadınların karınlarının, kedinin karnıyla aynı şekilde kesildiğini ve bağırsaklarının dışarı çıkarıldığını öğrendiğimde onu odaya kapattım. Başına görevli diktim. Hiçbir şekilde odadan çıkamayacak kimseye zarar veremeyecekti. Şüphelendim, ama oğlum olduğuna ihtimal vermek de istemedim. O gece de nasıl olduysa görevliyi atlatıp kaçmış. Yalvarırım doktor, dediğiniz gibi gerçekler açığa çıksın, oğlum hasta ne yaptığının farkında bile değil lütfen onu kurtarın!”
Necmi, annesinin anlattıkları karşısında duygulanmış, zanlının caniliğinin sebebini anlamaya başlamıştı. Kelimelerin tükendiğini ve söylenecek tek bir söz kalmadığını hissetti. Peki ruh halindeki bu ani değişimlerin sebebi neydi?
Görüşme sonrası raporunu düzenleyip teslim edeceğini söyleyen hocadan ayrılıp beklemeye başladı. İyilik de kötülük de insana mahsustu da insanoğlu bu kadar karanlığı gövdesinde nasıl taşıyabiliyordu. Her gün farklı farklı kötülüklere şahit olup artık hiçbir şeye şaşırmam dediği zaman daha büyük bir kötülükle karşılaşıyor ve şaşkınlığı artıyordu. Hoca raporu verdiğinde vakit oldukça geçmiş gece yarısı olmuştu.
Ertesi sabah erkenden raporu Emniyet Müdürüne teslim etti. Gelen raporun kayıt altına alınmasından sonra mahkeme gününe karar verildi. Mahkeme günü Hoca detaylı raporu okumak ve durumu açıklamak için bizzat gelmişti. Mahkeme salonunda Necmi’yle birlikte Haldun ve Cevat da hazır bekliyordu. Kafalarını karıştıran olayda hem suçlu hem de masum olduğuna inandıkları adamın gizemi birazdan açığa çıkacaktı. Sanık, mahkûm sandalyesinde, korkulu gözlerle hâkimi ve avukatları inceliyor suçlunun kendisi olduğuna ihtimal dâhi vermiyordu. Yakalandığı andaki gibi kırılgan ve korkaktı.
Profesörün, sanığın, çocukluğunda yaşadığı travma sonrası, travmasıyla başa çıkabilmek için kişiliğini bilinçsizce böldüğünü ve kendini korumak için vahşi ve zorba başka bir kişilik yarattığını, bu kişiliğin verdiği güven sayesinde de hayatına devam edebildiğini söylemesi mahkeme salonundakiler üzerinde soğuk duş etkisi yaptı. Önce donakaldılar sonra duyduklarından emin olabilmek için fısıldaşmaya başladılar. Salondaki uğultunun artması üzerine hâkim susmaları için uyardı. Profesör konuşmasının devamında; zarif ve nahif kişiliğin, zorba ve vahşi kişiliğin yaptıklarından habersiz olduğunu belirtti. Uzun süren bir sessizlikten sonra Hâkim gerekçeli kararı okudu.
“Kayıtlara geçilsin, Selim Hanzade isimli sanığın yapılan muayenesinde çoklu kişilik bozukluğu tespit edilmiş olup bu haliyle cezai ehliyetinin olmadığına, fakat topluma ve kendine vereceği zararı engellemek için Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine sevkine ve ömür boyu tutuklu olarak tedavisine karar verilmiştir.”
Vildan Çelik