top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Ökkeş Can Kılıç- 332 Gün

Soğuk bir Rusya akşamı. Maviye çalan simsiyah bir gökyüzü. Yıldızlar bütün çıplaklığıyla ortada. Ay, dolunay halinde ışığını cömertçe yeryüzü ile paylaşıyor. Ormandaki birbirine sıkıca geçmiş ağaçlar, dünden kalan erimeyen karı üzerlerinde sergileyip günahsız, bembeyaz bir örtü gibi geceye zemin oluşturuyorlar. Ormanın bilmem neresinde ise insan medeniyetinden uzakta, çift katlı bir ev. Kuzeye bakan penceresindeki ışıklar henüz sönmemiş.

Elindeki kahveyle oda içinde bir aşağı bir yukarı volta atan Moriz duraksadı. Kahvesinden bir yudum daha aldı.

“Patya, sana kaç defa söyleyeceğim kahvem soğumayacak diye?”

Daktilo önünde oturduğu masada, yüzü duvardan tarafa dönük olan Patya gözlerini devirerek,

“Özür dilerim efendim, benim hatam. Bir daha olmayacak,” dedi.

Moriz burnunu derince çekti.

“Sanırım hasta olacağım Patya, zaten bu devirde hasta olmadığım her güne şaşıyorum doğrusu,” diyerek kendi kendine söylendi.

Patya parmaklarını daktilonun üzerinde hassas bir şekilde dans edercesine gezdirdi, sessizliğini korudu.

Moriz, volta atmaya kaldığı yerden devam ediyordu.

“Nerede kalmıştım Patya?”

“Düşmanlık sadece…”

“Evet, evet hatırladım. Yaz…”

Dudaklarını büküp gözlerini tavana sabitleyen Moriz kısa bir sessizlik bahşetti odaya. İçindeki öfkeyi boğmak istercesine derin bir nefes alan Patya’nın sabrı ise yavaş yavaş tükeniyordu.

“Dinliyorum efendim,” diyebildi zar zor koruduğu sakin ses tonuyla.

Moriz kahvesinden bir yudum daha aldı, böbürlenerek söylendi.

“Patya, benim ne kadar büyük bir yazar olduğumu biliyorsun, senden biraz sabretmeni istiyorum. İnsanların karşısına düşünülmeden yazılmış, hiçbir derinlik içermeyen cümlelerle mi çıkayım?”

Patya yeniden sessizliğini korudu. Sabırsızlığının getirdiği sinirini masanın altında sağ ayını yere ufak darbeler vurarak atmaya çalışıyordu. Moriz’in ani çıkışı bu sessizliği yeniden bozdu.

“Bak! İşte şimdi toparladım cümleyi. Yaz: Düşmanlık sadece canlılar arasında olmaz.”

Odayı kısa bir süre için daktilonun tıkırtısı doldurdu. Daktilo susunca Moriz devam etti:

“Patya, başka neyler arasında düşmanlık olur sence?”

“Bilmiyorum efendim, neyler arasında olur?”

“Hadi ama Patya bir fikrin vardır elbet, biraz düşünmek için zaman veriyorum sana.”

Patya gözlerini tekrar devirdi. Sinirini, dişlerinin arasında hapsederek sıktı. Yarım dakika kadar yalandan zihnini sorguya çekermiş gibi bekledi.

“İnanın aklıma hiçbir şey gelmedi efendim.”

Sahte, gıcık bir kahkaha atan Moriz, volta attığı güzergâhtan ayrılarak odanın tek penceresine doğru adımlamaya başladı.

“Söylesene Patya, bu yaşına kadar bu zeka ile nasıl yaşadın? İnsanın kendine ait bir fikri olmamasından daha utanç verici başka bir şey olamaz bence. Yanılıyor muyum?”

Zaten gecenin geç saatlerin getirdiği yorgunluğu üzerinde taşıyan Patya’ya bu sözler fazladan yük olmaya başlamıştı. Şimdi sert bir laf dalaşına girsem, diye geçirdi içinden. Benliğindeki tüm öfkeyi, işini kaybedecek olmasına rağmen suratına haykırsa! Hayır… Yapmamalıydı. Elindeki işi kaybetmemeliydi. Bundan daha basit ve getirisi iyi olan bir iş bulamazdı. Ayrıca her şeyi göze alıp laf dalaşına girse ne kazanacaktı ki? Böyle kendini Hint kumaşı zanneden defolu, cahil insanlara tartışmak; insanın kendisine daha fazla sinir ve stresten başka hiçbir şey veremezdi. En çok bildiğini sanan insan, en cahil insandı ve bu adam bunun en güzel örneğiydi. Böylelerini iki üç pohpohlarsın, kendiliğinden susarlardı.

“İşte ben buyum maalesef efendim. Ailem tarafımdan cahil büyütüldüm ama ne iyi bir kaderim varmış ki Tanrı, beni sizin yaveriniz yaptı. Sizin gibi büyük bir yazarın cümlelerini ilk ağızdan duyup tarihe geçirme görevine beni layık gördü.”

“Övgülerin için çok teşekkür ederim ama Tanrı’nın da kaderin de olmadığını bilmeni isterim Patya.”

Duyduğunu cümlenin şaşkınlığı ile sandalyesinde arkaya dönen Patya, pencere önünde kahvesini yudumlayan Moriz ile göz göze geldi. Yaşadığı şaşkınlık gözlerinden, suratından ve yaptığı ani hareketlerden okunuyordu. Moriz, bir şey mi oldu, dercesine kafasını hafifçe iki yana salladı.

“Tanrı ve kader yoksa ne var o zaman!”

Yaşadığı şaşkınlık karşısında Patya tamamen orada bulunma sebebini unutmuştu. Sanki sokak röportajlarındaki iki karşıt görüşlü insan gibiydiler. Moriz umarsızca tısladıktan sonra Patya ile göz temasını kesip pencereden dışarı dikti gözlerini.

Dışarıda kar tipi haline yağmaya devam ediyordu. Sert, soğuk bir rüzgârın uğultusu ara ara evin etrafını sarmalıyor ardından kesiliyordu.

Moriz heykel gibi pencere önünde dikiliyordu. Sadece dudaklarını açıp kapatarak,

“Niye Tanrı ve onun çizdiği bir plan olması gereksin ki,” diye söylendi ruhsuz bir ses tonuyla.

Hâlâ Tanrı’yı inkâr etmenin düpedüz bir aptallık olduğunu düşünen Patya, istemese de aşağılaycı bir ses tonu edinmişti kendine.

“Ne yani rastgele ve boşuna mı yaşıyoruz?”

Yüzünü pencereden ayıran Moriz, Patya ile tekrar göz göze geldi. Gözlerinde meydan okumanın tehditkârlığı vardı, uzun süren bir hasretin ardından kavuşmanın verdiği haz vardı. Gözleri çok şey anlatıyordu, susmuyordu. Sanki hayatı boyunca hep bu cümleyi beklemiş gibiydi. Kahvesinden bir yudum daha aldı. Yönünü kapıdan tarafa çevirdi ve bağırdı.

“Vanka! Vanka!”

Kısa bir süre sonra koridordan koşar adım sesleri duyuldu. Kapı hızlıca açıldı. Uyku tulumu, ayağına yarım geçmiş terlikleri ve dağınık saçları ile kapıdan içeri bakan Vanka,

“Buyurun efendim.”

Vanka’yı gözleriyle baştan aşağı süzen Moriz, suratını ekşitti. Mahcup bir ses tonuyla,

“Ah! Uyuyor muydun Vanka! Özür dilerim.”

“Yok hayır efendim, henüz uyumamıştım. Kitap okuyordum.”

“O daha kötü ya! Her şeyin bölünsün ama o kitaplara arandaki büyülü dünyanın bağlantısı bölünmesin!”

Vanka samimi bir tebessümle,

“Eh! Bölünmüş oldu artık ne yapalım?”

Moriz elindeki kahve bardağını uzattı.

“O zaman benim şu kahvemi tazeleyebilir misin Vanka?”

“Ama bugün yeterince kahve içmediniz mi sizce de efendim? Hem birazdan yatacaksınız zaten, yatmadan önce bu kadar kahve....”

“Tam da üstüne bastın Vanka.”

Yüzünü Patya’dan tarafa dönen Moriz ekledi:

-Uyumamak için istiyorum.

Soru soran gözlere bir Moriz’e bir Patya’ya bakan Vanka,

“O neden efendim?”

Gözleri Patya’ya sabitli Moriz, pis bir gülümsemeyle,

“Patya derin konulara girmek istiyor sanırım. Tanrı ve kaderin olmadığını söylediğimde edindiği tavrı görseydiniz… Pek şaşırdı ama birisinin de gerçekleri ona anlatması lazım diye düşündüm Vanka? Kötü mü etmişim?”

“Aksine, pek güzel bir düşünce ama…”

Moriz Vanka’dan tarafa döndü, kaşlarını kaldırıp gözlerini fal taşı gibi açtı.

“Ama..?”

Kapıdan içeri girip hızla girip Moriz’in yanına yaklaşan Vanka, kolundan hafifçe kavradığı Moriz’i salona çekti ve kapıyı hafif aralık kalacak şekilde örttü. Hemen söze girişti.

“Efendim biliyorsunuz o burada bir çalışan, onun da maalesef ki bir çalışma saatleri var. Ayrıca pek de bu konuları anlayacak zekâ seviyesine sahip olduğunu düşünmüyorum. Sizce de vakit kaybı olmaz mı bu çabanız?”

Moriz’in gözlerindeki heyecan ve hırs bir anda yok olmuştu. Etrafı ölüm sessizliği sarmıştı. Vanka, Moriz’i yapmak istediği şeylerden alıkoymaması gerektiğini biliyordu ama çaresizdi. Patya bir çalışandı ve onu sabaha kadar Moriz ile o odada tutamazdı. Moriz’den gelecek büyük ihtimalle sert tepkiler için zihninin içinde bu işten sıyrılma planları üretmeye çalışıyordu. Bir süre sonra Moriz sessizliği bozdu.

“Haklısın Vanka, onu burada uzun süre tutamam. Zaten gece çalışacak eleman bulmak da epey zor. Bunu da kaybetmeyelim ama ikinci dediğinize katılmıyorum Vanka. Eğer bir insan konuya yeteri kadar vakıfsa konu ne kadar zor olursa olsun onu karşısındaki insanın kapasitesine göre basitleştirip anlatabilir. Eh! Benim gibi büyük bir yazar da bunu elbette ki yapabilir.”

Bu kadar kolay ikna edebileceğini tahmin etmeyen Vanka’ya bu cümleler, o dinlemeyi çok sevdiği melodiler gibi gelmişti kulağına. İçten içe derin bir, oh, çekti.

“Sanırım haklısınız efendim. O zaman siz de bunun hakkında bir şeyler yazarsınız, hem sadece Patya değil, tüm insanlık bundan faydalanmış olur. Ne dersiniz?”

“Olmaz derim Vanka, olmaz derim,” diyerek sertçe çıkıştı Moriz.

Yarım adım kadar geri çekilen Vanka bu kadar hızlı bir duygu değişimi beklemiyordu, irkildi. Moriz devam etti.

“İnsanların çoğu böyle mühim meselelere kafa yorup okuma yapmazlar. Tanrı var mıymış yok muymuş, kader denen kavram neyin nesiymiş… Hatta ve hatta çoğu insana, kader kelimesini açıklayacak bir cümle kurmasını söyle, büyük bir kısmının hiçbir şey söyleyemeyecekleri konusunda bahse girerim. Hepsi geçmişten gelen, ağızlarına pelesenk etmiş cümleleri tekrarlayıp duruyorlar. Kendi hataları sonucu istemedikleri bir durumla karşılaşınca yanlışlarını kadere yüklüyorlar o kadar.”

Tek isteği odasına çekilip yalnız başına olmak isteyen Vanka, kafasını onaylarcasına salladı. Zaten Patya’yı da düşeceği zor durumdan kurtarmıştı. Şimdi sırada Moriz’in her dediğini onaylamak kalmıştı.

“Çok haklısınız efendim. Bir köşede insanların azı tarafından okunup çürümektense, çoğunluğa seslenip sonsuzda yaşayın.”

“Aynen öyle! Ne güzel söyledin Vanka. Bana hatırlat bu cümleni bir yazımda kullanayım.”

Vanka,

“Çok teşekkür ederim efendim, şimdi isterseniz içeri dönün Patya’yı çok bekletmeyin. Zaten birazdan alarmı da öter, mesaisi bitmek üzeredir. Ne yazdırsanız kârdır ona.”

Uzun süredir yazacak bir şeyler düşünemeyen Moriz duraksadı, sesinde mahçupluğun, utanmışlığın tınısı vardı.

“İtiraf etmekten her ne kadar utansam da…”

Yine duraksadı, yutkundu.

“Son günlerde...”

Elleriyle gözlerini ovuşturdu, sıkkınlıkla pofladı. Biraz daha duraksadı ve derin bir nefes alıp verdi. Vanka’nın gözlerinin içine yardım istercesine dolu dolu baktı.

“Son günlerde yazmaya değecek hiçbir şey düşünemiyorum Vanka. Sanki… Sanki… İçimdeki bütün duyguların odalarını kilitlemişim de anahtarların yerini unutmuşum gibi. Hiçbir şey hissedemiyorum, düşünemiyorum.”

Vanka, Morize yaklaştı, elini omzuna attı. Sıkıca kavradı.

“İnanın bana bu problem değil efendim. Robot değiliz ki biz, insanız. Duygularımız bazen tükenebilir. İç dünyamız terk edilmiş bir şehre benzeyebilir. Böyle durumlarda şehrin yeniden duygularımız tarafından işgal edilmesini beklemekten başka çaremiz yok.”

Duygu dolu ve parıldayan gözlerle Moriz Vanka’ya sıkıca sarıldı.

“Gerçekten, inan bana çok güzel konuşuyorsun Vanka, benim gibi bir yazarla vakit geçirmek sana yaramış doğrusu. O zaman ben bu akşam erken bitireyim mesaimi, yarın da çıkar şehre inerim, biraz kafa toplarım.”

“Gerçekten çok güzel bir plan efendim.”

Moriz tekrar içeri girdi ve dolup taşan bir enerjiyle,

“Haydi Patya çıkabilirsin, bugünlük erken bitiriyoruz.”

Daha önce hiç erken biten mesaisi olmayan Patya afalladı.

“Erken mi? Bugün başka bir şey yazmayacak mısınız yani?”

Moriz, yatağının yanındaki komodinin üstüne kahve bardağını bıraktı. Kitaplığına gidip kitabını aldı. Yatağına güzelce yaslandı ve okumaya başladı.

Patya, sandalyesinde yavaşça doğruldu. Yanıtsız kalan sorusuna bir cevap almak istiyordu, emin olmak istiyordu ama nasıl soracağını da bilemiyordu. Fısıldar gibi bir sesle,

“Okumanızı bölüyorum ama… Bugün mesai bitti.”

Moriz kitaptan başını kaldırdı ve bağırdı,

“Ne duyduysan o Patya! İkiletme, masayı topla ve çık. Bir de şu kahve bardağını da mutfağa bırak.”

Patya komidinin üstünden kahve bardağını aldı, hızlı hamlelerle çalıştığı masayı bir çırpıda topladı ve odadan ayrıldı.

Vanka’nın kapısı çalındı.

“Gel.”

Patya içeri girdi. Masasında, önünde birtakım kâğıtlara uğraşan Vanka, Patya’dan tarafa döndü. Saygıyla eğilen Patya,

“İyi akşamlar profesör.”

“İyi akşamlar Patya. Bir ilerleme yok değil mi?”

“Maalesef profesör. Gördüğünüz gibi. Hâlâ aynı.”

Umutsuzca başını sallayan Vanka, dudaklarını büzüştürdü.

“Eee sen işi bırakmayı düşünüyor musun? Bir aya yakın süredir bu adama tahammül ediyorsun. Şimdiye kadar çalıştığım insanlar arasında rekor sende doğrusu.”

Beraber kısaca gülüştüler.

“Sınırları zorlayabilidiğim kadar zorlayacağım profesör, ya siz bu adamı tedavi etmeyi bırakmayı düşünmediniz mi?”

Yarı umutlu yarı umutsuz Vanka ellerini dizine vurdu.

“Bu adamın ailesinin ne kadar köklü ve önemli bir soydan geldiğini biliyorsundur sanırım Patya, çok ısrar ediyorlar bana bu konuda. Her yolu denememi söylüyorlar ve iyi de bir para ödüyorlar bana. Şayet tedavimi başarılı bir şekilde tamamlayabilirsem bana ödenecek ekstra para ile bir daha asla çalışmama gerek kalmayacak o yüzden elimden geleni yapacağım ve pes etmeyeceğim. Ayrıca ailesinin haline üzülüyorum Patya. Benden önce kaç tane profesörle çalışmışlar hepsi de en sonunda pes etmiş. Ben son çareleri gibiyim artık.”

Patya, bu mücadelenin tamamen anlamsız olduğunu düşünüyordu.

“Bir aya yakın buradayım profesör; kibrinden, aşağılayıcı tavrından bir an olsun vazgeçmedi. Bence bu adamı böyle kabul etmeliyiz. Bazı insanları değiştiremeyiz. Moriz de onlardan birisi bence profesör.”

Vanka sessiz kalmayı tercih etti.

“Ukalâlık yapmak istemem profesör ama bunca zaman çalışıyorsanız ve bir gelişme yoksa… Gerçeği eğip büküp ona görmek istediğiniz şekli verseniz bile mayasını değiştiremezsiniz profesör. Bazen gerçeği olduğu gibi kabul etmek lazım.”

Vanka solgun bir ses tonuyla,

“Teşekkürler Patya,” diyebildi sadece.

Patya, Vanka’yı kırdığının farkındaydı ancak söylediklerinin de arkasındaydı. Ortamı az da olsa yumuşatmak için tedavi meselesini kapatmaya karar verdi.

“Bir de sormamın sakıncası yoksa koridora çekip ne konuştunuz onunla. İlk defa böyle erkenden yazmayı bıraktı. Önceden olsa boş boş düşünür, saçma cümleler söylerdi ama asla ve asla yazmayı erken bırakmazdı.”

Vanka,

“Aslında amacım seninle sabaha kadar yapacağı tartışmayı engellemekti. Bu arada yeri gelmişken tekrardan uyarımı yapayım Patya. Lütfen Moriz ne derse karşı çık.”

Patya araya girdi,

“Evet, evet biliyorum profesör, sadece o an boş bulundum işte.”

“Anladım Patya. Neyse işte… Senin çalışma saatin olduğunu falan söyledim, vazgeçirdim bir şekilde. Sonra konu konuyu açtı. Uzun süredir yazacak bir şey bulamadığını söyledi ben de bunun normal bir durum olduğundan falan bahsettim, o da bugün erken bitirmeye karar verdi.”

Vanka’nın morali ziyadesiyle bozulmuştu. Lafı kısa kesmeye çalışmasından, Patya ile göz teması kurmamasından anlaşılıyordu. Patya da daha fazla durmak istemedi. Birbirlerine iyi dileklerini ilettiler. Patya odadan ayrıldı. Vanka masasına geri döndü. Eline boş bir kâğıt aldı. O güne dair notunu düştü.

“Yazmanın pek fena bir hastalığa dönüştüğünü gördüğüm Moriz ile bugün 332. günüm. Henüz bir gelişme yok, ilk geldiği gibi. Bugünkü kullandığım ilaç ve yaptığım terapi seansı da işe yaramadı. Hâlâ çok büyük bir yazar olduğunu ve ileride çok okunacağını düşünüyor.” Kâğıdı zarfa sığacak şekilde katladı. “332. Gün” adlı zarfın içine koyup ilgili dosyanın içine özenle yerleştirdi.


Ökkeş Can Kılıç



0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page