top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Şeyda Başer Eroğlu Yazdı- Kavan'ın Bazukası

Bana göre sanatçının dünya görüşü ancak metinlerine sinmiş olan bakış açısıyla bulunabilir. Okurun bir yazarın hayatından ya da yazılarından yola çıkarak onunla ilgili bir karara varması pek mümkün görünmüyor, fakat Anna Kavan’ın “Julia ve Bazuka”sı yazarın biyografisinden bağımsız okunamazmış hissi veriyor. Çünkü yazarın yaşam öyküsü kurmaca gerçeklikle iç içe. Kavan, ilk adıyla Helen Woods, 1901 yılında İngiliz bir ailenin çocuğu olarak Cannes’da doğmuş. Hayat onu henüz on dört yaşındayken oldukça ağır travmalarla sınamış: Babasının intiharı ve bu kaybın ardından annesinin yazarı daima terk edecek bir yer bulması. “Annem kız olduğum için beni sevmedi, küçümsedi.” (s.56) Yazar, romanı “Let Me Alone”un kadın kahramanından aldığı “Anna Kavan” adını ilk kez “Asylum Piece”teki öykülerinde kullanır. Hayatının sonuna dek eroin bağımlısı olarak yaşayan Kavan’ın ölümü Virginia Ironside’ın sunuşunda şöyle anlatılıyor:

“1968 kışında, yayıncısı Peter Owenonu en büyük hayranı Anais Nin ile tanıştırmak için verdiği bir Notting Hill partisine katılacağı akşam, kalp krizinden öldü. Başı uyuşturucularını koyduğu Çin kutusunun üstünde, yatağında yatarken bulundu. Daha sonra polis, evinde ‘bütün sokağı öldürmeye’ yetecek kadar eroin bulduklarını söyledi.”

Kavan’ın öyküleri çoğunluğu şimdiki zamanla çekimlenmiş durum öyküleridir. Bu tercih bana Jale Parla’nın “Anlatı zamanı tümüyle anlatıcının yetkisindedir. Saatin ifade ettiği zamandan farklı ve bağımsızdır,” sözünü hatırlatıyor. Hikâyelerin şimdiki zamanda gerçekleşmesi ve olayları bizzat birinci tekil şahıs anlatıcının yaşamakta olması okuru, doğrudan sanatçının zihnindeki karmaşaya dahil etmek istemesinden kaynaklanıyor.

Kavan’ın gerçeklik algısı kendisinin deyimiyle “kusmuk gibi koyu safran sarısı bir sisin içinde” kırılgan bir buz pistinde yürümek gibi. Bu nedenle eserindeki hikâye kişileri “gerçeklik ile cehennem arasındaki bu arabölge’de” hiçbir şeyin ayırtına varamaz. Bu durumu kitabın bazı öykülerinden aldığım cümlelerle somutlaştırabilirim. “Ama bu grup beni rahatsız edemezdi, çünkü gerçek değillerdi.” “Bu olanların hiçbiri gerçek değildi. Ben aslında burada değildim.” (s.34) “Dışarıda hiçbir şey hiç de gerçek görünmüyordu.” (s.54)

Kavan’ın günden güne ilerleyen bağımlılığı kendisine enjekte ettiği duyguları yaşamasına neden olur. Bunu “Julia ve Bazuka”daki öykülerde apaçık görebiliyoruz. Aslında sadece bağımlılığını değil, ilişkilerindeki gelgitleri de metinlerine yansıtmış. Stuart Edmonds’la yaşadığı birlikteliğin bir süre sonra dayanılmaz hale geldiğini, Edmonds’ın Kavan’ın tabiriyle “Oblomov’a nasıl dönüştüğünü adım adım izliyoruz. Buzlu yollar, buzlu dağlar, buz gibi soğuk bakışlar, buzkandilleri, buzun siyah parıltısı, buz soğukluğunda soluma, gökyüzü gri buz kadar soğuk, buzlu rüzgâr, dünya soğuktan bir cam kubbe…ifadeleri gösteriyor ki yazar için her şeyin bir soğuğun tehdidi altında olması eroinle geçmişinin bedeninde ve ruhundaki yansımasıdır. “Patla­yan dünyada hava nasıl da soğuk.” (s.166)

Öyküleri okurken her şeyin pamuk ipliğine bağlı, her ân değişebilir, yer değiştirebilir, dönüşebilir olduğunu ve ummadığı bir boşlukta asılı kaldığını görebiliriz.

Anlatıcılar kendilerini insanlardan kopuk hisseder.

“Burada tamamen yalnızım ve her zaman öyle olacağım, dünyanın geri kalanından kopuk.” (s.150)

Aslında bu fanusta yaşamaktan memnun değildirler. “…yalnızlığı ve benim mahpus benliğimi içeriyor. Buna dayanamıyorum. Bir an tekrar dışarı çıkmayı, bir şeyler yapmayı, konuşacak birini bulmayı düşünüyorum.” (s.152) Kavan’ın hikâye kişilerini ancak “şırıngası varken hiçbir şey korkutamaz.” Acıyı yazarak sağaltmanın yolunu bulan Kavan’ın anlatıcıları kendilerine kurdukları dünyadan memnun, kimseyi etkilemeden yaşarlar. “Benim yaptıklarım asla başkalarını etkilemiyor. Utandırıcı bir şekilde davranmıyorum. Temiz beyaz bir toz da asla itici değildir; saf görünür, parlar, saf beyaz kristaller kar gibi ışır.” (s.110)

Duyguların anlık değişimi çok iyi gözlemlenmiş ve tasvir edilmiş, nitelikli okurun ilgisini çekebilecek bir eser “Julia ve Bazuka.” Gazete Duvar ve Cumhuriyet Kitap dışında kimsenin modern klasikler arasına girebilecek etkileyicilikteki bu eser üzerine yazmamış olması üzücü. Siz de Selahattin Özpalabıyıklar’ın çevirisiyle akıcı, groteskle harmanlanmış, yazarın deyimiyle uzaydan gelen kozmik ışınların hayatınızı değiştirebileceğine inananlardansanız bu öykülere bir göz atın.


Şeyda Başer Eroğlu

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page