Dedim sana dostum, yalvardım o gece, beni benle yalnız bırakma diye. Sen ise o izbe bile diyemeyeceğim, kıt ışıklı köhne odada dördüncü olmayı tercih ettin. Ne anlıyorsan o meretten, aynı laflar, aynı sözler, kinlenmeler, ortaklıklar, taş çalmalar… Düzenbazlıkları öğrendiğin, ilk sigaranı dudaklarına sürdüğün, ilk aşklarını korkusuzca paylaştığın hücreyi tercih ettin, yuh olsun sana.
Korkarım efkârlandım, dolunayda bir fena bu akşam, ilkokulumuzun arka duvarına dayayacağım sırtımı, sana sormadım ama, param bir litrelik köpek öldürene yettiğinden, açtırdım da şişeyi mahalle bakkalı abime, “Ooo delikanlı gene efkârlanmışsın bu gece afiyet olsun,” sözleri ile yollandım düş dünyama.
Korkarım hiç denemediğim bir şey yapacağım ve şiir yazacağım bu akşam, şimdi anlamazsın ama otuz yıl sonra gülüp geçeceksin bu acemi şiirime eminim.
Hüzün sarmalından (sazan değil ha) bahsedesim var, beni iç denizinde bir beyaz bota bindirdi bile. Çok hasretim bu gece imgelerin peşinden koşmaya, önüme biraz metafor atsalar, üzerine birkaç yudum papazkarası kim tutar kalem tutan elimi, döşenirim dizi dizi, dize dize.
Üşüyorum, tepemde yıldızlar, ömürlerini tamamlamış düşüyorlar, inanmayacaksın ama her biri bizim mezarlığa düşüyor. Kimlerin, hangi sevdiğimizin simgesidirler acaba diye geçiyor içimden. Dolunay Ergene’de şavkıyor, Ergene karartmamış henüz yüzünü, küsmemiş biz insanlığa.
Mavi bir gece, lacivertin tonları maviye sızma telaşında. Ne de severim maviyi bilirsin. Ne şiirler yazılır, mavinin fonda aktığı. Özlemler, sürülecek bisikletler, hedefler, güzel duygular konur hep bilinmez maviliklere. Ben de bırakacağım yalnızlığımı maviliklere, sana inat Hasan. Ne olurdu gelseydin bu akşam be dostum, tamam şarabıma değil ama sohbetime dost olabilseydin. Ben üşürsem yıldızlar da üşürler mi yalnızlıklarından. Her geçen tren yalnızlığımızı hatırlatır bizlere, Yalnızlığa yazgılı mıyız biz istasyon çocukları, saçı sakalı ağarmış yüzlerce yaş almış yıldızlar gibi.
Şiirlerden aklımda kalan iki sözcükten, yalnızlar rıhtımı kasabanın mor ışıklı yazlık sinema bahçelerindeki yalnız çocukluğumu, yalnızlar senfonisi ise yeni yetme yeni aşklara yelken açmış yüreğimin tıpır tıpır atan sesini anımsatıyor. Sevgili yalnızlığım, okyanuslardan dipsiz derin maviliklerden, gökyüzünün sonsuz ufkuna yorgun ruhumu ne de güzel çekmekte. Dualarımda, yalnızlığıma dert ortakları bulmakta zorlanmıyorum. Aslında bu gece beynimin sessiz çığlıklarının sığındığı fırtınalı limanı aramakla meşgulüm.
Yalnızlık, aslında her an düşlerimde var oldukça yalnızlık olmaktan çıksa da, onun bedeninin sıcaklığına hasretlik, ergenlik sonrası öğrenilemeyen erişilmez bir duyguymuş.
Dolunayla aramda, senin yokluğunu bilmişçesine akan yıldızların arasına girmiş gökyüzünü kaplamış bulutlar, tepemde esmekte olan keşişlemenin türkü kokan yelleriyle yüzümü okşamakta, bunları da bir öğrenemedim gitti ama poyraz ve lodos olmadığı kesin.
Bir şairin dizesi Yunus gibi yollara attı, fırlattı beni. “Bu gece hüzünlerimin şiirini yazacağım,” diyen. Sevdiklerimin, sevildiklerimin, fark edilmediklerimin melankolik ve platonik aşklarımın şiirlerini döşeneceğim inşallah.
Şu duvarın az ilerisinde miydi neydi, yanıma uzanmıştı da saçlarında gezerken elim yüreğim parçalanmış, dudaklarım yarılmış, kalbimin fırlamaması için göğsümde zor tutmuştum onu.
Üstümüzde erişilmez yüksek bir gece vardı. Ufkumuzu genişletiyordu ovaya yansıyan kasabanın cılız ışıkları. Her geçen arabada kasabaya gidende ben onu, istasyona gelende o beni öpme oyunu oynamıştık da ne çok öpüşmüştük. Sevmiştik, sevilmiştik, sevişmiştik o gece hepinizin bildiği o çocukluğumuzun okulunun arka bahçesindeki çamları altında.
Dudaklarında yorulduğum, nefes aldığım o kısacık zamanlarda soran bakışlı gözleri takılıyordu yırtıcı gözlerime, onunkinin de benden farkı yoktu, iri Kartal bakışlı, sevgiye aç, sevmeden duramayacağını haykıran. İtiraf ettiriyordu durmaksızın, tekrar tekrar onu sevdiğimi sorgusuz sualsiz. Kucağımda yorgun düşmüş bedeni, göğsümde kendine bedenimin şeklini alacak bir pozisyon arayışında, kıpırdanıyor ürkekçe, ürkütmekten çekinerek.
Sesini duyuyorum incecik bir annenin ninnisi kıvamında, aşkımızı sevgimizi yazıyor çamların kılıç keskini dallarına.
Böyle gecelerde aşk şarkıları fısıldarmış ağaçlar, baş başa kalmış âşıkları yalnız bırakmamak için. Ah dostum ah, ne yorgun gecelere taşıdın beni yokluğunla gör bak.
Ah dostum ah seninle, sadece yalnızlığımı ve şarabımı değil, hınzırca aklıma getireceğin, ne kadar konuşmasak iyi olur dediğimiz ilk aşkımı da paylaşırdık.
Neyse bırakalım bu boş sözleri de….
Yazacaklarımı hüzünle derliyorum kafamda, dizeler çimene düşmüş çiğ kadar parlak ve ıslak, uçup gitmeden kâğıda geçirsem iyi olacak. Sevgiler de, aşklar da bu kadar kısa ömürlü mü oluyor bu koskoca evrende. Duymak acı veriyor mahallede yitirdiğimiz komşuların adını onun şeftali görünümlü, nane kokulu dudaklarından. Gece metaforu duyuruyor kendini derinliklerden, hiçbir zaman unutturmamacasına.
Sevgimle şelale gibi akan kalbim onu alıkoymaya yetmemiş demek ki onu özlüyor, onu anıyorum hala bu melankolik gecede. Işıklardan medet umuyorum yolumu bulmaya. Ama kuş uçmuştur, kaldıysa sadece kanat sesi işitilir uzayda. “Anılarınla yetineceksin benim kırık kalpli kardeşim” dediğini duyar gibiyim. Sen gelmedin ama kırmızının her yudumundan sonra siluetin vücut buldu yanımda ve eşlik etmeyi sürdürdü benle, bu biraz müstehcen konuşmalarıma dostum.
“Akşamsefalarının güneşin batışını uğurladıkları o bildik kokusu sensizliği siliyordu zihnimden,” dediğimi hatırlıyorum ona, ne dizeler yazılır bu sözcükler yardımıyla düşünsene bir dostum.
Yalnızlığımla demleniyorum. Kalbimin dilinde kekremsi bir tat. Meze olarak ortaya onunla ortak anılarımızı saçıyorum. Ah şu tepeler, şu dereler hatta şu karşı tarladaki buğday başakları ya da gündendi başları dile gelse de haykırsa aşkımızı, haykırsa semayı ısıtan aşkımızın gücünü.
Giderken beni yalnızlık girdabına atıvereceğini gönlünden geçirmiş midir.? Şimdi kim bilir kime bakıyordur, kim bilir kimin dilinde yeni hayatlar arıyordur, kendi dilinin çırpınışlarında, gözleri ferinden bir şey kaybetmemiş olsa bari, rakibinin boynunu koparacakmış denli keskin bakışları. Aydınlık teninde kimi huzurlara taşıyordur kim bilir, değil mi dostum.
İtiraf edeyim. Onu sevmem kısa sürdü ama unutmam ömür boyu. Şarkılardan fal tuttuğumuzda söyleyen sanatçının,
“Kim derdi ki seninle
Bir gün ayrılacağız
Geçip giden yılların
Ardından bakacağız” şarkısıyla uğurluyorum sadece bu geceliğine onu.
Son olmayacak ona ithafen, sana yazdığım yazılar, her nerede ve nasıl yaşamaktaysa selam olsun.
Başlangıçta bir efelendim şiire açacağım kendimi dedim ama af ola, nerde verdiğim sözler, elim yine şiire olgunlaşmıyor, varsa yoksa tek düze nesir yazılar.
Selamlar dostum.
Ümit Ahmet Duman
Comments