Öykü- Ayşe Özge Oğuz- Bu Diplomasi Pek Fena! İnsanı İncitecek Türden
- İshakEdebiyat
- 26 Mar
- 4 dakikada okunur
Kulağımda radyodan gelen cıvıltılı melodiler, önümde soğuk bilgisayar ekranı, masanın üstü evrak kaplı. Telefonun sesi ile irkildim. 0212’li yerden aranıyorum. Avrupa Yakası. İki saat önce de aynı numaranın aradığı ve ben geri aradığımda meşgul çaldığı göz önüne alınırsa, hiç hayra alamet değil! Bekletmeden açtım. Telefondaki kadın sesi “Ben Duygu. İl müdürlüğünden arıyorum. Yarın İl Müdür Yardımcısı Semih Bey saat 15.00’te sizinle görüşmek istiyor,” diyor. Kısa bir “Okey,” dedim, geçtim. Abartmaya gerek yok! Abartırsam anlarlar. Kimsenin bilmemesi lazım. Hem benim hem onların aleyhine işleyebilir. Normal şartlar altında her şeyi konuşur anlatırım, ama bu kurumda diken üstündeyim. Hep mi baskı, dedikodu, kargaşa? Tembih üstüne tembih yapıyorum kendime. Yüzümün şekli şemaili aynıdır umarım. Kızarıp bozarmamışımdır. En azından şimdilik! Tahmin ediyordum ama daha bir yılım bile dolmadı. Çok sevgili müdürümün tahammülü nasıl dolduysa artık!
Bütün gece nereye gönderileceğimden çok ne giyeceğimi düşündüm. Makyaj yapmayacağım, savaşa gitmiyorum. Lâkin ye kürküm ye hesabı siyah beyaz, midi boy bir elbise giydim. Kimse şüphelenmesin diye siyah ceketi arabada bıraktım, üstüme yün hırka geçirdim. Siyah topuklu ayakkabı fazla avangart kaçar diye nene ayakkabısı dediğim siyah neopren malzemeden düz taban ayakkabıyı kullanma kararı aldım. Hiçbir şey olmamış ve olmayacakmış gibi işimi yapıyor gözüküyorum. Oysa aklım hiç işte değil. Saat 13.00 sularında çıkacağım işten ve kaderimin tayin edileceği yere, il müdürlüğüne gideceğim. Müdürüme düzden söyleyip izin alacağım, madem bensizliği kendi istedi, yarım gün yokluğuma katlansın!
Minyon yüzü ve sarı balyajları dışında görsellikten sınıfta kalan tombik müdürümden izni aldım. Suratındaki ifadeyi seçemedim. İyi çalışılmış, beklenen bir duyarsızlaşma örneği mi? Yoksa şokla birlikte gelen hazzın vücuda yaydığı genişlik hissi mi? İlgilenmiyorum. Arabayı alıp Üsküdar’a sürüyorum. Resmi gözükmek adına hırka ile ceketi değiştirip vapura biniyorum. Karşıya, Bizans’a geçiyorum. “Ne güzel her yerde Bizans kedileri! Bizans sofraları ve Bizans oyunları. İnsanları da cabası. Ah kahpe Bizans!”
Hava ocak ayına göre hayli sıcak. Mevsim normalleri, yeni normaller oluşturuyor. Henüz butik otel olmamış il müdürlüğü binasının mermer merdivenlerini aheste çıkıyorum. Üçüncü kat son durağım. Yarım saat bekledikten sonra Semih Bey ve yanındaki Ayşen Hanım’ı seçiyorum. İkisi de çiçeği burnunda il müdür yardımcıları. Semih Bey kısa boyu ve kendinden emin tavırları ile adeta Napolyon. Ayşen Hanım da Türk standartları boy ortalamasını karşılayan ve her devre uyum sağlayan bir kadın. Neredeyse on yıldır tanırım. Yanıma geliyor, “Sevgi Hanım merhaba nasılsın?” diyor. “İyiyim,” diye yanıtlıyorum. “Siz nasılsınız?” O da iyiymiş. Semih Bey yoğun, maruzatı olan başkalarını odasına alıyor. Ayşen de içeri girdi. Yaklaşık iki saat geçiyor, saat 17.00. Artık beni alsalar ya, mesai bitiyor! Dualarım beş dakika sonra tutuyor. Ben içeri girdim, Ayşen dışarı çıktı. Durum anlaşılmıştır. Ayşen beni savunmayacak, Ayşen düşman safında. Semih Bey ve sekreteri Duygu var içeride. Bu diplomasi pek fena! İnsanı incitecek türden.
Ben oturur oturmaz Semih’in telefonu çalıyor. Bu sefer telefon faslı başlıyor. Artık stresten çatlamak üzereyken görüşmesi bitiyor. Şükür! Rahatlatmak için memleketi falan soruyor. Hatta saydığım iki ilin insanlarını da çok sevdiğini söylüyor. İşe yarıyor, kaygım azaldı. Gardımı indirmişken anlatıyor: “Lafı uzatmadan dosdoğru söyleyeceğim. Müdürün senden rahatsız oluyor, uzun zamandır söylüyor, ısrarla söylüyor. Gitmeni istiyor.” Birkaç saniye içinde pişman olacağım lafları sıralıyorum: “Hislerimiz karşılıklı ben de ondan rahatsız oluyorum.” “Ama siz uzun zamandır bu alanda çalışıyorsunuz, o yüzden istediğiniz, evinize yakın yer olsun. Bana iki yer söyleyin birine gönderelim,” diyor. Acaba geçen sene bulduğum referansın etkisi devam mı ediyor da bu kadar iyi niyetli? Geçen sene beni habersiz, cart diye istemediğim bir yere yollamaya kalkmışlardı. Eski müdür ve şimdiki müdür! Sizi gidi kumpasçı kaltaklar! Değiştirene kadar akla karayı seçtim. Dilekçe yazıp mantıklı açıklamalar yaptım. Olmadı! Ben de birilerini buldum, ne yapayım? Evet, ne dediğinizi duyar gibiyim: Bu diplomasi pek fena! İnsanı incitecek türden.
“İyi ama biraz araştırayım öyle söylerim, hem bu ay sonuna kadar kurumda kalmam gerekiyor, ona göre plan yapmıştım çünkü,” diyorum. Kararımı bildirmem için telefonunu veriyor. “Ama sakın müdürüne bu konuştuklarımızı belli etme, ona kızma, karşı koyma,” vs. gibi bir şeyler söylüyor. “Niye öyle bir şey yapayım?” diye itiraz ediyorum “Ben sanatla uğraşan biriyim. Ben hobi gibi işe gidiyorum,” derken sağ omzum seğiriyor. “Bunlar gibi sıkıntılı ve otoriter değilim ki!” diye açıklama getiriyorum. Aslında düşünmedim değil. Ben çok cinayet düşündüm. Müdürü Kim Öldürdü? diye hikâye yazdım. Polisiye içerikli devam hikâyeleri ve değişik öldürme fantezileri yazacaktım. Hindistan’da yetişen cerbera odollam adlı ağacın meyvesi ile zehirlenecekti. Mosmor olacaktı. Yazmadım. Bıçaklanarak öteki tarafı boylayacaktı, yazmadım. Kazara araba çarpacaktı. Yine yazmadım. Sonra sonra içimdeki cinayetleri susturdum. Kurum değiştirdim, iş yoğunlaştı, ama bunların derdi bitmedi. Hey Allah’ım!
2 saat 5 dakikalık bekleyiş ve 10 dakikalık görüşme sonunda artık özgürüm. Ertesi sabah baş manipülatörün kapısını tıklatıp görüşmek istediğimi söylüyorum. Kendisi arkası dönük ayakta, güya koltuğun üstündeki ceketini düzeltirken “Ne dedi Semih Bey? Yanlış bir şey düşünülsün istemem de! Ne dedi? Neden gönderildiğinizi söyledi mi? Ne neden gösterdi?” diye konuşuyor. Poff! “Senin istemediğini söyledi,” diyemiyorum da “Yok bir neden, hayır söylemedi. Yani hatırlayamıyorum. Bir neden mi gerekliydi?” minvalinde zırvalıyorum. İki buçuk ay önce söylemişmiş, benim adımı vermek zorunda kalmışmış, işte 4B kadrosu oraya çakılıymış da, başka adam yollayamıyormuş da, bık bık bık bık. Dün Semih bunu arayıp hemen söylemiş ay sonu gideceğimi, onun için okeymiş ama yer belli değilmiş. “Evet değil,” dedim, “sizin tavsiye edeceğiniz yerler var mı?” İşte evim neredeymiş, oralarda kuruma bağlı merkezleri varmış, siteler varmış falan filan. El sıkışarak ayrılırken yüce gönüllülükle “Siz bir düşünün ama yer belirlerken muhakkak bana danışın. Ben yardımcı olurum,” diyor yüzsüzce. “Tabii ki, neden olmasın?” diye yanıtlıyorum benzer arsızlıkta.
Ertesi günlerde müdür özüne döndü, göz teması kurmayıp benden sürekli kaçtı. Arada sırada Semih’in onu sıkıştırdığını söyleyerek yeni yerimin belli olup olmadığını soruyor. Semih Bey ile sanki kankalarmış gibi konuşması beni çileden çıkarsa da ben yine susuyorum. Semih Bey’in umurunda değil, biliyorum. Hatta artık benim de değil! Haftalar, aylar geçti. Bekleyişteyim. Bu süreçte anladım ki müdürlük bir fantezi dünyası. Ya içindesin bu dünyanın ya dışında. O yüzden her şeyi bir yana bırakıp ben de müdür olmak için çabalayacağım. Sizin de anladığınız gibi; bu diplomasi pek fena! İnsanı incitecek türden.
Ayşe Özge Oğuz
Kaleminize sağlık Özge Hanım