top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Fatin Bulut- Nehir

I

Veli toplantısını bitirirken onu tekrar görmenin buruk hissiyatı ile doluydum. Tekrar karşılamak, bütün ihtimallerden arınmış biçimde buluşmak. Arınan oydu şüphesiz; ben, ilk günkü gibiydim. Zaten bizim öykümüz, benim tarafımdan yazılmış, benim tarafımdan oynanmıştı. O bütün inceliğiyle bu senaryonun dışında kaldı hep.

Üniversiteyi bitirmiş, işsizlik konusunda yeterli düzeyde akraba dedikodusuna maruz kalmıştım. Mezuniyetimden beş sene sonra atandım. Çok zor geçmişti işsiz beş sene. Vücudumla olan kavgam beş senenin her günü biraz daha artmıştı. Aldığım kilolar eğilen belimle birleşince, boy aynasında kendime bakamaz hale gelmiştim.

Üniversiteyi bitirdikten sonra ilçeye dönen arkadaşlarım birer birer Ankara ve İstanbul’un yolunu tuttular bu beş senede. Devlet kademelerinde yer edinenler Ankara’ya, yüksek camlı plazalarda konum elde edenler İstanbul’a gidiyordu. Ben yolumu böyle çizmemiştim. Lisede karar verdim Türkçe öğretmeni olmaya. Sınıfın açık ara en sessizi ve okuyanıydım. Akranlarımın pek azının haberdar olduğu şairleri tanıyor, hatta çoğunu yırtıp attığım şiirler dahi yazmayı deniyordum. Üniversitenin ilk yılında tanışacağım bir sınıf arkadaşımı sevecek, evlenecektim. En büyük hayalimdi üst komşumuz Handan teyze gibi bir meslektaşıma eş olmak. Mehmet amca gibi dudağımın üstüne düşen bıyıklar bırakacak, hafta sonları apartmanın altındaki bakkaldan aldığım iki ekmek, iki paket Samsun 216 ve bir Cumhuriyet gazetesi ile eve gidecektim. Öğleden sonra kahveye yönelip içeriye ilk adımı attığımda kahvenin bütün sakinlerinin saygıyla “Hoş geldiniz hocam,” demesini bekleyecektim. İtibarlı olacaktım yani, mahallenin öğretmeni olacaktım. İki kızım olacaktı, kızlarıma sevdiğim şiirlerden isimler seçecektim.

Öğrencilik yıllarım sevilmek duygusunu tadamadan, belki bir eli tutamadan, öylece köşeye atılmış çöp gibi manasız, ıskartaya çıkarılarak, kavgasız geçmişti. Sevmek duygusunu da hayalimce yaşayamamıştım, çünkü kurduğum arzunun kendisine büyük bir aşk besliyor, karşıma çıkan bütün olasılıkları, en ufak bir seçicilik olmaksızın bu hayale ortak ediyordum. Dört senem bu sonuçsuz çırpınışın anlamsızlığı ile geçti. Mehmet amca olamamış, Handan teyzeyi ise bulamamıştım. Bu durumu alın yazısına, talihsizliğe, hatta çirkinliğe bağlamaya da çok meyyaldim o zamanlar, belki de halâ öyleyim.

İşsiz geçen beş senede, öğretmen olmaya dair biriktirdiğim bütün hayallerim de ıskartaya çıkmıştı. Her sene KPSS’ye giriyor, belirli bir puana kadar erişiyor ama Türkçe öğretmenliği için belirlenen eşiği geçemiyordum. Bu sırada civardaki köylerin okullarında ücretli öğretmenlik de yaptım, kasaplık da. Dedemin bir Ramazan Bayramı’nda, “Bizim oğlana verdiğim bayram harçlığı orucun fitresine geçer mi kızım, ne de olsa işsizdir?” diye teyzeme sorduğunu arka odadan işitince toruna dahi verilen kıymetin en sonunda parayla ölçüldüğü gerçeği ile kaskatı yüzleşmiş, üzüntü ve mahcubiyet içinde, biraz da gözyaşı ile evden çıkıp ilk bulduğum tenhaya kendimi atmıştım.

Günlerim uyuyarak geçmeye başlamıştı. Kendimde sabaha başlayacak gücü bulamıyor, bulamadıkça yatağa daha çok yapışıyordum. Beş senem, evle kahve arasını kapsayacak bir kilometre alanda geçmişti neredeyse. Bu mesafeyi geçen hiçbir yerde tam anlamıyla barınamamıştım. Ücretli öğretmenlik yol masrafımı karşılamıyordu neredeyse, kasaplıkta ise hiç mahir değildim. Ustam kibarca, “Okumuş yazmış adamsın oğlum, ne işin var benim dükkânda? Bak ben ilkokul terkim. Rabbim sana da güzelini nasip eder,” deyip kasap dükkanından uzaklaştırdı beni. Beceremediğim işe Rabbini katarak hayır duasını da sunmuştu, sağ olsun. Annemin misafirleri sohbetin sonunu, “Bu oğlan ne olacak Hidayet abla?” sorusuna bağlıyorlar, sonra onlar da Rablerinin açacağı hayırlı kapı ile cümlelerini bağlıyorlardı. Ben kilo aldıkça annem eriyordu benim derdimden. Ya yatakla dostluğumu sürdürecek ve herkesin bana alışmasını bekleyecektim; ya da malum sınava çalışacak ve hep takıldığım eşiği bu kez geçecektim. Benim için yeryüzünde kaygılanan tek insandı annem, onun benimle gururlanabilmesi, gelip gidenlerin sesini kısabilmesi için ikincisini seçtim.

Ve o sene, sınavı geçtim, atandım. Yaşadığım gibi bir yerin ortaokuluna atanmıştım, Aydın, Nazilli’ye. Bizim Turgutlu’dan üç buçuk saat uzaktaydı. Havası, suyu, şivesi aynıydı. İlk bir ayım öğretmenevinde geçti, ilk maaşımı aldıktan sonra bir ev tutabildim. Sonra açılan kredi kartı ile borç harç evin içini döşedim. Hayatı rayına koyuyordum işte, hayatı rayına koydukça, daha evvelden göze batmayan eksiklikler daha görünür oluyordu. İnsan böyle bir doymaz varlıktı işte.

Mehmet amca olmak, Handan teyzeyi bulmak isteği içimde tekrar uyanmıştı. İşe girmemle beraber neredeyse bütün arzuları gerçek olmuş şımarık bir çocuktum ben, hiç büyüyemiyordum, bir isteğim gerçekleşmişti ya, arkada kalan, bastırılan, saklanan büyük arzuma koşmuştu doymak bilmez yüreğim yine. Ve bir gün karşıma çıktı aradığım.

II

Evin kirası, eşyaların taksitleri derken yetmez olan paramı yetirebilmek için açık öğretim sınavlarında görev almaya başlamıştım. Bir cumartesi günü, görev imzasını atarken gördüm onu. Bir esmer güzeliydi, uzun boylu, kısa saçlı, kahverengi gözlü… Yüzünde başlayan kırışıklıklar yirmilerinin sonuna geldiğini ve otuzlarına merhaba demek üzere olduğunu söylüyordu. İçimden “Batan gün kana benziyor, Yaralı cana benziyor, Esmerim vay vay…” şarkısını mırıldanırken, keşke dedim, keşke yüzünün otuzlardan kırklara, ellilere gittiği yolda yanında olsam, keşke onunla yaşlanabilsem… Ayran gönüllülüğüm yine göstermişti kendini. Onunla bir şekilde tanışmalı, bir halini yolunu bulup ona ulaşmalıydım. Benim Belma Sebil’im olmuştu hemen, oysa öyle kalmamalıydı…

O gün onunla tanışmayı başaramadım. Büyük bir hayal kırıklığı ile ayrılmıştım imza yerinden. Ancak ertesi gün de aynı okulda görevli olduğumuzu görünce dünyalar benim oldu. Bütün güzelliğiyle yine karşımdaydı. Arka tarafında bir yere oturdum, ellerini dudaklarına götürüp beklemesini, bu sırada saçıyla, dudaklarıyla oynamasını izledim. İmza föyü geldiği zaman hemen arkasında bitiverecek, böylelikle adını ve çalıştığı yeri öğrenecektim. İmza geldi, imzaya gitmesini bekledim, imzaya kalktığında arkasındaydım. Ve bir dakika sonra ismini öğrendim: Nehir Teca.

İmza işlerinin bitmesinin ardından dışarı doğru hareketlendiğini gördüm, peşinden gittim. Sigara içtiğini gördüm, evvela içine çektiği dumanı dışarı üflemesini hayranlıkla seyrettim, sonra yanına gittim ve sigaramı balkonda unuttuğumu söyleyerek bir sigara rica ettim kendisinden. Tanışmış bulunduk, yanımızdaki her halinden Nehirle ilgilendiğini mesnetsizce belli eden beden eğitimi öğretmeni de olmasaydı, daha çok konuşma fırsatımız da olacaktı. Ancak amaç hasıl olmuştu, Nehir’in adını ve okulunu imza föyünden sonra kendinden öğrenmeyi de başarmıştım.

Nehir’in yüzü ismi gibi dupduruydu. En güzel ceylanların pınarları beslemişti Nehir’in güzelliğini. Böylesi güzelliğe sahip birisinin beni sevebilme ihtimalini hayal dahi edemedim. Nehir gibi uzun boylu, ay yüzlü bir kadının benim gibi bir savsakla ne işi olabilirdi ki? Dönüp bakmazdı dahi. Ancak ben, bu zamana kadar pek de beklemeyi beceremeden her durakta aradığımın Nehir olduğundan öyle emindim ki, kolay pes etmeyecektim bu kez. Nehir’in arkadaşı olmaya çalışacak, hatta en iyi arkadaşı olacak ve böylece onun yakınında olmayı başaracaktım. Ardından bir şekilde kendimi sevdirirdim, çirkindim ama tanıyınca sevilmeyecek çocuk değildim. Arkadaşlığımızdan faydalanır, kötü zamanlarında yanında olur, elbet bir şekilde yâri de olurdum. Planımı kurmuştum. Doğru zamanda doğru üçüncü şahıs olacaktım.

Nehir, çalıştığım ortaokulun karşısındaki lisede felsefe öğretmeniydi. Önceleri haftada bir gün ziyaret ediyordum karşı okulun öğretmenler odasını. Sonra daha da sıklaştı ziyaretlerim. En sonunda öğle yemeklerini Nehirle yemeye başladık. Hasta olduğunda kuru nane götürdüm demleyip içsin diye. Çaya karanfil kattığını, sevdiği yemekleri öğrendim, kedisinin adını, annesini, babasını kardeşlerini öğrendim. Bütün özel günlerinde yanındaydım, kitaplar, plaklar hediye ettim, bir şekilde hayatında tuttum kendimi. En iyi arkadaşı olamamıştım belki, ancak Nazilli’deki birkaç arkadaşından birisi olmayı başarmıştım.

Geçen bir senede konu hiç o mevzuya gelmemişti, ancak arkadaşlığımız, çoğunluk benim emeğimle, serpilmişti. Yaptığımız uzun öğlen yürüyüşlerinde Nehir’in ne kadar derin bir insan olduğunu tanımak imkânım oluyordu. Öyle derin bir gönlü vardı ki, evini basan böcekleri dahi öldürmeye kıyamıyordu. Edebiyat sevgisi, bütün toplumsal konulara duyarlılığı, korkusuzluğu beni her geçen gün biraz daha aşık ediyordu kendisine. Bütün az olanları seviyordu Nehir. Ona olan hislerimi anlatmayı sürekli erteliyor, erteledikçe hayat karşımıza yeni olgular çıkartıyor ve ben yine konuşamıyordum. Artık kanserli bir hücreye dönmüştü bu durum. Biz arkadaşlığımıza dolu dizgin devam ederken, o bütün hislerimden habersizken, ben bütün uykularımı Nehir’le uyuyor, bütün sabahlara Nehir’le uyanıyordum.

Artık açılmaya karar vermiştim. Bütün olan biteni en baştan Nehir’e anlatacaktım. Yine bir öğle yürüyüşünde, sözlerime nasıl başlayacağımı tasarlarken, “Tayinim çıktı,” dedi Nehir. Beynimin suyu ayaklarıma akmıştı sanki, ne zaman karar vermişti gitmeye, nasıl bu kadar hızlı olmuştu, neden benimle hiç paylaşmamıştı? Bütün bu sorular kalbimi kemirirken, hayatında tuttuğum yeri daha iyi anlamıştım. Benim bütün hayatım Nehir’ken, ben Nehir için zorunluluktan vakit geçirdiği alelade bir arkadaştım sadece. Konumumu anlamam, onunla konuşmaya dair bütün arzumu yerle bir etti. Nehir, Şırnak’a gitmek istemişti. Yine akıntıya ters yüzüyordu sevdiceğim… Şırnak’ta çocukluğunun bir bölümü geçtiği için oraların güzelliğini unutamadığını söylemiş, bundan sonraki hayatını orada geçirmek istediğine karar vermişti.

Nehir gidene kadar, eşyalarının taşınmasına, evinin boşaltılmasına elimden geldiğince yardım ettim. Veda yemeğinde hislerimi anlatmaya karar verdim, ancak veda yemeğine davet edilmedim. Gerçekten konumum sandığımdan da aşağıdaymış, yüzüme vurula vurula öğrenmiştim. Ancak hayatımda bir kez olsun suyun akışını değiştirmek istiyordum, bir kez olsun gelecekte, “Ya böyle yapsaydım?” sorusunu sormamaya niyet etmiştim. Karar vermiştim, Şırnak’a mektup yazacak ve bütün hislerimi anlatacaktım.

Bir mektupla açıldım Nehir’e. Aylar sonra telefondan, “Çok şaşırdım,” diye bir mesaj aldım. Konuşmanın devamı gelmedi, hiçbir şey söyleyemedim. Yine de bir şekilde hayatında kalabilmek için uğraştım, oysa bu durum eskisi kadar kolay olmayacaktı artık. Nehir’in hayatında kalamadım. Bir süre sonra ise Nehir’den haber alamaz oldum.

III

Birkaç sene daha Nazilli’de yaşadıktan sonra, artık şehir değiştirmek vaktinin geldiğini düşünmeye başlamıştım. İzmir’e tayin istedim ve üç sene de tayin bekledikten sonra nihayet tayinimi İzmir’e çıkartabilmeyi başardım. Atandığım okulun müdürüne atama işlemleri için gittiğimde, müdür beyin izinli olduğunu ancak müdür yardımcısı ile gerekli işlemleri yapabileceğimi söyledi okulun hademesi. Oda kapısındaki isimliği okuduğumda müdür yardımcısının altında “Nehir Teca” yazdığını gördüm. Demek Nehir, benim atandığım okulun müdür yardımcısıydı. Demek dönmüştü buralara. Bir kez daha beynimin bütün suyu ayakkabılarıma dökülmüştü Nehir sayesinde. Neden döndüğüne dair aklımda birçok soru uyanmıştı. Belki evlenmiş, ayrılmış belki annesi, babası hastalanmış belki aradığını bulamamıştı. Ancak ihtimallerin hiçbirinde bana dair en ufak bir iz yoktu, olamazdı. Belki beni ilk gördüğünde hatırlamayacaktı dahi, sonradan, kendimi tanıtınca anımsayacaktı.

Odaya giremedim. Bacaklarım o adımları atmayı başaramadı. Müdür beyin izinden dönmesini beklemeye karar verdim. Ardından ilk tayin döneminde ise okuldan ayrıldım. Bu süreçte Nehir’le birkaç kez rast geldik. Beni gördüğünde yalancı bir heyecanla yanıma geldi, “Tekrar görüşelim muhakkak, artık aynı okuldayız,” dedi. Rastlaşmalarımızdaki soğuk selamlaşmaların haricinde, görüşmedik. Yine ıskartaya çıkarılmıştım.

On yıl sonra, altıncı sınıfların en iyi öğrencilerinden Lavin’in annesi olduğunu veli toplantısında öğrenecektim…  Çok kısa konuştuk toplantı bitiminde. Lavin’den çok memnun olduğumu bir kere daha söyledim. “Senin gibi bir öğretmeni olduğu için çok şanslıyız,” dedi. Bir özel okulun müdürü olmuştu Nehir. Bir kızı daha varmış, yedi yaşında, İlkyaz isminde. Ben Mehmet amca olamadım, ancak Nehir, Handan teyzeliğe çok yakışmıştı.


Fatin Bulut

1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

1 Comment


nufelkaplan16
Mar 26

Hikayeyi heycanla okudum ve çok beğendim harika inşallah hayallerin sonunda gerçek olur kalın saglicakla

Like
bottom of page